Ya Putin’in Gerçek Hedefleri Farklıysa?

Başarıları, belirtilen hedeflerin gerçekleştirilme derecesine göre ölçen herhangi bir standart göstergeye göre, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşı bir başarısızlık olageldi. Ukrayna her zamankinden çok daha fazla militarize oldu; muhtemelen şu anda dünyanın en militarize olmuş ülkelerinden biridir; Rusya'nın güvenliği belirgin şekilde kötüleşti; NATO 1997 pozisyonlarına geri dönmedi ama daha da ilerledi ve çok daha pekişti. Batı eskisinden daha güçlü. Peki, Putin başarısız mı?

Belki öyle, belki de değil. Zira “özel askeri harekâtın" asıl hedeflerinin açıklananlar değil, çok farklı olduğunu varsayalım.

Egemenlik ve gelir. Ne olabileceğini görmek için, Ekim 1996'da Dünya Bankası Çalışma Belgesi[1] olarak yayımlanan ve kısa bir süre önce Twitter'da kısaca özetlediğim, daha sonra, düzenlenmiş bir ciltte (bu adresten erişilebilir[2]) yayımlanan makaleme geri dönmem gerekiyor. Belge oldukça karmaşık çünkü ülkeleri birlikler ve kümelenmeler kurmaya ya da ayrılmayı tercih etmeye yönlendiren iktisadî ve siyasî güçlerle ilgileniyor ama temel modeli basittir. Bu model şu şekildedir: Ülkeler (ve liderleri) iki çıkarın peşindedir: egemenlik ve zenginlik. Egemenlik, diğer ülkeler tarafından mümkün olduğunca az kısıtlanarak siyasî ve iktisadî karar verme özgürlüğü anlamına gelir; zenginlik, yüksek gelir düzeyine (kişi başına düşen yüksek GSYH) sahip olmak anlamına gelir. Şimdi, sorun şu ki, bu iki hedef arasında bir değiş tokuş söz konusudur. Ülkeler ancak daha az egemen, yani küresel olarak daha fazla bütünleşmiş olurlarsa zengin olabilirler. Zengin olmak ticareti, başkalarıyla ortaklaşa teknoloji geliştirmeyi, yeni beceriler öğrenmek için insanları yurtdışına göndermeyi, yabancılara danışmayı ve hatta işe almayı gerektirir. Bütün bunlar, ekonomiler arasında çok daha büyük bir karşılıklı bağımlılık ve ticaret, fikrî mülkiyet hakları, yerel iktsadî siyasaları, para birimlerinin birbirine dönüştürülebilmesini ve benzerleriyle ilgili uluslararası norm ve kurallara uyulması anlamına gelir.

Bu fikirlere dikkat çekmek için iki uç örneği ele alalım: Kuzey Kore ve Belçika. Kuzey Kore, iktisadî ve siyasî karar alma süreçlerinde uygulamada sınırlandırılmamıştır: Nükleer silahların yayılmasını önleme antlaşmasının imzacısı olmadığı için nükleer silah üretebilir; istediği kadar tarife uygulayabilir ya da mal ithalatını yasaklayabilir; az ya da çok, istediği kadar para basabilir çünkü para birimi başkasına dönüştürülemez vs. Ama bütün bu nedenlerden dolayı, aynı zamanda çok yoksuldur. Yelpazenin diğer ucunda, kendi para birimi olmayan, maliye politikası AB kuralları (Maastricht Antlaşması), ticareti AB ve DTÖ tarafından belirlenen (1996 tarihli makalemde alıntılandığı biçimiyle, Krugman: “Avrupa'nın 1992'si tarihsel olarak iç siyasa olarak kabul edilen siyasaları eşgüdümlemeye yönelik bir antlaşma olduğu ölçüde bir ticaret antlaşması değildir.”) Belçika var: Dış siyasa AB tarafından kararlaştırılır ve askerî yükümlülükleri açısından NATO’ya bağlıdır. İç siyasa özerkliği ya da egemenliği açısından, uygulamada hiçbiri yoktur. Ama zengindir.

Diğer ülkeler, egemenlik-gelir değiş tokuşunun farklı noktalarında sıralanacaklardır. Ülkenin büyüklüğü de önemli olacaktır: ABD büyük bir ülke olduğundan belirli bir gelir düzeyi için daha fazla egemenliğe sahip olacaktır: rezerv para birimi basıyor; bir dizi ticaret müzakeresinde esas aktör; NATO'ya liderlik ediyor vb. Ama takastan muaf olmayacaktır. Trump'ın Çin’le ticaret savaşını başlatma kararını düşünün. ABD'ye (yeni tarifeler dayatma becerisi de dahil) daha fazla siyasi alan verdi ama muhtemelen gelirini azalttı.

Rus yalıtmacılığı

Şimdi, bu iki arzu edilen şey arasında bir değiş tokuş fikriyle, Putin'e ve onun güçlü bakanlıklarından danışman grubuna geri dönelim. Şu sonuca vardıklarını varsayalım: Rusya'nın Büyük Petro'dan bu yana Batılılaşma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Rusya 1917'den önce Batı'yı yakalayamadı; daha sonra Finlandiya, Polonya ve diğerlerine düpedüz bağımsızlık vererek ve ondan sonra, nihai olarak 1992'de ülkenin parçalanmasına götüren ulusların eşitliğini ve herkes için kendi kaderini tayin hakkını ilan ederek, Rusya’yı küçülten aşırı Batılılaşma öğretisini benimsedi. Daha sonra, yine Batı'dan ithal edilen ve sonuçları nüfusun dramatik bir şekilde yoksullaşması, artan ölüm oranları, intiharlar ve milyonlarca Rus yurttaşı tarafından yaratılan zenginliğin şaşırtıcı şekilde çalınması olan liberalizmi benimsedi. Bu dönemde Rusya, siyasalarına tek başına karar verme yeteneğini kaybetti: Batı'yı körü körüne takip etti. Kırgızistan'daki askerî üslerini ABD'ye teklif etti; karşılığında hiçbir şey almadı; NATO'nun sınırlı genişlemesine razı oldu ama kendi sınırlarına kadar genişlemesiyle karşılık gördü; çeşitli Avrupa kuruluşlarına katıldı ama yalnızca onlar tarafından eleştirilmek için; Batılı uzmanların önerdiği gibi ekonomisini özelleştirdi ama tüm para yurtdışına gitti. Dolayısıyla iktisadî ve siyasî özerkliğini yeniden kazanmak için Batı'dan kararlı bir şekilde kopması gerekiyor. Avrupa’yla etkileşimi asgarî düzeyle sınırlı olacak bağımsız bir Avrasya gücü haline gelmesi gerekiyor. Sonunda Rusya, on sekizinci yüzyılın başlarında Büyük Petro tarafından çizilenin tersi yönde hareket etmek zorundadır.

Batı, Demir Perde'yi inşa eder

Egemenlikteki böyle bir artış daha düşük gelire yol açacaktır. Ama sorun şu ki, liderler tarafından ilan edilirse, ne Avrupa’yla kopuş ne de daha düşük gelir ülke nüfusu tarafından hoş karşılanacaktı. Böylece Rus hükümeti kendi başına yeni bir Demir Perde oluşturmaya başlayamaz. Peki ya Demir Perde, Rusya'nın bakış açısına göre tamamen haklı bir siyasa olarak kabul edilebilecek bir şeyin cezası olarak Batı tarafından Rusya'ya karşı inşa edilmişse? Ukrayna'ya girin. Reconquista [yeniden fetih], bazı yönlerden Rus halkı arasında her zaman popülerdi. Ama Batı bunu böyle görmeyecek, Rusya'ya yaptırımlar uygulayacak ve Rusya üzerindeki maliyeti artıracaktır. Batı, kendi iradesiyle Rusya'yı Avrupa'dan koparacaktı. Yeni, aşılmaz bir Demir Perde inşa edecek. Bu senaryoya göre Rus liderliği tarafından arzu edilen, Rusya'yı Batı'dan ayırma hedefi, Rus liderliği tarafından değil, Batı tarafından gerçekleştirilecektir. Rus liderler, nüfusu tarafından (ya da en azından nüfusun çoğunluğu tarafından) Büyük Petro'nun rüyasını tersyüz etmekten sorumlu olarak görülmeyecektir. Tersine, Batı, Rusya'yı eşit bir ortak olarak kabul etmeye isteksiz görünecek ve bu nedenle Rusya'nın, tamamen egemen, antlaşmalar ve kurallar tarafından kısıtlanmayan ve Batılı Marksizm ve liberalizm ideolojilerinden arınmış bir Avrasya gücü olmaktan başka seçeneği kalmayacaktır.

Yeni Brest-Litovsk

Ancak, uzun vadede -liderler korkabilir- daha büyük egemenliğin daha düşük gelirle geldiğini anlayan insanlar Batı’yla bir uzlaşma bulmaya çalışmayacaklar mı? Bu nasıl önlenir? Kopuş nasıl kalıcı hale getirilir? Bunu yapmanın tek yolu, Batı'ya dönüş maliyetlerini olağanüstü derecede yüksek hale getirmektir. Yani, Putin sonrası hükümetler tarafından ilk uzlaşma yoklamaları yapıldığında, Batı'nın sunduğu faturanın aşırı pahalı olmasından emin olunacaktır; öyle ki Rus siyasa yapıcı seçkinlerinin çoğu ve kamuoyu bunu düşünmeden reddedecektir. Başka bir Brest-Litovsk düşünün, ama bu sefer kabul ettirmek için tüm gücünü ve otoritesini tartının diğer kefesine koyan Lenin olmadan. Yeni Brest-Litovsk, yalnızca tüm Rus kuvvetlerinin Ukrayna'dan çekilmesini ve Kırım'ın Ukrayna'ya geri dönüşünü içermeyebilir; tazminatları, savaş suçlarından sorumlu subayların iadesini, ordunun boyutunun küçültülmesini, askerî tatbikatların sınırlandırılmasını, hatta muhtemelen Rusya'nın nükleer programının denetimini içerebilir. Böylece, Putin yönetimi, alttan almak için epey zorlanacağı, Batı'nın talep üzerine talep yığması için bir teşvike sahip. Zira ancak bu kadar kapsamlı ve hatta mantıksız talepler, Putin’in halefi Rus hükümetleri tarafından reddedilmelerini ve Putin ve çevresi tarafından tercih edilen Petrine[3] karşıtı siyasanın çok uzun bir süre yürürlükte kalmasını sağlayacaktır.

Bu, halihazırdaki hükümetin yaptırımların maliyetine tamamen kayıtsız olduğu anlamına gelmiyor. Ama yeni yaptırımların gelir üzerindeki maliyeti egemenliğin kazancından daha az olduğu sürece artırılmış yaptırımları kabul edecektir. Bir noktada, takasın yeterince ileri gittiğine karar verecek ve bu noktada müzakere edecektir. Ama bunu yapmadan önce, siyasalarına bağımsız olarak karar verme yeteneğinde yeterince ve uzun bir süre kazanmış olduğundan emin olacaktır.

Rusya'nın hedeflerini bu şekilde görmenin anlamı, Batı’yla Rusya arasındaki yaptırımların ve ayrışmanın artık yalnızca Rusya'nın ödediği maliyetler olarak görülmediği, daha ziyade Batı'nın halihazırdaki liderliğin Rusya’nın uzun vadeli temel çıkarlarına uygun olduğuna inandığı şeyi yapması olarak görülmesidir: Rusya’yla Batı arasındaki tüm bağların koparılması ve böylece Rusya'nın kendi rotasını izlemesi için serbest bırakılması.


Bu yazı 9 Haziran 2022'de Brave New Europe'da yayımlanmıştır.


[1] https://documents1.worldbank.org/curated/en/737781468765868127/pdf/multi0page.pdf

[2] https://stonecenter.gc.cuny.edu/research/nations-conglomerates-empires-the-trade-off-between-income-and-sovereignty/

[3] Petrine Devleti: Büyük Petro, Moskova Çarlığı’nı Tüm Rusya İmparatorluğu olarak resmen değiştirdi ve İsveç’le barışın sonunda senatodan imparator unvanını aldı. Başlık sadece yeni Rusya'yı Avrupa siyasi geleneğiyle özdeşleştirmeyi amaçlamakla kalmadı, aynı zamanda Petro’nun yerleştirmek istediği yeni hükümdarlık ve siyasi otorite anlayışını da dile getirdi: Egemen imparator, çarın olduğu gibi, ülkenin patrimonyal sahibi ve tebaasının “babası” değil, devletin başı ve ilk hizmetkârıydı. Kaynak: https://www.britannica.com/place/Russia/The-Petrine-state -ç.n.


Çeviren: S. Erdem Türközü