"Kurak Günler", Obruğun Öte Tarafına

Kurak Günler filmi, masaya yatırdığı onlarca toplumsal meseleyi aynı zamanda tartışmaya açan oldukça çarpıcı, başarılı bir film. Sinemanın dili, her ne kadar kendine has olsa da onu parçalara ayırıp anlamamız dil sayesinde gerçekleşir. Sinema filmi ile ilgili inceleme yazısını yazmak istememin nedeni metne, dile ve elbette edebiyata odaklanacak olmam. 

Bu yazıda, bir gösterge olarak obruğu ve Emre Gündüz ile onun dönüşümünde etkili olan Zeynep ve Murat karakterlerini incelemeye çalışacağım. 

Filmde, senarist/yönetmen Emin Alper’in hesaplaşma içine girdiği konularla, seyirciyi de bu hesaplaşmaya dahil edebilmesi, sinemanın dönüştürücü gücünü bir kez daha kanıtlıyor. Bu kısımdan itibaren bu yazıda Emin Alper’den yazar olarak bahsedilecektir.

Yazarın ele aldığı meseleleri özetleyecek olursak; çeşitli statüko biçimleri ve içine aldığı başka toplumsal meselelerden başlamalıyız. Üst yönetimle ilgili statüko, yöneticilerin kendi aralarında kurdukları ilişkiler ağı ile bu düzeni devam ettirme çabalarıdır. Başka bir statüko, toplumdaki ataerkillik ve onun statükosunun içindeki erkek ilişkileri ve kadının toplumdaki yeridir. Diğer bir statüko, Romanlar özelinde toplumdaki gizli-açık ırkçılıktır. Buradan hareketle ırkçılığın kendini avcılıkta ve türcülük olarak göstermesini ekleyebiliriz. Avcılığın, normalleştirilerek seyirlik bir metaya dönüşmesi vurucu sahnelerle bizlere sunulur. Hatta öldürme ve katilliğin, eğlenceye dönüşüp kitleselleşmesi, kendini başka bir boyutta, insana yapılan linçle göstermesi de bunun bir uzantısıdır. Kitle için, domuz avındaki eğlenceye benzer şekilde, bir insanı ava dönüştürmeleri de an meselesidir. Yönetici sınıf kitlelerin linçle ilgili davranışlarını bilmekte ve bazı kirli işlerini halk kitlelerine yaptırabilmektedir, aynen gerçek hayatta örneklerini gördüğümüz şekilde. Irkçılık ve türcülüğün, bizi film boyunca götürdüğü yerlerden biri de cinsiyetçilik konusudur. Başka cinsel tercihlere saygı gösterilmemesinin ötesinde, pedofili suçunu işleyenlerin, farklı olanı sindirmeye çalıştıklarına tanık oluruz. Hatta, bu kişiler, kendilerini afişe ederken genel ahlâka uygun hareket ettiklerini düşünerek pedofili suçu işlediklerini belgeleyen fotoğrafları, videoları rahatlıkla paylaşabiliyorlar. Son olarak, dünyanın birçok yerinde görüldüğü gibi kapitalist statüko, toplumlara yokluk yaşatırken aynı zamanda onları öfkeli kalabalıklar haline getirir. Doğal kaynakları sömüren kapitalist yönetim, bir mağduriyet ve düşmanlık yaratır ve seçimleri kazanmak için manipülasyon yapar. Kurak Günler’de de su problemi örneği üzerinden bunun bir mikro örneklemesini görürüz.

Obruk: Bireysel ve toplumsal varoluş sorunları

Fransız dilbilimci Algirdas Julien Greimas, “edebiyat, sinema, resim gibi tüm kültür nesnelerinin derin yapı/anlam düzleminde yaşamla hesaplaştığını savunur. Greimas’a göre derin yapıyı oluşturan da, aslında insanın bireysel ve toplumsal varoluş sorunlarıdır”.[1] Obruk, boşluklar gibi, yazarın zihin dünyasındaki toplumsal ve varoluşsal sorunların bir izdüşümüdür. Toplumdaki yarılmanın da ötesinde, çöküntüyü anlatan, nesnelleştirilen bir gösterge olarak kullanılmış ve filmi unutulmaz kılan bir sembole dönüşmüştür.

Filmin başında, savcı Emre obruğa, devlet temsilcisi, patriarkal ve totaliter düzenin dilini kullanan hâkim Zeynep ile bakar. Zeynep, obruğun nasıl olduğunu sorduğunda, Emre “Korkutucu,” yanıtını verir. Zeynep ise, “Ama güzel,” diye nokta koyar. Gerçek hayatta da böyle olmaz mı? Toplumsal bir olay/durum karşısında, kimi insanlar büyük bir çöküntü yaşandığını dile getirip kaygılanırken, kimileriyse, probleme odaklanmaz, hatta görünenlerle tatmin olur.

Emre, en başından beri bozuk düzene ayak uydurmakta zorlanan, onu tasvip etmeyen biridir. Belediye başkanının davetini kabul etmek istemese de, savcı kimliği sebebiyle, statükonun geçmişten beri kurduğu düzene karşı gelemez ve davete icabet eder. Burada, statükonun Emre’yi içine alıp yok etmeye çalıştığına tanık oluruz. Savcı, çarkın bir dişlisi haline getirilmeye çalışılır. Âdeta, onun fikirlerinin, karakterinin ve eğitiminin hiçbir önemi yokmuş gibi davranılması istenir. Önceki savcının da yaşadığı problemler yüzünden tayinini istediğini öğrenirken, statüko karşısında çaresizleşen devlet adamlarının mücadelesini ya da vazgeçişlerini görürüz. 

Emre ile Murat’ın obruğun karşı tarafına geçişi

Devletin atadığı savcı kimliği, gücü elinde bulunduranlar tarafından defalarca ayaklar altına alınır. Linç girişimiyle karşı karşıya geldikleri zaman, Emre’nin Zeynep’le yaptığı telefon konuşması büyük kırılmaya sebep olur, Emre yönünü tam olarak değiştirir. Bir anlamda obruğun öte tarafına geçmesi gerektiğinin bilincine varmıştır. “Doğaüstü macerasından” galip çıkar ve imkânsızı başarır. 

Toplum tarafından dışlanan muhalif gazeteci Murat, Emre’nin kendini bulma yolculuğunda önemli bir göreve sahiptir. Murat’ın hayatı ve yaşadığı şartlar çok kolay olmamıştır. “Çocuk seks işçisi” olarak gördüğümüz fotoğrafla ve elbette daha ileri yaşlarındaki videoyla, önemli bir konu daha masaya yatırılır. Güçlünün güçsüz üzerindeki tahakkümünün nerelere varabileceğini yazar bizlere gösterir. Ancak, bugünse Murat, aklı başında, gazete sahibi, Emre’ye rehberlik eden biri olarak çizilmiştir. Emre, Murat’ı sorgulasa da Murat, Emre’den hiçbir zaman şüphe duymaz, ona inanıp güvenen biridir.

Zeynep ile bir kadın karakter çizilse de, “erkekleşen” bir kadını ve statükonun devşirdiği bir devlet görevlisini görürüz. Yazarın bir kadına, kadının ataerkil söylemlerinin içinden bakması, yine onun derin anlam katında başka bir boyutta hesaplaşma içine girdiğinin göstergesidir. Patriarkal sistemde, erkek dilini, bir kadının kullanması söz konusudur. Zeynep’in de patriarkal çarkın bir dişlisi olduğu bizlere gösterilir. Film boyunca Zeynep, her ne kadar uzlaşmacı görünse de Emre’nin “yerine getirmesi gerekenleri” hatırlatır.

Yazar, “kendi algısını, topluma ve yaşama dönük derin algısını belli dönüştürmeler ve bireysel yaratıcılığı sayesinde okuyucuya sunar. Dönüştürümün başarılı olması için, yetenek, içebakış ve yaşamı anlama her zaman yeterli değildir, sözcenin kendi kurallarının da bilinmesi gereklidir. Öte yandan, yazar bu kurallara çok uyarsa, basmakalıp şeyler ortaya çıkar. Yazarın söyleminin bireyselliği, bu kurallarla nasıl hesaplaştığına bağlıdır”.[2] Yazar, metninde basmakalıp olmaktan özellikle kaçınır. Mesele ettiği konuları derinlemesine işleyebilmek için Emre gibi, işinin hakkını vererek yapan birinden dahi şüphe etmemizi ister. Birbiriyle iç içe geçen sorunları ve kasabanın, ülkenin, hatta dünyanın durumunu resmedebilmek için buna ihtiyacı vardır. 

Emre’nin mücadele ettiği konular devleşir

Emre, oturmaya başladığı eski evde, susuzlukla ve farelerle savaşır. Kasabada ise, çözüme kavuşturulmamış su problemine ilaveten, tecavüz ve pedofili gibi cinsel istismarların yaşandığını öğrenmesiyle mücadele ettiği konular devleşir. Üstelik, Emre’nin, kendisinin de dahil olma ihtimali olan bir suç/felaket ile. Esasında, bu suça dahil edilmeye çalışıldığını film boyunca pek çok sahnede görürüz. O akşam yemeğinin, bir tezgâhtan ibaret olduğunu fark etmemiz çok zor değildir. Emre gibi temiz kalmakta ısrar eden birini, kirli emellerine alet etmeye çalışanların çokluğu ve tecrübe sahibi olmaları dikkat edicidir.

Emre’nin en vurucu cümlelerinden biri olan, “Bizim de sermayemiz saygınlık,” değinmeden geçemeyeceğimiz bir konuya atıfta bulunur. Aslında en büyük sermayesi saygınlık olan yargı erkinin, yozlaşmakla saygınlık arasındaki çizgisinin ne kadar ince olduğu vurgulanır. Metin, gücü eline alanların, yargıyı istedikleri gibi yönlendirme çabalarını ve bu istikamette bir savcının linç edilebileceğini, hatta öldürülebileceğini gözler önüne serer. Ne yazık ki, Türkiye’de ve dünyada, yargı mensuplarının öldürüldüğü gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu hatırlatır. Ayrıca, yazarın yasama, yargı, yürütme ve medya erklerini katarak aktardığı derin anlam katlarında yerini alan medyanın susturulması, gazetenin talan edilmesi, toplumu manipüle edebilecek bir yandaş basının oluşturulması da çöküntünün ayrı bir veçhesidir.

Filmin final sahnesinde, obruğun öte tarafında, Emre’yi ve Murat’ı, gerçek bir olaya bakan insanlarmış gibi görürüz. Her an bir ava dönüşebilecek kovalamacadan kurtulmuşlardır. Ayrıca, tüm gerçeği görmüş ve filmin başında, korkutucu dediği yere geri dönmüştür fakat artık korkmaz. Zaten hakikatin kan donduruculuğuyla yüzleşmiştir. Her ne kadar avcıların elinde silah yoksa da eğlencelik bir “oyun”a dönen kovalamaca, beklenmedik bir sonla biter. Uçurumun kenarına gelen kötüler korkularıyla, ölümle yüzleşirler. Asıl yüzleştikleri şey, her avın o kadar kolay olmadığıdır. Karşılarında bu kez onlarla mücadele eden biri vardır.

Son olarak, yazar, hayat karşısında daha sağlam ayakta kalmak gerektiğinin altını çizer ve bilinçli olarak taraf olur. Kasabadan ülkeye, oradan dünyaya uzanan meselelerle derin anlam katlarına ulaştığımız bu yolculuğun, tıpkı Emre’de olduğu gibi bizlerde de kırılma ve dönüşüm yaratacağını söylemek abartılı olmayacaktır.


[1] Fatma Erkman-Akerson, Göstergebilime Giriş, Multilingual, İstanbul, 2005, s. 148.

[2] Fatma Erkman-Akerson, a.g.e., s. 149.