Kurtuluşumuzun Şafağı: Uluslararası Komünist Kadın Hareketi'nin İlk Günleri

'Komünizm olmadan kadınların özgürleşmesi düşünülemezse, kadınların özgürleşmesi olmadan da komünizm düşünülemez. - Inessa Armand[1]

"30 Temmuz [1920] akşamı, kırmızı fularlar takan ve ellerinde pankartlar taşıyan kadın işçilerden oluşan ince kollar, Moskova'nın uzak semtlerinden ve kenar mahallelerinden Bolşoy Tiyatrosu'na doğru yola çıkar. Pankartlardaki sloganlar şöyledir: 'Tüm ülkelerde proletarya diktatörlüğüyle kadınların tam kurtuluşuna'.

Moskova sokaklarında Enternasyonal'i söyleyen kadın seslerinden oluşan bir koro duyuluyor. Moskovalı proleter kadınlar Bolşoy Tiyatrosu'ndaki Birinci Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı'nın açılışına sevinçle yürüyorlar. Yabancı ziyaretçiler de katılıyor.

Akşam saat sekizde tiyatro tıklım tıklım. Parter ve katlar kadın işçiler tarafından işgal edilmiştir. Sahne Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika, Meksika, Avusturya, Danimarka, İsveç, Macaristan, Finlandiya, Norveç, Letonya, Bulgaristan, Hindistan, Gürcistan, Kafkasya ve Türkistan'dan gelen delegeler tarafından işgal edilmiştir."[2]

Devrimci kadınlar Temmuz 1920'de Moskova'da düzenledikleri ilk konferansın açılışını böyle tanımladılar. O ay 19 ülkeyi temsil eden yirmi bir kadın, Komünist Enternasyonal'in (ya da Komintern'in) İkinci Kongresi çerçevesinde kadın sorunlarını tartışmak üzere bir araya geldi. Komintern bir yıl önce Vladimir Lenin'in inisiyatifiyle, Birinci Dünya Savaşı sırasında militarist ve milliyetçi politikalarla itibarını yitirmiş olan (İkinci) Sosyalist Enternasyonal'in yerine kurulmuştu.

Kadınların özgürleşmesi uzun zamandır sosyalist gündemin önemli bir noktasıydı. Komintern'in programı, yasalarda ve uygulamada kadın ve erkek arasında tam hak eşitliğini, kadınların siyasi hayata entegrasyonunu, kadınlar için ücretsiz eğitim ve tıbbi bakımı, ev işleri ve çocuk bakımının yükünü hafifletecek sosyal önlemleri ve kadın ve erkekler için cinsel çifte standardı ortadan kaldıracak önlemleri içeriyordu.

Komünizm ve feminizm: ortaklar mı, rakipler mi yoksa bir bütün mü?

Komintern'in toplumsal cinsiyet politikalarına ilişkin çalışmalar nadiren yapılsa da, Batı akademisindeki pek çok yetkili ses komünistlerin ve özellikle de Sovyetlerin kadınlara yönelik politikalarını "büyük ölçüde önemsiz bir sözde hizmet" olarak görme eğiliminde olmuştur.[3] Uluslararası komünist kadın hareketinin kazanımlarına yönelik aynı küçümseyici tutum, sosyalist/komünist kadın hareketlerine ilişkin akademik katkılarda da büyük ölçüde mevcuttur. Soğuk Savaş döneminin liberal feministleri ve daha yeni bazı yorumcular, II. Dünya Savaşı'ndan sonra sosyalist ülkelerdeki kadın hareketlerinin ve müttefik uluslararası kadın örgütlerinin (Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu ve Amerika'daki bağlı kuruluşu Amerikan Kadınlar Kongresi gibi), Parti’yi kadınlara hizmet etmek için seferber etmek yerine, üyeliklerini öncelikle Parti hedeflerine hizmet etmek için seferber ettiklerini vurgulamışlardır. Buna karşın aynı akademisyenler, Batılı sosyalist olmayan feminist örgütlerde bulunduğu varsayılan özerk eylemlilik ve siyasi tarafsızlığı vurgulamışlardır.[4]

Sosyalist feministler de klasik Marksist teorinin toplumsal cinsiyet gündeminin önemli eksiklikleri üzerinde ısrarla durmuşlardır: başta toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünün merkeziliğini tüm alanlara taşıyamaması ve cinsellik ve yeniden üretim sorunlarıyla ilgilenmemesi. Ayrıca, klasik Marksist teoriye yönelik sosyalist feminist eleştiriler ile bu teoriyi hayata geçirmeye çalışan hareketlerin ve siyasi oluşumların tarihini iç içe geçirmeye yönelik şimdiye kadarki girişimlerin yetersiz kaldığı ileri sürülmüştür.[5]

Son zamanlarda yeni ve artan akademik çalışmalar, zaferci Soğuk Savaş paradigmasının (1989'dan sonra) güçlendirilmesini eleştirerek bu yorumları nüanslandırmış ve değiştirmiştir. Bu yeni katkılar, komünist/sosyalist kadınların kadınların özerkliğine giden en iyi yol olduğuna inandıkları "liberal feministlerin, kadınların özgürleşmesi programının hızlı modernleşmeye yönelik genel komünist programın temel bir bileşeni olduğunu ne ölçüde hafife aldıklarını" ortaya koymuştur.[6] Devlet kadın örgütlerinde ve uluslararası sosyalist örgütlerde çalışan komünist kadınların, programlarını daha büyük Komünist Parti hedefleriyle stratejik olarak uyumlu hale getirdikleri ve bu tür bir politikayı sözde burjuva feminist yöntemleri kullanmaktan daha etkili gördükleri ileri sürülmüştür. Bu uyum, özellikle ekonomik kalkınmanın benzer aşamalarındaki kültürel olarak benzer sosyalist ve sosyalist olmayan ülkeler karşılaştırıldığında, yasal eşitlik ve aile hukuku, eğitim ve kayıtlı işgücüne katılım açısından kadınlar için önemli kazanımlarla sonuçlanmıştır. Son olarak, bu çalışma "İkinci Dalga Feminizm" olarak adlandırılan akımın kökenlerinin yeniden düşünülmesini teşvik etmiş, bu akımın kabul edilen anlatının izin verdiğinden daha çeşitli ve karmaşık olduğunu öne sürmüştür.[7]

Bu makale, uluslararası Komünist Kadın Hareketi'nin (CWM) ilk günlerini incelemek için bu ikinci perspektifi benimsemektedir. [8] Özellikle üç noktaya odaklanacaktır: CWM'nin kadınların özgürleşmesi konusundaki fikirleri (ev işleri ve toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, yeniden üretim ve çocuk bakımı konuları dahil); komünist olmayan kadın hareketleriyle ilişkileri ve erkek yoldaşlarla olan sorunlu ilişkileri.

Birinci Komünist Kadınlar Konferansı: Kadınların Kurtuluşu için Bir Program

Örgütsel olarak Komintern'den bağımsız olan Komünist Gençlik Enternasyonali'nin aksine, Komünist kadınlar için yapılar Komünist partilere entegre edildi. Ancak Birinci Komünist Kadınlar Konferansı'nda, partiler içinde kadınlar için (erkeklerin de üye olabileceği) özel ajitasyon kurumları kurulmasına ve bu kurumların yerel kadın komitelerinin çalışmalarını şube düzeyinde koordine etmesine karar verildi. 1922 yılına gelindiğinde neredeyse tüm Avrupa ülkeleri gerçekten de kadınlar arasındaki çalışmalar için parti yapıları kurmuştu.

Komintern bünyesinde, merkezi önce Berlin'de daha sonra Moskova'da olmak üzere, Yürütme Komitesi’ne bağlı bir Uluslararası Kadın Sekreterliği (IWS) kuruldu. IWS'nin bir üyesi aynı zamanda Komintern Yürütme Kurulu'nun da bir üyesiydi. Kadın Sekreteryası en başından itibaren ulusötesi karakterinin altını çizdi ve farklı ülkeler arasında deneyim ve bilgi alışverişini teşvik etti. Bu, Komünist kadınların yıllık toplantıları ve 1926'ya kadar yayınlanan aylık uluslararası bir dergi olan Kommunistische Fraueninternationale (Komünist Kadınlar Enternasyonali) aracılığıyla gerçekleştirilecekti.

Ancak pratikte uluslararası bağlar, bilgi ve deneyim alışverişi yavaş gelişti. 1921'de İkinci Komünist Kadınlar Konferansı'nda, önde gelen Alman Komünist kadın lider Clara Zetkin, Avrupa'daki demiryollarının dağınıklığı, kişisel bağlantıları sürdürmenin zorluğu ve düşmanca siyasi iklim nedeniyle Sekretarya’nın uluslararası bağlarının gevşek olduğuna işaret etti.[9]

Birinci Komünist Kadınlar Konferansı, Clara Zetkin'in taslağını hazırladığı "Komünist Kadın Hareketi için Tezler"i yazmak üzere bir komisyon kurdu. "Tezler", "erkeklerle sadece ölü hukuk kitaplarının pasif sayfalarında değil, gerçekte ve fiilen tam toplumsal eşitliğin, özel mülkiyetin kaldırılması ve kadınların faaliyetlerinin "sömürü ve boyun eğdirmeden arınmış yeni bir düzenin toplumsal üretimine" entegre edilmesiyle sağlanacağını vurguluyordu.[10]

"Tezler" aynı zamanda işin nerede yapılacağına bağlı olarak CWM'nin daha spesifik görevlerini de tanımlıyordu: sosyalist, kapitalist ya da pre-kapitalist ülkelerde. Önemli noktalardan biri, "eski lonca el sanatlarının en geri kalmış, deforme olmuş ve boğucu olanı" olan ev hizmetlerinin toplumsal bir endüstriye dönüştürülmesiydi. Önde gelen bir Rus kadın hakları savaşçısı olan Alexandra Kollontai 1920'de bu bağlamda şöyle yazmıştı "Bireysel hane ölüyor. Toplumumuzda yerini kolektif ev idaresine bırakıyor. Çalışan kadının evini temizlemesi yerine, komünist toplum, sabahları odaları temizlemekle görevli erkek ve kadınlar ayarlayabilir."[11] Bu fikir çok yeni değildi. Ancak ev idaresi ve işbölümü meselesi ilk kez kadınların kurtuluşuna yönelik sosyalist bir programın önemli bir noktası olarak ortaya çıktı. Yeni kurulmakta olan Sovyet devletinde ev işleri kadınların ikincilleştirilmesinin başlıca aracı olarak görülüyordu ve farklı türde hizmetler sunan kamusal tesislerin (çocuk gündüz bakım evleri, kamusal mutfaklar, kantinler, ortak çamaşırhaneler ve temizlik tesisleri, giysi tamir merkezleri vb. "Tezler" kapitalist ve pre-kapitalist ülkelerdeki kadınlar için bu tür kurumların kurulması için çabalamayı öneriyordu. Bu şekilde Komünist program, kadın sorununu sosyalist projenin tam merkezine koyuyor, kadınların kurtuluşunun sosyalist dönüşümün sadece sonucu değil aynı zamanda hedefi olduğunun altını çiziyordu. [12]

Komünist kadınlar ve burjuva feministler

Komünist kadınlar sınıfsal kimliklerinin altını oldukça kesin ifadelerle çizmişlerdir: 1920'lerdeki konferansın "Tezler "inde "burjuva kadın hareketinin taleplerinin tüm kadınlar için tam hakları ve insanlığı güvence altına almaktan aciz olduğu, çünkü bunların yalnızca kapitalist düzeni mülk sahibi sınıfların eşleri ve kızları yararına reforme etmeyi amaçladığı" belirtilmiştir.[13] Ancak bu, Komünist kadınların proleter olmayan kadın hareketleriyle her türlü işbirliğine karşı oldukları anlamına gelmiyordu.

Burjuva feministlerinin Komünistler tarafından en azından belli bir süre için tartışmalı görülen taleplerinden biri de genel oy hakkıydı. Başangıçta burjuva feministlerinin genel oy hakkı taleplerine kuşkuyla yaklaşanlar olmuştur. İkinci Enternasyonal'deki devrimci Marksistler, 1889'dan beri kayıtsız şartsız genel oy hakkını desteklemelerine rağmen, oy hakkını sadece ayrıcalıklı kadınlara tanıyan reformlara karşı çıktılar - oy hakkı ile ilişkilendirilen mülkiyet gereklilikleri, hem erkekleri hem de alt sosyal sınıflardan kadınları oy hakkından mahrum bırakıyordu. Ayrıca oy hakkını kadınların özgürleşmesini tamamlayacak bir iyileşme olarak da görmüyorlardı. Nitekim 1908'de Alexandra Kollontai "feministler için çağdaş kapitalist dünya çerçevesinde erkeklerle eşit haklara sahip olmak [kendi içinde] somut bir amaçtı; proleter kadınlar için eşit haklar [ise] işçi sınıfının ekonomik köleleştirilmesine karşı sürdürülen mücadelede kullanılacak bir araçtı" demiştir. [14] 1917'ye gelindiğinde oy hakkına verilen destek, özellikle Rusya bağlamında nihai olarak birleştirici oldu. Kollontai daha sonra kadınlara eşit oy hakkı verilmesini daha kesin ifadelerle savunarak bunun devrimi tamamlayacağını vurguladı.[15]

Komünist kadınlar diğer alanlarda da burjuva feministlerle işbirliği yapmaya hazırdı. Feministlerin pek çok talebinin ve kazanımının önemini açıkça kabul ediyorlardı. "Tezler" şunu kabul ediyordu: "Bu [burjuva] taleplerin yerine getirilmesi, elbette, burjuva toplumunun ve devletinin kadın cinsiyetinin aşağılığına dair eski önyargıyı resmen terk etmesi ve kadınların toplumsal eşitliğini eşit haklarla tanıması gibi küçümsenmeyecek temel bir değişikliği gerektirir." [16] Komünist olmayan feministlerin kendileri de 1920'lerin başında "kadın sorunu" üzerine komünist fikirlere ilgi duyuyor ve bunları desteklemeye hazırdı. Hollanda'daki devrimci Kadınlar Birliği ve Fransa'daki bazı feminist gazeteler bu durumdaydı. [17] Kanada'da bu fikir, 1924 yılında Komünist Kadınların Komünist olmayan aktivistlerle aktif olarak işbirliği yaptığı Kanada Kadın İşçi Ligleri Federasyonu'nun (CFWLL) kurulmasıyla somutlaştı. Kanada'daki Komünist Kadınlar, Ukrayna İşçi Çiftçi Tapınağı Derneği (ULFTA) gibi etnik ve dilsel topluluklara dayalı örgütlerin kadın kollarında da aktifti. Bu tür örgütlerin üyeleri farklı sol görüşlere sahipti ve CP liderliği tarafından her zaman önemli görülmeyen kadın gündemlerini gündeme getiriyorlardı. Dahası, 1920'ler boyunca "reformist" nitelikteki bazı işçi, kadın ve çiftçi örgütleriyle işbirliği yaparak birleşik cephe politikasını izlediler. [18] Almanya'da Kızıl Kadınlar ve Kızlar Birliği (Roter Frauen und Mädchen Bund) 1925'in sonlarında işçi sınıfı kadın seçmen kitlesini genişletmek için kuruldu. Birlik, işçi sınıfı kadınlarının günlük yaşamlarında karşılaştıkları gündelik kadın ücretlerinin fiyatları, refah ve üreme hakları gibi konuları siyasileştirerek KPD'ye katılmakta isteksiz olan kadınları partiye katmayı başardı.[19] Bu son konu CWM'nin gündeminde önemli bir yer tutuyordu.

Ortak bir sorumluluk olarak annelik

Birinci Konferans'ın "Tezleri", doğum yapmayı ve çocuk bakmayı kadınların "tek gerçek doğal görevi" olarak gören ve dolayısıyla onlara aşağı bir rol atfedenin yalnızca "eski küçük burjuva, gerici ideoloji" olduğunu vurguluyordu. [20] Komünist kadınlar, kadınların üreme ve çocuk yetiştirme rolüne ilişkin bu geleneksel görüşten açıkça ayrılmak isteseler de, "Tezler" üreme hakları ve kürtaj meselesini ayrıntılı olarak ele almamıştır. Ancak bu, komünist kadınların bu soruna dikkat etmedikleri anlamına gelmemektedir. 1920 yılında Sovyet hükümeti kürtajı yasallaştırdı. IWS bunu, kürtajla ilgili Sovyet literatürünü Rusya dışındaki Komünist kadın kolları arasında dağıtarak takip etti. [21]

Komünistlerin üreme ve annelik konusundaki fikirlerinin teorik çerçevesi ilk olarak August Bebel tarafından tanımlanmıştır. Bu çerçeve daha sonra 1916 yılında 600 sayfalık Toplum ve Annelik adlı kitabını yayınlayan Alexandra Kollontai tarafından geliştirilmiştir. Kollontai çocuk doğurmayı aile ve toplum arasında paylaşılan toplumsal bir sorumluluk olarak görüyordu. [22] Onun fikri, bebeklikten itibaren çocukların fiziksel ve psikolojik refahıyla sadece annenin (veya ailenin) değil, aynı zamanda sosyalleşmiş kurumların da ilgilenmesi gerektiğiydi. Komünist kadınlar, 1918 kararnamelerinin anneliği yasal olarak koruduğu ve sosyalleştirilmiş çocuk bakımını tesis ettiği Sovyet örneğini takip ettiler, [23] bu fikri Birinci Konferans'ın "Tezleri"ne entegre ettiler: devlet, anneliği, çocukları ve gençleri korumak için refah kurumları kurarak annelik ile istihdamın uyumlu bir şekilde bir araya gelmesini kolaylaştırmalıydı. [24]

Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemin demografik bağlamı ve doğum kontrolünün o dönemde birçok kişi tarafından nüfus kontrolü ve öjenik için bir araç olarak savunulduğu gerçeği göz önüne alındığında, Komünist kadınlar kadınları çok az ya da çok fazla çocuk sahibi oldukları için damgalama girişimlerine karşı direndiler. Toplum herkes için müreffeh ve mutlu bir çocukluk için gerekli maddi olanakları garanti edemediği sürece kürtajı gerekli görüyorlardı. [25] Bu durum onların kürtaj karşıtı yasaları protesto etmelerini engellemedi. 1920'lerin başında Fransa'da ve (hatta) İtalya'da bunu yaptılar. Almanya'da komünist kadınlar kürtaj karşıtı yasalara karşı, zamanının çok ötesinde bir slogan olan "Bedenin sana aittir" sloganı altında bir kampanya yürüttüler. Danimarka'da doğum kontrolüne ilişkin bilgileri kadınların erişimine sunan Çalışan Kadınlar Bilgi Bürosu'nu kurdular. O dönemde kürtajın yasadışı olduğu Kanada'da Komünistler, Komünist olmayan kadınlarla birleşerek doğurganlık kontrolünün suç olmaktan çıkarılmasını ve doğum kontrolü hakkında bilgi ve ücretsiz doğum kontrol hapları sağlayacak "Anneler Klinikleri"nin kurulmasını talep ettiler. Bu girişimler genellikle IWS'den bağımsız olarak ortaya çıkan tabandan gelen bir karaktere sahipti. [26]

Komintern ve Komünist partilerde kadınlar ve erkekler

Komintern'in kadınları üzerine yapılan araŞtırmalar -ne kadar az olsa da- CWM'nin 1920'lerin ortalarından sonlarına doğru radikalleştiğine dikkat çekmektedir. On yılın sonunda hareketin amacının artık kadınların ilerlemesi değil, Komintern'in ilerlemesi için harekete geçirilmesi olduğu ileri sürülmüştür. [27] IWS özerk bir organ olmaktan çıkarılıp Komintern Yürütme Komitesi'nin bir departmanı haline getirilince hareket gerçekten de zayıfladı. Zayıflama ve ardından gelen radikalleşme, SSCB'de Stalinist sistemin yükselişine, Sovyet KP'sinin uluslararası komünist hareket içindeki hakimiyetine ve Komintern aygıtının giderek merkezileşmesine bağlanmıştır. [28]

Bu yorumlar, kuşkusuz, SBKP'nin tarihine ilişkin önemli gerçekleri ortaya koymaktadır. 1930'ların ortalarında SBKP gerçekten de Komintern içinde (her şeye gücü yetmese de) önemli bir karar verici haline gelecektir. Eşzamanlı olarak Sovyetler Birliği'nde de eski muhafazakarlık yeniden canlanacak ve kadın hakları konusunda önemli geri adımlar atılmasına neden olacaktı ki bunlardan en önemlisi -geri dönülemez olmasa da- kürtajın yeniden suç sayılması kararıydı (1936). Her ne kadar Sovyetler’in geri çekilmesi her yere yayılmamış ve muhtemelen "1930'larda yeni ve alışılmadık toplumsal cinsiyet yapılandırmalarının ortaya çıkmasını" engellememiş olsa da[29] farklı ülkelerde farklı derecelerde de olsa dünya çapındaki Komünist hareketi etkilemiştir. Ancak bu yorumlar, CWM'nin gerilemesindeki bir diğer önemli faktörü, yani erkek şovenizmini ve Komünist erkeklerin -hem liderlerin hem de tabanın- KP'ler içindeki kadın aktivizmine karşı direncini göz ardı ediyor gibi görünmektedir.

Erkek yoldaşların bu tutumu, komünist kadınların Moskova'daki ilk konferanslarında tartıştıkları sorunlardan biriydi. Fransız delegeye göre, savaş öncesi sosyalist hareketlerde erkek işçilerin "kadın işçilerin örgütlenmesi meselesine karşı sadece kayıtsızlık değil, hatta düşmanlık sergiledikleri" görülmüştür. Danimarkalı delege daha sonra "erkek işçilerin kadın yoldaşlarını sosyal ve siyasi hayata dahil etmeye istekli olmadıklarını, eşlerini ev ve ocağın bekçileri olarak görmeyi tercih ettiklerini" öne sürdü. [30] Benzer tutumlar -özel yaşamda şovenizm- Komünist hareket içinde de nadir değildi.

Clara Zetkin o zamanlar bu tür eğilimlerin çok iyi farkındaydı. 1921 yılında, "liderlerin TİS'in önemini çoğu zaman küçümsediklerini", çünkü "bunu sadece 'kadınların işi' olarak gördüklerini" belirtmiştir. [31] Zetkin, "çoğu ülkede hareketin [CWM] kazanımlarının Komünist Parti'nin desteği olmadan, hatta bazı durumlarda açık ya da gizli muhalefetine rağmen elde edildiğini" vurguladı. Zetkin aynı zamanda şovenist tutumların Komintern yönetiminden ziyade ulusal partilerin erkek üyelerine özgü olduğunu, buna karşın Komintern'in "her ülkede Komünist kadınları partilerde bir araya getirme çabalarını sürdürmek için ahlaki, siyasi ve mali kaynaklar sağladığı" sonucuna varmıştır. [32]

Durum elbette her yerde aynı değildi. Komünist kadınların farklı ülkelerdeki başarıları eşit değildi. Kuzey ve Doğu Avrupa'daki Komünist Partiler 1920'lerde kadın üye sayılarını önemli ölçüde arttırırken, Fransa, İspanya ve İtalya'da kadınlar üyelerin %10'undan azını temsil etmeye devam etti. [33] Ancak bu oran bile, kadınların o dönemde burjuva siyasetine nüfuz etmesiyle ya da Komintern'in 1919 öncesi partilerindeki kadın varlığıyla karşılaştırıldığında yüksekti, ki bu partilerin bazılarında hiç kadın yoktu.

Sonuç

Komintern'in eşitlik söylemine rağmen, proje Sovyetler Birliği'nde kadınların özgürleşmesi konusundaki geri çekilmenin etkisinden kurtulamadı ve kadınları devrimci hareketten dışlama eğilimindeki şovenist baskıların tam olarak üstesinden gelemedi

Özetle, CWM, bazı eksikliklerine rağmen, özellikle kadın özgürlüğü ve devrimin etkileşimi açısından tarihsel bir ilerlemeye işaret etmiştir.

CWM, kadınların kurtuluşu için verilen mücadeleyi işçi sınıfının kurtuluşuyla sıkı sıkıya ilişkilendirmiş olsa da, kadınlar arasındaki radikalleşmenin tüm toplumsal katmanlarda mevcut olduğunu kabul etmiştir. Bu nedenle devrimci kadınlar, genel oy hakkı ve üreme hakları gibi konularda kadınlar arasındaki Komünist olmayan akımlarla işbirliğini desteklemiştir.

Komünist kadın liderler önde gelen siyasi aktörler haline geldiler ve bu sıfatla erkeklerle birlikte devrimci mücadeleye önemli katkılarda bulundular. Buna ek olarak, uluslararası komünist kadınlar ağı sadece kadınları ilgilendiren bir dizi özel önlem için de mücadele etti. Bu tür kazanımlar, toplumun sosyalist dönüşümünün yalnızca bir sonucu değil, aynı zamanda bu dönüşüme doğru atılan adımlar olarak görülmüştür.


Daria Dyakonova'nın Montreal'de 20 Mayıs 2018'de düzenlenen "Büyük Geçiş: Kapitalizmin Ötesinde Bir Dünya Hazırlamak" panelinde yaptığı "Kurtuluşumuzun Şafağı” başlıklı konuşmaya dayanmaktadır.