Bilginin Dolaşımı Avrupa’yı Nasıl İnşa Etti?

Zaman zaman Avrupa tarihi dersleri veren bir akademisyen olarak yaşadığım en büyük sorunlardan biri Avrupa’nın tarihinin siyasi olaylardan müteşekkil olduğu vehmine neden olan metinlere mecbur kalmak. Zira bu durumda meselelere kronolojik bir sıra ya da olaylar silsilesi olarak bakmak tek boyutlu tarihî karakterler üzerinden sonuçlara varmayı kaçınılmaz kılar. Kıldı da. Krallar, komutanlar, devletler… Tarihî örgüyü bunun üzerine inşa etmek aksak bir dizge yaratır. Bugün başta tarih lisans/üstü eğitimi olmak üzere nerede ise Tanzimat’tan beridir süregelen Avrupalılaşma gayretinin anlaşılamamasında bu bakış çok etkilidir. Zira hemen her düzenleme, mevcut duruma odaklı bir benzeme çabasına odaklanınca Avrupa için sürecin entelektüel/kültürel boyutu yok sayıldı. Yani hemen her kırılmanın Avrupa’da yarattığı değişim, dönüşüm ve dahi gelişmelerin kontrol edilebilir ya da programlı eylemler olmadığı; her siyasi-askerî yeni dönemin artalanında bir entelektüel sürecin doğal ya da sentetik olarak var olduğu/edildiği gerçeği görmezden gelindi. Bunun her zaman bilinçli bir tercih olduğunu söylemek mümkün değil elbette. Lakin konuya dair bağlantıların da doğru kurulamadığı aşikâr.

Tüm bu arıza sonunda parça parça dönem metinleri okumalarının Avrupa’yı ve gelişimini anlamak konusunda önemli mesafeler katettirdiğini söylemek mümkünse de bir bütün olarak güçlü bir giriş metni eksikliği her daim hissedilegelmişti. Hal böyle olunca François Chaubet’nin kısacık ama derin metni Avrupa’nın Entelektüel Tarihi (İletişim Yayınları, 1. baskı, 2021) sadra şifa bir kurtarıcı olarak karşımıza çıktı. Z. Hazal Louze’nin çevirisi eserin aslı yayımlandıktan nerede ise hemen sonra Türkiye’de yayımlandı ve bir sene sonra da ikinci baskısı geldi. Çalışmanın ciddi bir ihtiyaca cevap verdiği açıktı zaten.

Chaubet bu rafine metnin daha girişinde yaşlı kıtaya dair çok önemli bir arayışı, odağı dile getirir: Öteki’nin varlığı. Lakin devamında da bu arayışın temelinin, bir meraktan öte rekabet hissi ile beslendiğini de oldukça objektif bir şekilde tespit eder. Avrupalı devletler özellikle 19. yüzyıl ve devamında güçlü bir üstünlük yarışındadır. Böyle olunca da başını Almanların ve Fransızların çektiği fikir adaları, Avrupa için yeni enerji kaynakları olarak kendini gösterir. Chaubet’ye göre burada Avrupa’ya dair göz ardı edilmemesi gereken durum, benzerliklerin aynîlik olarak görülmediği bir diyalektik düzendir. Bu önemli tespit şüphesiz ki Avrupa entelektüelliğinin en değerli noktasıdır.

Chaubet eserini dört bölüme ayırırken bilindik bir anlatı metodu kullanmaz. Aktörlerini çeşitli vesileler ile Avrupa’da fikir dünyasının banilerinden seçerek bunları bir süreklilik ve dolaşım ağı içerisinde analiz eder. Gerekçe ve sonuçlarını sunar. Uluslaşma etkilerini kabul ederken hudut aşırılık dediği, başta sürgünler olmak üzere birçok gözden kaçan hareketliliği dile getirir. Ki bu bakış açısı 19. yüzyıl için olmasa da 20. yüzyılın birçok tanıdık yüzünü hatırımıza getirir (Zweig, Canetti vd.). Gelmeyenleri de zaten o zikreder (Starobinski gibi).    

Chaubet bizde çok fazla dikkate alınmayan bu hareketliliğe/dolaşıma seyahatleri de dahil eder ve bazı istatistikler sunar. Ancak bunu da bir abartıya ya da tek sebepliliğe esir etmeden ve içeriden eleştirel bir metot ile sunar. Örneğin seyahatleri başka entelektüel dallar için önemserken 1879-1939 yılları arasında Sorbonne’da çalışan edebiyatçıların sadece yüzde 17,6’sının seyahat etmesini de eleştirir. Şüphesiz bu analiz görünenin ötesinde bir neden-sonuç ilişkisini inşa etmek açısından çok değerlidir. Dolayısı ile metodik bir yol da açar Chaubet.  Kendi entelektüel tarihimiz açısından ciddi bir bakış açısı önerisi olarak okunmalıdır.

Chaubet Avrupa’nın baskın kültür alanları ve çekim merkezleri üzerinden bir hiyerarşik kültür düzeninden bahseder eserinde. Bunun, Avrupa için ne denli mühim bir nokta olduğunu isimler ve olaylar üzerinden izaha kalkışır. Tatmin edici sonuçlara da varır. Eserin bu yönü, onu bir ders kitabı haline de getirir. Çünkü artık netleşen ilişkiler ağı siyasete müdahil bir entelektüel birikimi de peyda ettirir. Aktörler değişmiştir. Tarihin konusu olan kahramanlar artık edebiyatın, sosyolojinin ve başka bir sürü sosyal bilimin de konusudur. Avrupa’yı anlamak bu birikimi anlamaktan geçer, açıktır.

Eserin üçüncü bölümü ve aslında ikinci yarısı görece daha tanıdık bir üslup ile ideolojik düşünceye, bu manada da siyasi tarihe kayar. Böylece dördüncü bölümde verilen ve bugün etkisi devam eden kapitalizm, sosyal devrim ya da Marksizm/post-Marksizm kavramları 19. yüzyıldan bugüne gelen bir süreçte sunulur.

Chaubet metodik olarak bir dolaşım imgesi kullanır Avrupa’yı anlamak ve anlatmak yolunda. Yeni olmayan ama gözden uzak alan aktörleri akla getirir. Gezginler, bilim insanları, sürgün sanatçılar Avrupa entelektüelliğinin asıl banileridir. Bu banilerin karşılıklı ilişkileri ve kıtanın geçirdiği dönüşümlerin siyasi düzeninin ardında yatan kültürel birikim, sadece akademik fayda açısından değil, ilgilisi için de büyük fırsat. Ayrıca Chaubet’nin önümüze koyduğu hudut ve ulusaşırılık kavramları, sınır olgusunun yeniden değerlendirilmesine de büyük katkı sağlayacak nitelikte. Hem iyi bir okuma deneyimi hem de multidisipliner bir Avrupa tarihi analizi için Avrupa’nın Entelektüel Tarihi ciddi bir fırsat gibi duruyor.