Odaklanmaya Doğru Bir Yürüyüş: Çalınan Dikkati Geri Kazanmak

Johann Hari’nin yakın zamanda İngilizcede çıkan ve kısa süre sonra Türkçe çevirisini okuduğumuz Çalınan Dikkat: Neden Odaklanamıyoruz? başlıklı kitabı dikkat ve odaklanma sorunu yaşayan bireylerce, bu alanda çalışan profesyonellerce epey ilgi gördü. Kitapta Hari vaftiz oğlunda gördüğü teknoloji bağımlılığından yola çıkarak kendi üzerinden bir hat çizmeye çalışır. Vaftiz oğluyla her sohbet ettiğinde, oğlunun bir süre sonra çevresindeki bir ekrana baktığını görür. Sonra kendisi özelinde okumalarının son yıllarda giderek azaldığını, bir merdivenden aşağı iner gibi performansının düşüşünü gözlemler. Bunun için bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) ile etkileşimi azaltmaya yardımcı olan stratejilerin yanı sıra BİT’ten periyodik bir kopuşu tarif eden dijital detoks kavramı ilk kurtarıcı olarak bu bireysel çabada karşılık bulur (Syvertsen ve Enli, 2020). Teknoloji kullanımının yol açtığı tutumlar, düşünceler, davranışlar ve vücut fizyolojisi üzerindeki olumsuz etkisi daha önce teknostres (technostress) kavramı ile dile getirilmişti yıllar önce (Weil ve Rosen, 1997). Bunun vuzuha kavuşması Covid-19 pandemisi sırasında daha somut bir şekilde gözlemlenebilir olmuştu. Teknostrese ve bireysel üretkenlik üzerindeki olumsuz etkilerine karşı koyabilmek için “dijital detoks” kavramı popüler kültüre ve teknoloji çalışmaları literatürüne geçer. Bugün aynı adla olmasa da teknolojik aletlerden uzaklaşma isteği ve dolayısıyla dijital detoksa artan talep esasen yanlış bir şeylerin olduğunu da haber veriyor gibi. BİT’i kullanma pratiklerimizi tekrar gözden geçirmemiz gerektiğini imliyor ki bu esasen var olan bir ihtiyacın çözüm merkezi olarak şu an için talep görüyor. Bu yazı kitabın asıl meselelerini ele alacak olsa da kendi okumalarımla birlikte bende öne çıkan başlıklar özelinde kitabı tartışacaktır.

Kısa vadeli bir proje olarak dijital detoks

Dijital detokstaki en büyük engel, tüm perhizlerde olduğu gibi bir yerden sonra bireye kontrol kendisindeymiş gibi bir yanılsama verip, birkaç ay sonrasında ise eski kullanım ve tüketim alışkanlıklarına bireyi geri döndürmesidir. Bırakılan yere dönüp dolaşıp geri gelmek. Sonrasında açığa çıkan yetersizlik ve kendiyle barışık olmama, iradesizlik hissi. Bu his ise bireye suç kendisindeymiş, kendi başarısızlığıymış gibi bir kabulü beraberinde getirip asıl faili görünmez kılar. Bir diğer mesele ise bir orduya karşı tek başına savaş vermeye benzemesi. Bir tarafta bu perhizi bozmak için uğraşan devasa bir endüstri var. Öte yandan bu durumda söz konusu teknoloji şirketleri ise dikkat onlar için bir meta ve sermaye, kâr artırmak için bulunmaz bir nimet. Hiçbir şirket böyle bir madeni işlemekten geri durmadığı gibi böylesi bir kaynağı ihmal etmeyi istemez. Dolayısıyla Hari’nin daha sonra öğreneceği gibi siz her uzak kalmaya çalıştığınızda yazılımların diğer tarafında dikkatinizi çekmek için uğraşan bir mühendis var. Bu örnek somutlaştırmak için kullanılmış olsa da Hari odaklanmaktaki güçlüğü yenmek, uzun zamandır düşündüğü romanı yazabilmek için tüm akıllı aletleri bir arkadaşına bırakarak Provincetown’da üç aylık bir ev kiralar. Analog hayata geçerek üç aylığına buradaki deneyimlerini aktarır. Dijital detoks diye tanımlayabileceğimiz bu durumda, hem sorunun kaynağı üzerinde düşünmeye hem de gündelik deneyimlerin teknoloji dolayımı olmadan nasıl gerçekleştiğini hatırlamaya, tekrar yüzeye çıkarmaya çalışır. Daha fazla uyuduğunu, ilk etapta uyanır uyanmaz elinin akıllı telefona gittiğini ama bir yerden sonra yoksunluğunu çekmemeye başladığını görür. Ancak bir zaman sonra eski haline perhiz süresi bitince geri döner. Provincetown’da kaldığı dönem boyunca, uzun yürüyüşler, uzun uykular ve uzun okumalar ona çok iyi gelir. Böylece dağılan dikkatin daha üretken bir hale gelmesinin yollarını keşfetmeye, dipte duranı açığa çıkarmaya çalışır.

Nöbetleşe konuşmak

Kitabın yazarı, Provincetown’da bir kafede oturup kitap okurken, yan masada iki kişinin oturduğunu görür ve konuşmalarına kulak kabartır. Bir uygulama üzerinden tanıştıkları anlaşılan iki kişi ilk defa yüz yüze geliyordur. Hari bu konuda şöyle söylüyor:

“Sarışın olan on dakika kendinden bahsediyor, sonra da koyu saçlı olan on dakika kendinden bahsediyordu. Böyle nöbetleşe konuşuyor, birbirlerinin sözünü kesiyorlardı. Yanlarındaki masada iki saat oturdum; birbirlerine tek bir soru bile sorduklarını duymadım” (Hari, 2022: 54).  Sonra da ekliyor: “Facebook sayfalarındaki durum güncellemelerini sırayla birbirlerine okumak için buluşmuş olsalardı bundan hiç farklı olmazdı, diye düşündüm.” Sanırım hepimizin gündelik hayatında uygulama olmadan da düştüğü durumlardan biri bu olabilir. Zira son dönemde Hari’nin gözlemine benzer bir gözlemim olmuş, “nöbetleşe konuşmak” bu anlamda yerinde bir gözlemi açığa çıkarmış oldu. Hari bunun üzerinde çok durmuyor, cümle arasında geçen bir ifade. Ancak bence bugünün iletişimini tanımlayan önemli anahtar kelimelerden biri gibi geliyor. Monolog yerine çok daha kullanışlı bir ifade alanı sağlıyor. Biri kendinden söz ediyor, bir süre sonra karşıdaki bu kez kendinden söz etmeye başlıyor. Burada ortaklığı kurulabilen tek şey iki kişinin ayrı bir kendiliğindenlik üzerinde konuşması. İkisi için bir diğerinin benliğinin önemli olmadığı, düşünsel bir paylaşımın ortaya çıkmadığı, bilakis birbirlerinin cümlelerinin bittiği anda diğeri bu kez bambaşka bir şeyden, kendi dünyasından söz ediyor. Beklenti ise sadece konuşmak.

Burada ilişki söz konusu olsa da (bir yüzün karşısında konuşmak, ona ihtiyaç duymak) iletişim kurulamıyor. Hari, narsisizmin bir dikkat bozukluğu olabileceğini düşünür böylece. Dikkatin sadece kendinize ve kendi egonuza dönük hale gelmesi olarak tanımlanabilecek bu narsisistik durumu tetikleyen unsurlardan sosyal medya platformlarını örnek gösterse de kitap boyunca bu alandaki uzman akademisyen ve bilişim, yazılım profesyonellerinden görüş aldıkça daha temel sorunlar olduğunu fark eder. Nitekim toplumun artan atomizasyonu ve narsisistik uyarımı bireyi ötekinin sesine sağırlaştırır. Empati kaybına yol açan bu durum, benlik ve kendilik kültünün yüceltilmesiyle sonuçlanır. Chul Han, bugün demokrasilerdeki krizin asıl sebebi olarak algoritmaları değil, bu ötekinin kaybı, dinleme yetisinden yoksunluğu ele alır (2022: 33). Müştereklerin yitimi, iletişimin öteki-başkası boyutunu kaybetmesiyle açıklanabilir. Başkalığı barındırmayan toplumda, kimlik savaşları hüküm sürer ve ötekine kulak vermeden kendi performansımızı sergilemeye başlarız. Nöbetleşe konuşmak geçer akçe haline gelir.

Dikkat dağınıklığından kurtulmanın yegâne yolunu ilk etapta kendi akışını bulmak olarak görüyor yazar. Ancak sadece uzaklaşıp rölantiye almak değil, peşinden koşulan olumlu bir hedef belirlemek gerekiyor. Telefondan, internetten, Twitter’dan uzaklaşıldığında dikkat dağınıklığından kurtulmamış oluyorsunuz. Ona göre bir şeyi başka bir şeyle ikame etmek gerekiyor. Dikkat dağınıklığını yaratan neyse onu çıkarıp yerine akış kaynakları koymak: sözgelimi kitap okumak, yazmak gibi. Sadece kendini yalıtmak ise bir boşluğa tekabül ediyor. Üstelik bunu bir hafta değil, beş-altı hafta boyunca zorlana zorlana yapmak gerekiyor.

Fiziksel ve zihinsel bitkinlik

Teknoloji çağının getirdiği hız ki Virilio (1998) hızı yıllar öncesinde yerinde bir saptamayla yaşadığımız toplumun bütün yapılarını hareket yeteneğinin, hücumun, çarpışma ve caydırmanın, hızla ilerleme ve sızmanın egemenliği altında görüyordu. Hıza bağlı olarak üretim ve egemenlik kurma stratejileri de değişiyordu. Virilio çağın anahtar kelimesi olarak hızı ele alıyordu. Genel olarak hızın, özel olarak da bedenin hızının sonuçta iktidarın hizmetine girdiğini ileri sürüyordu. Metnin kaleme alınmasından bu yana hayli farklı bir noktaya geldik.  Hızın, buna bağlı olarak enformasyon akışının bireydeki karşılığı günün sonunda fiziksel ve zihinsel bitkinliğe yol açıyor. Fiziksel bitkinlik kısmı ise yeterli uyku uyumama, bölünme ve enformasyon akışıyla paralel olarak adımlarımızın hızlanması süreçlerinden ileri geliyor -zihnin buna göre ritim tutturması. Hari’nin bu bölümde üstünde durduğu durumlara konuya ilgi duyanların yabancı olmadığı bir metin var: Neil Postman’ın Televizyon: Öldüren Eğlence kitabı. Nitekim Provincetown’da kaldığı sürede bir noktadan sonra kendi ritmini güneşin ritmine uydurduğunu ve bunun verimini örneklerle aktarır. Güneşin doğuşuyla uyanıp işe başlamak, güneş kaybolunca dinlenmeye geçmek. Bu dinginliği en son çocukluğunda hissettiğini söylüyor.

Postman, basılı sözün tekel konumunda olduğu zamanlarda dikkat dağınıklığının daha az, bilgiye ulaşmanın yolunun kısıtlı ve çoğunlukla araç olarak basılı metnin varlığının söz konusu olduğunu söyler. Çoğunlukla güneşin doğuşuyla işe başlama arasındaki zaman diliminde yapılan okuma ciddi, yoğun, sabırlı, araya başka bir şey sokulmadan gerçekleşir. Basılı sözün egemen olduğu bu durumda kamusal söz de genel olarak tutarlı, ciddi ve rasyonel bir temelden zuhur eder. Bu on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda doruk noktasına ulaşır. Metinler, konuşmalar daha analitik ve daha tutarlıdır -böyle olmak zorundadır ki tipografik dönemde birey, tutarsızlığı ânında fark eden bir düzeydedir.

Tipografik çağın egemenliğinde bu durum bireylerin konuşma ve dinleme becerilerine de yansır. Sözgelimi Postman (1994), bu dönemdeki cümlelerin daha uzun, daha yoğun ve dinleme becerisinin daha gelişkin olduğunu, ABD’deki seçim tartışmalarının radyodan altı-yedi saat kesintisiz dinlenebildiğini belirtir. Postman bu çağa Yorum Çağı adını verir. Bunda tipografideki yorumlama eğiliminin, gelişmiş kavrama ve ardışık düşünme yeteneğinin, akla değer vermenin, çelişkiden nefret etmenin ve tipografideki insanın tanımlayıcı özelliklerinin etkisi söz konusu. Ancak bu süreç televizyonun hayatımıza girmesiyle sekteye uğrar, bir kırılma gerçekleşir ve Yorum Çağı’nın yerini Gösteri Çağı alır. Her şeyin eğlence kılığına büründüğü, eğlenceyle ortaya çıktığı bir çağ başlamış olur.

Bugün yeni teslimiyet aracı artık televizyon ekranı değil, dokunmatik ekrandır. Bir teslimiyet aracı olarak varlık alanını genişleten dokunmatik ekran, bireyleri eğlenceye teslim eden pasif izleyiciler şeklinde değil, aktif yayıncılar olarak değiştirir. Sürekli enformasyon üretimi ve buna bağlı olarak da tüketimi hayatının büyük bir alanını kaplar. Kısa süreli güncel olan bu enformasyon, zamanı atomize eder (Han, 2022: 22). Zaman anlık şimdilerin ardışıklığına bölünerek, uzun dönemli düşünmeyi, bir şeyi uzun uzadıya ele almayı imkânsızlaştırarak rasyonel davranmak için ıskarta haline getirir. “İletişimi hızlandırma zorlaması bizi rasyonellikten yoksun bırakır” (Han, 2022: 23). Bu açıdan bugün, Postman’ın Yorum Çağı’nın yerini Gösteri Çağı’nın alması şeklindeki ifadesini Gözetim Çağı diye değiştirebiliriz. Analog kalmak elbette bugün iş ve yaşam pratiklerini sürdürmek için mümkün değil. Ancak yine de doğal olana ne kadar yaklaşılırsa dikkatin de o oranda artacağı bir gerçek.

Bugün bireyin uyku saati de doğal olandan epey uzak, uzak olduğu için de epey önemli bir alanda karşılık buluyor. Uyku meselesi nitekim Hari’nin yolculuğu sonlandığında da üzerinde duracağı konulardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Az uyumanın beyin üzerindeki hasarını bu alanda çalışan uzmanlardan dinleyip, uykunun hasarı onardığını kanıtlar eşliğinde öğreniyoruz. Uykuyu sınırlamanın, beş-altı saate düşürmenin en büyük handikaplarından birisi yoğun REM döneminin yaşanmamasına bağlı olarak rüya görmemek şeklinde karşımıza çıkıyor. Rüya görmeye zaman ayıramamak. Çevremizde de gördüğümüz, duymadığımız veya giderek daha az duyduğumuz bir cümle: “Dün bir rüya gördüm…”

Rüya görmemek

Peki tüm bunları bilmemize rağmen neden az uyuyoruz? Işıkla olan ilişkimiz bu etmenlerden birini oluşturuyor. On dokuzuncu yüzyıla kadar insanların hayatlarını düzenleyen şey güneşin doğuşu ve batışıdır (Hari, 2022: 80). Doğal insan ritmi de buna uygun bir şekilde evrilir. Hava aydınlandığında bir enerji patlaması yaşanırken, karanlık bastıktan sonra uyku kendini belli etmeye başlar. Elektrikli ampul ile maruz kalınan ışığı kontrol etme gücü kazanan insanın iç ritmi bozulmaya başlar. Öte yandan ekonomik sistem insanları uykudan yoksun bırakmaya bağımlı. Uykuda olduğumuzda para harcamıyoruz. O yüzden sistem uyutmamak üzerine kurulu olmasa da oraya evrilmiş durumda. Peki, çözüm nedir? Hari’nin görüştüğü uzmanlar maruz kalınan ışığın ciddi ölçüde azaltılması gerektiğini söylüyor. “Yatak odamızda hiçbir yapay ışık kaynağı olmaması, yatmadan önceki en az iki saat boyunca da ekranların mavi ışığından uzak durmamız” öneriliyor (s. 83). İyi ama beyaz yakalının her an çevrimiçi olma zorunluluğu, plazaların neon ışıkları her ânı gündüz olarak görmeye yol açıyor. Öte yandan pandemi ile birlikte açığa çıkan çevrimiçi görüşmeler, her an çevrimiçi olma hali istisna olmaktan çıkıp epeydir kural haline gelmiş durumda. Böylece çoktandır rüya görmediğimizi hatırlıyoruz. Uyku uzmanları telefonla ilişkimizin değişmesi gerektiğinden yana. “Ona [telefona] dikkat etmemiz gerektiği için pek derin uyumuyoruz. Çağrı bekleyen itfaiyeciler gibiyiz” (s. 83). Telefonu başka bir odada şarj etmek, uyumadan iki saat önce ekrandan uzak kalmak makul bir seçenek olarak sunuluyor.

Okumanın kaybı

Konunun uzmanlarıyla okuma üzerine konuşurken, bu alanda çalışan bir akademisyen kitap okumanın kişiyi belli bir çizgisellikte okumaya alıştırdığını, ekranda okumanın ise bir şeyden diğerine atlayarak okumaya alıştırdığını söylüyor. Ekrandan okumanın göz gezdirme ve taramaya daha yatkın hale getirdiğini, ihtiyacımız olanı almaya ittiğini gözlemlemiş. Uzun süre böyle okuma yapıldığında bu okuma biçimi kâğıt üzerinde de bulaşıcı hale geliyor. Varsayılan okuma şekli haline geliyor. Hari şöyle açıklıyor: “Okumayla farklı bir ilişkinin doğmasına yol açıyor bu. Okumak keyifli bir şekilde başka dünyalara gömülüp gitme biçimi olmaktan çıkıp, kalabalık bir süpermarkette ihtiyacınız olanı alıp hemen dışarı çıkmak için koşturmaya benzer hale geliyor” (s. 86).

Yapılan çalışmalarda aynı metin iki farklı gruba veriliyor. Bir grup ekrandan, diğer grup basılıdan okuyor. Basılıdan okuyanlar daha özümsemiş oluyorlar. Buna “ekran dezavantajı” deniliyor. McLuhan’ın “araç mesajdır” sözü burada anlam kazanıyor. Her gözlüğün dünyayı farklı görmemize yol açması gibi. Her araç dünyaya farklı bakmaya, dünyayı farklı görmeye yol açıyor. McLuhan’ın sözü enformasyonun ulaşım biçiminin enformasyondan daha önemli olduğunun altını çiziyor. Bu açıdan konuyla alakalı yürüttüğüm doktora tez araştırmasında, varsayılan okuma şeklinin, süpermarkette ihtiyacımız olanı alıp dışarı çıkma halinin pek çok görüşmecinin de dile getirdiğine şahit oldum. Buradaki bir diğer mesele, elbette “kolaylık” sloganı ile hayatımıza dahil olan ve daha az maliyetli kitap okuma biçimleri (pdf vb.) -bir çikolata alır gibi almamız, fragmanlar şeklinde okumamız gibi. Zamandan tasarruf, esasen zamanı etkili kullanma biçimimizi, yaptığımız üzerinde düşünme kabiliyetimizi ıskartaya çıkarıyor. Derinlikli okumanın kaybolması, her an uyaranlarla okuma pratiğimizin bölünmesi, kitabın nesne olarak taşınabilen bir şey haline gelmesi dışında artık giderek anlamının kaybolması teknolojinin vaat ettikleriyle amaçtan yoksunlaşır hale geliyor.

Ne yapmalı?

Görüşmelerinin sonucunda, “Aslında,” diyor Hari, “Provincetown’a odaklanmak için gittiğimi düşünüyordum. Ama aslında orada düşünmeyi öğrendiğimi, bunun için de spot ışığından çok daha fazlasının gerekli olduğunu fark ettim” (2022: 103). Bu inzivanın bitmesine yakın bir arkadaşının evinde internete bağlanıp e-postalarını kontrol ettiğinde, üç ay önceki trafiğe rağmen, bütün mailleri iki saatte okuyup bitirmiş oluyor. Siz durunca onun da durduğunu fark ediyor. Öte yandan Twitter takipçi sayısı da aynı şekilde. Eski hayatına geri döndüğünde kullanımı azaltma ve kontrol alma mücadelesi kısa sürerek tekrar ekran süresinin dört saate çıktığını söylüyor. Dijital detoksun çözüm olmadığını söylüyor eski Google çalışanı James Williams. “Çözümün öncelikle kendini geri çekmek olduğunu söylemek, ‘asıl farkı çevresel değişimler yaratacakken çözümü bireyin sırtına yüklemek’ oluyor,” diyor (s. 109).

Kilo almakla bir tutulan bir yer de var. Aşırı kilolar için hamburgerciyi değil, kendimizi suçlamalıyız diyor. Bunu anlamak, sorunun çözümü için yeterli gibi diyor bir görüşmeci. Tam da bu noktada teknoloji yine deva sunuyor. Bunlarla baş etmek için yeni uygulamaların hayata geçirilmesi, var olan uygulamaların bu taleplerle dönüştürülmesi gerekiyor. Kitabın yazarı diyet ve dijital detoks analojisini ilerletip bunun istisnalar dışında kalıcı olamayacağını söylüyor. Çünkü sizin dikkatini çelmek için telefonun öbür ucunda bir mühendis bekliyor.

Sorunun çözümü için köklere gitmek bir reçete. Gözetim kapitalizmini komple yasaklamak. Bu modelin komple yasaklanması. Öte taraftan bunların kamulaştırılması. Devlet tarafından satın alınması. Kamu yayıncılığına dönüşmesi… BBC modeli örneği veriliyor.

Peki, bireysel bazda ne yapılabilir? Hari, bunu feminist mücadeleye benzetiyor ve kadınların verdiği mücadelenin onları bugün nereye getirdiğini kendi ataları üzerinden aktarıyor. Yani savaşmaya, umut etmeye devam edelim, diyor. İnsani bir teknoloji hareketi olması gerekiyor. İstilacı teknolojiler bir tarafta, insani teknolojiler bir tarafta. Bu analoji robotları işleyen post-apokaliptik bir filmi andırıyor gibi. Ama yine de makul bir seçenek olarak duruyor. Elbette dikkati tümüyle teknolojiye mal ederek teknolojiyi başat aktör olarak ele almış olsa da sonrasında sınıfsal ve politik meselelerin de etkisi üzerinde duruyor. Orta sınıfın küresel ölçekte erimeye, ayrıcalıklarını kaybetmeye başlaması, kendi alanlarını korumak için daha çok çalışması da dikkat dağınıklığını etkiliyor. İnsanlar daha az çalıştıklarında odaklanma becerileri önemli ölçüde artıyor. İş gününün dörde inmesi burada bir çözüm olarak sunuluyor ki boş zamanın, dinlenmenin, durmanın dikkati arttırdığı uzmanların görüşleri çerçevesinde somutluk kazanıyor. Hızlanmak düşünceyi imkânsızlaştırıyor. İş hayatında bunun sağlamanın, elde etmenin mümkünlüğü sendikalaşmanın olması ve temel hakları talep etme gücüne kavuşmaktan geçiyor. Öte yandan bugünkü tüketim ve beslenme kültürü de önceki dönemlerden farklılaşmış durumda. Beslenme düzenin bozulması yeni neslin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ile mücadelede önemli bir faktör. Enerji sıçraması yaşatan ve çöküşe yol açan bir beslenme düzeni söz konusu. DEHB’nin artışı, doğal alanın yok edilmesiyle ilişkili. Mimari açıdan yeşil alanlara, oyun alanına erişememek de yeni neslin bu sorunlara dair bağışıklık kazanmasını engelliyor. Kitapta önemli sayılabilecek eksikliklerden birinin mimarinin bundaki rolü üzerinde yeterince durulmaması olarak ele alınabilir. Sosyal destek, arkadaşlık ortamının yok olması da dikkat eksikliğini arttırıyor.

Sonuç olarak yazar bir yöntem üzerinde durmasa da kendi yöntemini söylüyor, kSafe ve interneti istediği süre boyunca kesen Freedom adında bir program kullanması. Kendine kızmak, kendini suçlamak yerine akış dediği, bir fikrin kendisine iyi geldiğini düşünüp onun üzerinde kafa patlatmak. Yılın altı ayı sosyal medyadan uzak duruyor. Telefon ve benzeri aletler olmadan günde bir saat yürümek. Sekiz saat uyumaktan taviz vermemek. Yatağa geçmeden iki saat önce ekranla bağlantıyı koparmak. Çocukları varsa onlarla oyun oynamak.

Dolayısıyla bir reçete sunma iddiasında olmayan kitapta esasen olması gerekenler Hari’nin kendi deneyimleri üzerinden şöyle sıralanıyor: Yeteri kadar egzersiz, düzenli uyku, akış halini sürdürmek, çocuklar için oyun oynamak, besleyici gıdalar tüketmek. Kaçınılması gereken şeyler ise aşırı hız, stres, gerginlik, kirli hava, işlenmiş gıdalar tüketmek vb. Bir diğer alternatif ise örgütlenmek. İyileşmeye yardımcı olacak kuvvetler için kolektif mücadele. Kaçınılması gereken meseleler bugünkü yaşam formu içerisinde naif bir temenni olarak duruyor. Neticede böyle bir yaşam formu istisna değil, kural haline geldi. Gerçek bir istisna hali yaratmak için örgütlenmek, teknolojinin kâra dayalı işleyişi yerine insanları merkezine alan planlı bir ekonomi kurmanın yollarını bulmak ve bunda ısrar etmek.


Kaynakça

Eichner A. A. (2020). “Planting trees and tracking screen time: a taxonomy of digital wellbeing features”, Proceedings of the 24th Pacific Asia Conference on Information Systems, s. 1–14.

Han, Byung-Chul (2022). Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi, çev. M. Özdemir, İstanbul: Ketebe Yayınları.

Hari, J. (2022). Çalınan Dikkat: Neden Odaklanamıyoruz?, çev. B. E. Aksoy, İstanbul: Metis Yayınları.

Postman, N. (1994). Televizyon: Öldüren Eğlence, çev. O. Akınhay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Syvertsen, T. ve Enli, G. (2020). “Digital detox: media resistance and the promise of authenticity”, Convergence, 26(5-6). https://doi.org/10.1177/1354856519847325.

Virilio, P. (1998). Hız ve Politika, çev. M. Cansever, İstanbul: Metis Yayınları.                        

Weil, M. M. ve Rosen, L. D. (1997). TechnoStress: Coping with Technology @Work @Home @Play, New York: J. Wiley.