İlhan İrem, yeryüzünün kapılarını bedenine kapattı, toprağın gözüne zamansız açıldı. Ruhunun varlığı, yokluğunun boşluğuna zamanın sürekliliğini ekleyecek artık. Biçimsel bir devinim olmayacak bu. İlerleyen, kesintisiz, gözüpek her duyguya, kavrayışa ezelî ve ebedî ilhamıyla eşlik etmeye devam edecek. Hayat yolunun hiçbir köşesinde fiilen karşılaşmadığımız bir insanı ruhundan sebep tanımamızın, dünyanın oyuğunda yankılanan sesinden sevmemizin, sonsuzluğun yüzüne alfabe olan sözlerinden kendimizi, hayatı, insanları anlama gayretimizin bir nedeni olacak. Onun olağanüstü renklerine bakıp, hâlâ hiç anlamadan şaşkınca seyredenler, şarkılarının ışıklı semalarında sonsuz diyarlara süzülenleri de anlamayacaklar elbette. Kendi özünde bir cevher gibi onun ellerinde parlayan billur küre, henüz dünya tahtından düşmemiş olanlara, bize, hikâyelerini anlatmaya, âlemlere işaret olmaya devam edecek.
İlhan İrem’in sesiyle, şarkılarıyla tanıştığımda çocuktum. Annemin ona hayranlığı, İlhan İrem’in evimizde mütemadiyen yankılanan sesiyle, harfleri güçlü sözleriyle büyürdü, hatırlıyorum. Çocukluğun sanki hiçbir şey olmayacakmış gibi yavaş geçen zamanının ortasına annemin marifetiyle bırakılan bu eşsiz hediyenin farkına yıllar sonra, ilk gençliğimden yetişkinliğe yol alırken varabildim. “Oluş”un kişiye has hissine, duygular arasında salınan etkilenme potansiyeline deneyimin ve hayatın mânâsının ekleneceğini, o günlerde anlamak için çaba sarf ettiğim şarkılarının sözlerinin ruhumda, aklımda bıraktığı etkiyle sezebildim. İlhan İrem, müziği ve sözü yalnızca duyguların lisanına eklemek, dışavurmak için var etmiyordu çünkü. Dünyayı, onun deyişiyle kozmosu, kâinatları oluşturan canlı-cansız her şeyin, her varlığın, insanın, ruhun, bedenin mucizevi tezahürüydü şarkılarıyla anlattıklarının özü. Albümlerinin tematik bütünlüğü, şarkılarının sıralanışı bile ruhla bedeni birbirine duyumsatan, hayatın karmaşıklığını duyguyla büken, özgürlükle, itirazla dönüştüren sihirli bir güçtü, zarafeti kendinden menkul incecik bir dokunuştu. Bu gerçekliği anlamam zaman aldı. İlhan İrem, sanılanın aksine, aşkın ve nahif duyguların eşlikçisi olmadı sadece. İnsanın kendisiyle kavgasına, arayışına, özgürlüğüne, ilişkilerine, uyumsuzluğuna, soyutla somut, yaşamla ölüm arasındaki kaosa da pencereler açtı, “bulutlara köprü”ler kurdu, ruhları ışıkla, sevgiyle buluşturdu. Bunu nasıl yaptığını anlamanın yolu tinsel olanı imgeyle, sözle, söze anlamını veren kendine has lisanı ile nasıl kurduğuyla, çoğalttığıyla fark etmekten geçiyordu. Anlamla böylesine güçlü kurduğu içsel ve şiirsel bağ, ışığı körelen bezgin kâinata, bize, ona gönülden bağlı olanlara sevginin hasını, hakikisini sundu. Haliyle ona veda etmek zor. Hayata gösterdiği ihtimam, aramızdaki bağı incitmekten imtina edercesine her koşulda koruduğu kararlılığı, eğilip bükülmeyen insani tavrı, içten nezaketi, üzerimizdeki emeği için İlhan İrem’e ne kadar teşekkür etsek az. Ruhuyla, kendi halinde biricik olmayı gösteren zarif bilgeliğiyle, sesiyle şifalandırdığı kâinat onu en güzel, en ışıklı bahçesinde saklasın. Ardından söyleyeceğimiz söz, ondan bize baki kalanlardan biri olsun: “Hatırlatır seni bir yaprak kıpırdasa, rüzgâr esse, yağmur yağsa, dün başka, yarın başka.” Daima…