Tütünün gelini önce tütüne nikahlanır, ana evi de tütün kokar, koca evi de.
12 Eylül sonrasında ODTÜ Türk Halk Bilimleri Topluluğu’nun (THBT diye söylenir) düzenlediği bir panele gitmiştim, tıbbiyenin birinci sınıfındaydım. Tartışma tiyatro üzerineydi. Konuşmacılardan birisi olan Nurhan Karadağ (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü), konuşmasının bir yerinde, özellikle epik tiyatro, bugünün deyimiyle interaktif sahne performansları üzerine, benim kasabamda, 1975 yılında Samsun’un Alaçam ilçesinde bizzat Alaçamlı devrimciler tarafından yazılan, yönetilen, oynanan bir oyundan söz etmişti: Tütün.
Alaçam tütün bölgesiydi ve hayatın akışı tütün üzerinden şekilleniyordu. Alışveriş, veresiye takvimi, düğün dernek işleri hep “tütün satımı” adını verdiğimiz bir “termin” üzerinden organize ediliyordu.
Tütün tüm ailenin müşterek olarak içinde yer aldığı bir tarım biçimi. Gündelik mesaisi sabah gün doğarken başlar, gece gözlerin kapanana kadar devam eder. Mart ayında fide ekimiyle başlayan, mayıs sonunda tarlaya teker teker elle dikilen, sık sık kazma ile etrafı temizlenen ve sulanan, dip adı verilen alt yapraktan kırılmaya başlayan, doruk adı verilen en tepedeki yaprağa ulaşana kadar etap etap devam eden, geceler boyu sivri iğnelere geçirilip iplere dizilen, salaç adı verilen düzenekte güneşte kurutulan, hevenk yapılıp yumuşamaya bırakılan, nihayet balyalanıp satışa hazır hale getirilen, aylar süren bir serüvendir tütün…
Günlerce geçmeyen katran kiridir. Eskisini satamadan yenisini diktiğin bir bilmece…
Öykümüzün konusu bu bilmece. Küçücük bir kasabada, bu bilmeceyi kafaya dert eden az sayıda, kocaman yürekli gençlerin öyküsü.
O yıllarda mart ayı başında tütün piyasası açılıyor, baş fiyat açıklanıyor ve tütün balyaları eksperler tarafından incelenerek fiyat belirleniyordu. Piyasa açılışı bizzat gümrük ve tekel Bakanı tarafından yapılıyordu. Bölge için önemli bir ritüeldi.
1970’li yıllarda tütün üreticilerinin Tekel’i işgal hamlesi kasabanın yerel tarihinde önemli siyasal momentlerden biriydi. Türk Solu dergisinin 123. sayısında (1970 yılı) Gün Zileli ve Cüneyt Akalın Alaçam’daki “tütün mitingi” üzerine gözlemlerini içeren bir makale yazmışlar, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’na bağlı gençlerin bölgedeki siyasi çalışmalarını coşkulu, hatta biraz “propaganda–ajitasyon” diliyle anlatmışlardı.
TÖS İkinci Başkanı Dursun Akçam’ın da konuşma yaptığı bu mitingde tütün üreticileri o zamanki adıyla “top sahası” olan ilçe stadyumunda toplanmışlar, sorunları dile getirmişler, örgütlenme üzerine hararetli konuşmalar yapmışlardı. Miting “Kahrolsun Amerika Bağımsız Türkiye” sloganları ile bitmişti.
Bu mitingden birkaç yıl önce de yan komşumuz Gerze’de benzer bir miting düzenlenmiş, Harun Karadeniz Olaylı Gençlik Yılları kitabında bu mitingden detaylı biçimde bahsetmişti. Mitingde konuşan bir zürra (tütün rençberi) “Gençler doğru söylüyor ötesi yalan,” diyerek konuyu özetlemişti. Söylenen kısaca sömürüydü.
Çiftçiler, solcu öğretmenler ve gençlerden oluşan isyancı hareket devletin müdahalesiyle sonuçlanmış ve Alaçam devletin kod sisteminde kızıla boyanmıştı, bu siyasal miras daha sonra bizim nesle kadar intikal edecekti.
Yıllar sonra Samsun siyasi polisi bunu bana veciz bir sözle ifade ederek özel ilgisini göstermişti: “Demek Alaçamlısın sen.”
İşte böyle bir kasabada Tekel işgalinden sonraki yıllarda bir grup devrimci genç bir araya gelerek tütünün hikâyesini oyunlaştırmak için kolları sıvadılar. Alaçam Tütün Üreticileri Birliği ve Halkevi aktivistlerinden oluşan grup ortak mesai yaparak oyunu yazmaya koyuldular.
Oyunun konusu, tütününün dikildiği andan satıldığı âna kadarki ekonomi politik üzerineydi. Çiftçi, tütün eksperi, aracı tüccar, banka ve Tekel idaresi arasındaki değerleme, borç, kredi kullanımı ilişkisi masaya yatırılıyordu. “Mübayaa” adı verilen satın alma süreci boyunca yaşanan ekonomi politik gerilim analiz edilmeye çalışılıyordu.
Yazım süreci ister istemez biraz klasik tiyatro-müsamere seviyesinde oldu, elden bu kadarı geliyordu. Daha sonra ortak yazımdan vazgeçilerek oyunun yazımı için İsmail Yeşilyurt görevlendirildi. Yazar, yani İsmail Abi meramını tuttuğu notlarda şöyle ifade ediyordu: “... ve tamamen mahalli sorunlara ve mahalli terimlerle yaşanmış olayları sergilemeye azami dikkat ettim.”
Yazım işi bitince metin eleştiriye açıldı, tartışıldı, küçük revizyonlar yapıldı. Derken bağlantılar devreye girdi ve Ankara Deneme Sahnesi ekibi sürece müdahil oldu. Oyuna bu aşamadan sonra sahne ve izleyici arasında interaktif bir ilişkiyi sağlayacak müdahaleler yapıldı, diyaloglar ve dramaturji daha yerli yerine oturdu. Oyuncular yerli, yani bizimkilerdi. Oyunda mevcut siyasi iklim kavun–karpuz partileri ikilemi içinde tasvir edilmiş ve CHP de bundan hayli payını almıştı. İşin ironik tarafı, oyuncular eşraf çocuklarıydı, yani aileleri Halk Partisi’nin ileri gelenleriydi.
Oyun ilk kez 8 Kasım 1975 günü Bafra’nın Gazibey köyünde, okul bahçesinde traktör römorku üzerine sahne kurularak sahnelendi.
Oyun, bir ön oyunla başlıyordu. Tekstte ön oyun şöyle tarif ediliyordu:
Sahnede kadınlı erkekli, aynı doğrultuda duran ve aynı tartımla tütün fidesi diken köylüler. Önce sağ elleriyle toprakta çukuru kazarlar sonra sol elleriyle fideyi dikerler. Bu devinimler oldukça birlikte ve tartımlı olacaktır. Eğiliş ve kalkışlarda bir üretim dansının egzotik kıvrımları vardır.
Kadın oyuncu problemi olduğu zaman bu sahne erkek oyuncularla oynanacak ve gelin yerine damattan söz edilecekti. Ne yazık ki, kadın oyuncu problemi oldu.
Oyunda önemli yüklerden birisi “oyuncu başı” karakteri üzerindeydi. Oyuncu başı, oyun akışı sırasında belli yerlerde seyirciye dönerek tartışma başlatıyor, üreticiler gerçek hayat, sahne, kurgu bağlamı içinde tartışmaya davet ediliyordu. Oyunda bir diğer önemli rol “çorbacı” karakteriydi. Çorbacı yerel bir deyim olup aracı tüccar, tefeci karışımı bir profile denk geliyordu. Bütün “çakallık” onun üzerinden tezgâhlanıyordu. Çorbacı, kendisine faiziyle borçlanan rençberin ekici belgesini (yerel adıyla koçan) ipotek olarak alıyor, tütün satımı sonrasında borca karşılık paraya el koyuyordu. Böylece her ekim dönemi, tekrarlayan bir borç sarmalına mahkûm şekilde seyrediyordu.
Oyun 8 Kasım–21 Kasım 1975 tarihleri arasında yedi kez sahnelenmiş, köylerde sahne olarak traktör römorku kullanılmış, ilçe merkezinde sinema salonlarında oynanmıştı.
Bafra Merkez’deki sahnelenme öncesinde Emniyet, oyundaki direniş sahnesinde polisle ilgili bölümler çıkarılırsa oyunun oynanmasına izin verileceğini söyleyince, oyunda revizyon yapılmış, polisli bölümler “tıraşlanmış”, öyle oynanmıştı. Alaçam’daki sahnelenmede ise sinema sahibine baskı yapılmış, oyuncuların ailelerine gözdağı verilmişti; ancak geri adım atılmamış, perde açılmış, ışıklar yanmıştı.
Ankara Deneme Sahnesi’nden oyuna katkı sunan dostlar, ekibin sanata bakışını yıllar sonra gördüğümüz belgelerde şöyle ifade ediyorlardı:
Sanat, sömürü mekanizmasını ortadan kaldırma eylemine yardımcı olmuyorsa, evreni değiştirme, insanların sömürüsüz bir düzen kurma eylemine yandaş olmuyorsa, biz o sanatı küçük burjuvanın bireysel egosunu tatmin aracı olarak görüyoruz.
Sonrası malum yıllar…
Alaçam’daki sol siyasi hareket bu dönemin hemen ardından Karadeniz Dev–Genç örgütlenmesi ile Kurtuluş siyasetinin önemli bir taşıyıcısı oldu. Bu oyunun tasarım, yönetim ve sahne kadrosunda yer alan ekibin hemen hepsi 12 Eylül’de sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Ekibin yarısından fazlası yıllar içinde hayatını kaybetti.
Selam olsun.
Kat kat katran olur eller
Aşımızı çalar eller
Sustu gayrı sivri diller
Savsaklama sarı tütün
Oyuncular
İsmail Yeşilyurt: 12 Eylül sonrası İstanbul’da yaşadı, orada vefat etti, mezarı Alaçam’da.
Derya Aykaç: Uzun yıllar CHP ilçe başkanlığı yaptı, Alaçam’da yaşıyor.
Nüvit Yoloğlu: Alaçam’da emeklilik yaşıyor.
Nurhat Kocabaş: Bafra’da yaşadı, orada vefat etti.
Atilla Gökçe: Öğretmendi, vefat etti.
Hayrettin Varoğu: “Pampu” olarak bilinirdi, Alaçam’da yaşadı, orada hayata gözlerini yumdu.