Ayın Sonunu Getiremeyenler Gezegenin Sonunun Gelmesine Karşı

Özgürleştirici politika temelde anonim kitlelerin politikasıdır; adı olmayanların, Devlet tarafından muazzam bir önemsizlik durumunda tutulanların zaferidir.[i]

Yaklaşık üç haftadır gözler sokağın güçlü olduğu ve politik karar alıcılara daima etki edebilme potansiyeli taşıdığı Fransa’ya çevrilmiş durumda. Kibriyle bilinen Macron seçildiği günden beri kendisini önceki politik aktörlerden ayrıştırarak seçim vaatlerinde de yer alan sosyal olarak daha ilerici (?), ekonomik olarak neoliberal reformları hayata geçirmeye çalışıyor. Nitekim ekonominin serbestleştirilmesi, eğitimin modernleştirilmesi, emek dünyasının düzenlenmesi adına emekliler, demiryolu işçileri, öğrenciler, kamyon şoförleri, çiftçiler ve benzeri toplumsal kesimleri sokağa döken, greve gitmesini sağlayan pratiklere imza atmış olsa da bu politikalardan asla taviz vermedi. Üstelik tüm bunları Beşinci Cumhuriyet’in kendisine sunduğu süper başkanlıkla kimseye hesap verme zorunluluğu olmadığının bilincinde, otoriter bir tavırlar yaptı. Sarı Yeleklileri doğuran ise Macron’un artık tüm Avrupa için öncelikli mesele haline gelen fosil yakıtlara bağımlılığı azaltacak (nükleer santrallerin kapatılması gibi total bir reform önerisinin parçası olarak) ekolojik geçiş konusundaki oldukça masum görülen politik tercihiydi. Halbuki akaryakıtın yeni vergilerle yeniden zamlanacak olması, en nihayetinde asıl sorumlular olan “büyükler”in kayırılması, gittikçe yoksullaşan, güvencesizleşen halk katmanlarının ekonomik olarak sorumlu tutulup onlara bedel ödetilmesi anlamına gelmekteydi. Bu anlamda Macron, kendisine yakıştırılan finans kapitalin, zenginlerin başkanı, Jüpiteryen lider olma vasıflarının hakkını ziyadesiyle vermektedir. Ancak bu sefer yüz yüze kaldığı toplumsal hareketi sindirebilmesi veyahut görmezlikten gelmesi hiç de kolay değil. Nedenlerini birazdan ortaya koyacağımız Sarı Yelekliler, Macron’un görev süresi boyunca karşılaştığı en büyük meydan okuma. Üstelik bu karşı çıkış öncesindeki iktidarların derinleştirdiği toplumsal meselelerin vebaliyle de karşı karşıya. Bu anlamda farklı biçimde de olsa benzetildiği 16. Louis’nin kaderini yaşamaya aday.

Kısa bir bilanço

Eylemler başladıktan sonra uzun süre iktidar cenahı her ne kadar diyalog, meşru barışçıl gösteri hakkı gibi söylemlere başvursa da bir şekilde göstericileri ayrıştırıp şiddet, aşırı sağ üzerinden itibarsızlaştırmaya çalıştı. Böyle olunca da kolluk kuvvetlerine dayalı tavizsiz bir politika yürüttü.[ii]. Tam da bu yüzden her açıklamanın sonunda Sarı Yelekliler içindeki holiganlardan (casseurs) dem vurulup vergilerden geri adım atılmayacağı, ekolojik geçiş için bunun zorunlu olduğu vurgulandı. Ancak tüm bu karşı çıkış ve değersizleştirme çabalarına rağmen bilançonun iyiden iyiye ağırlaştığı 1 Aralık’taki gösterilerden sonra bile Fransızlar harekete büyük oranda desteğini sürdürdü. 2 Aralık’ta yapılan Harris Interactive’in anketine göre Sarı Yeleklileri destekleyenlerin oranı % 72 düzeyindeydi.[iii] Üstelik tüm şiddet görüntülerine rağmen gilets jaunes sempatizanlarının % 81’i de şiddete başvurmanın yanlış olduğunu düşünüyor. Dahası ilk başlarda mesafeli duran, en iyi ihtimalle alternatif gösterilerle sahneye çıkan CGT gibi köklü sol sendika ve diğer toplumsal aktörler de daha cüretkâr davranmaya başladılar. Üstelik gelinen noktada Sarı Yeleklilere, liseliler, üniversiteliler, ırkçılık karşıtları, ambulans çalışanları gibi farklı kesimler de farklı repertuvarlarla var ettikleri eşzamanlı eylemlerle eşlik ediyorlar. Son şiddet olaylarından sonra polis sendikası olağanüstü hal talep ederken hükümet (geri adım atmadan önce) 16. maddeyi dahi üstü kapalı dillendirmeye başlamıştı. Muhalefet ise vergilerin geri çekilmesi, emeklilere ve asgari ücrete zam yapılması, referandum, yeni bir cumhuriyet, meclisin dağıtılması, istifa gibi farklı uçlarda ideolojilerine uygun taleplerle sesini yükseltiyordu. Tam da bu yüzden Macron ve hükümetinin ilk kez savunma pozisyonuna çekildiği bir atmosfer söz konusu. Arjantin’den döner dönmez Macron, başbakandan mecliste temsil edilen parti liderleriyle ve Sarı Yeleklilerin temsilcileriyle görüşülmesini istedi. Politik aktörelerin aksine Sarı Yelekliler hükümetin randevu talebini esnek olmayan tavrından ve tüm memnuniyetsizleri ilgilendiren geniş ölçekteki taleplerine dair kayıtsızlığından dolayı reddedip 8 Aralık için yeni (dördüncü) bir çağrıda bulundu. Son olarak başbakan tarafından hareketi tatmin etmekten uzak şekilde vergi artışlarının altı ay boyunca askıya alındığı duyuruldu. Bunun bir yenilgi mi yoksa Avrupa Seçimleri öncesi hareketi sönümlendirmeye dönük bir taktik mi olduğunu zaman gösterecek. Ancak her halükarda Sarı Yelekliler hareketinin dönüştürücü, etki edici bir güce ulaştığı rahatlıkla söylenebilir. Bu anlamda eylemlerin içinde doğrudan bulunulup bulunulmamasından bağımsız olarak Macron karşıtı kurumsal politik blok için ve iktidardan memnuniyetsiz geniş halk kesimler için büyük bir boşluk/fırsat oluşmuşa benziyor. Peki, daha uzun bir süre kamuoyunu meşgul etmesi beklenen Sarı Yelekliler hareketini nasıl anlamlandırmak gerekir? Ülke sınırlarını aşan bu öfke, ilerici bir siyaset için bir imkân mı yoksa otoriter, gerici bir dalganın habercisi mi? Veyahut her ikisi birden ya da hiçbiri mi? Yazının başlığı bu sorulara verilecek cevaplar hakkında ipucu verse de harekete yakından bakmakta yarar var.

Sarı yelek, kara öfke

Sarı yelek, çokça dillendirildiği üzere Fransız kanunlarına göre araçlarda taşınması zorunlu olan yüksek görünürlüğe sahip, dolayısıyla varlığının ihmal edilmemesi gereken bir giysi. Bu anlamda hem olağan akıştan bir sapmayı, bir olağanüstülüğü imlemekte hem de iktidarın istikrarlı şekilde sesini duymadığı, kaygılarını ve taleplerini dikkate almadığı, önemsiz durumda tuttuğu kesimlerin görünür olma çabasına denk düşmektedir. Dolayısıyla bir tür biz buradayız, hatta her yerdeyiz deme biçimi. Nitekim göstericilerle yapılan röportajlarda kendilerini bütün tikel kimliklerinden azade sadece Sarı Yelekli olmaklıklarıyla sıradan Fransız halkı olarak tanımlıyorlar. Tam da bu yüzden kendilerine atfedilmeye çalışılan kimliklere de itiraz ediyorlar. Dolayısıyla ortaklaşan taleplere sahip olmak dışında sabit, tek bir kimliğin atfedilemeyeceği, tanımlama çabasının anlamsızlaşacağı son derece heterojen, anonim, spontane bir insan topluluğu. Dahası hareketin resmî herhangi bir lideri yok (mesajlarının ileticileri dışında), hakim herhangi politik, ideolojik bir angajmanı da söz konusu değil. Üstelik Fransa’nın eylem bolluğuna rağmen önemli bir kısmı ilk kez böyle bir isyana katılmış durumda. Bu yüzden çeşitli çevrelerce dillendirilen harekete aşırı sağ, faşist bir öz de, devrimci, ilerici bir ontoloji de yüklemek doğru değil. Gündem olan homofobik, ırkçı sloganların yanı sıra eylemler esnasında Fransız Devrimi’nin donsuzlarına, 68 Hareketi’ne de çokça göndermeler var. Dolayısıyla ağırlıklı olarak beyaz erkeklerden oluşsa da ne baştan beri gerici kimlikleri aşikâr olan Fransa tarihindeki vergi karşıtı hareketlerle ne de Boulangisme, Poujadizm, Maurasçılık gibi faşist akımlarla en ufak bir yakınlığı yok. Sarı Yeleklilerin özellikle aşırı sağ seçmenden destek görmesi bile bu fikri boşa düşürmez. Gerçekten de eylemler Le Pen’in ve aşırı sağcı Nicolas Dupont-Aignan’ın en yüksek oy aldıkları kuzeyde ve güneydoğuda yoğun şekilde gerçekleşiyor. Fakat Le Pen’i destekleyenlerin aynı zamanda hareketi de desteklemesinde tuhaf ya da sol için anlaşılmayacak bir şey yok. Zira uzun zamandır solun geleneksel tabanı konumundaki alt sınıflar Fransa’da Le Pen’e oy vermek zorunda kalıyor. Bu yüzden sorgulanması gereken aşırı sağa oy veren insanların sokakta olması değil, sokakta olanların neden aşırı sağa oy verdiğidir. Kaldı ki Le Pen’in düşük oy aldığı Melenchon seçmeninin büyük kısmını oluşturan bölgelerde de harekete destek çok yüksek. Ayrıca hareketteki hakim eğilim toplumun diğer mağdurlarına yönelen bir karşıtlıktan ziyade doğrudan iktidar ve onunla büyüyen Fransa’nın groslarını (büyükleri) hedef almaktadır. Üstelik bir toplumsal harekete duygusal ya da ezbere reflekslerle belli nitelikler atfetme kolaylığı Fransa söz konusu olduğunda başka bir duvara daha toslamaktadır. Şöyle ki uzun bir süredir Fransa’da dayanışma ve var olma imkânları erozyona uğrayan (sendikal zayıflık, emeğin bireyselleşmesi, muhalefetin yetersizliği…) kesimler kamusal alana müdahale biçimi olarak, alternatif, politik bir odak haline gelen sokağa çıkmayı tercih ediyorlar. Tam da bu yüzden parlamenter demokrasi oyununda 2017 seçimlerinde 16 milyon seçmen bir tercihte bulunmayı reddederken %40 oranında oy aşırı olarak nitelendirilen Le Pen ve Melenchon’a gitti.

Sarı Yeleklilerin büyük öfkesi Macron’a yönelmekle birlikte Fransız kurumsal siyasetine dair de derin bir memnuniyetsizliği göstermektedir. Zira eylemlerde rahatlıkla görüleceği üzere göstericilerdeki hakim duygu, politikacıların kendilerinden, çıkarlarından uzaklaştıkları, onlara ulaşmanın, seslerini duyurmanın mümkün olmadığı, devletin ve iktidarın kendilerini terk ettiğidir. Bu yüzden isyanın körüklendiği bölgeler hükümetlerin seslerini hiçbir zaman dinlemediği, coğrafi ayrışmaya psikolojik ayrışmanın eşlik ettiği yerler. Bu insanlar, saygı duyulmadığını düşünen, liderlerle bağları uzun zamandır zayıflamış, kendilerini terk edilmiş hisseden öfke dolu insanlar. Emekli Bruno Binelli’nin dediği gibi: “Onlar bizi hiç dinlemiyor, Macron dinlemiyor. Birden çevreyle ilgilenmeye başladı fakat bu bir yalan, daha fazla vergi almak için bahane. Arabayı satıp yenisini alacak gücüm yok. Biz ülkenin dört bir yanında kendimizi unutulmuş hissediyoruz”. Ya da 55 yaşındaki nakliye çalışanı Florence’ın söyledikleri durumu çok iyi özetlemektedir: “Her şeyden öte Macron sıradan Fransızları dinlemiyor ve onların günlük kaygılarını anlamıyor. TV de göründüğü zaman sıradan halktan memnun olmadığı izlenimine kapılıyoruz. Kesinlikle bizi küçümsüyor.”[iv] Dolayısıyla sokağa çıkanlar, şimdiye kadar devletin ihmaline uğrayan kent çeperlerinde ve kırsalda yaşayan insanlar. Böyle olmaklıklarıyla konjonktürel olmaktan ziyade Fransız siyasetinin yapısal bir sorununa işaret ediyorlar. İktidarın onlarla olan iletişimi en iyi ihtimalle onların konumlarını işaretleyen, sınırlarını gösteren tek taraflı bir dayatma halinden ibaret. Tam da bu yüzden Sarı Yelekliler, ısrarla gösterilerin düzenlenmesi için kendilerine tahsis edilen yerlerin (örneğin Champs de Mars) dışına (Concorde Meydanı, Bastille, Champs Elysee) çıkıyorlar. Bu yüzden ekonomik ve toplumsal olarak adalet, eşitlik ve saygı talep ediyorlar. Talepler ekonomik olsa da sürekli bir şeylerin kendilerine dayatılmasından bıkmış, bu anlamda demokratik beklentilerle de yüklü öfke dolu insanlar. Tüm bu özelliklerinden dolayı hareket yakın dönem toplumsal hareketlerine benzer şekilde öngörülemez, müdahale edilemez, devletin hanesine yazması imkânsız yaratıcı bir yanı da içinde barındırıyor. Sarı Yelekliler, yine Arap Baharı, Gezi, Occupy gibi sosyal medyayı bir tür organizasyon, mobilizasyon üssü olarak kullanmakta. Ancak eylem rutinleri açısından bir tür kesintili süreklilik taktiğini içermesiyle de bir yeniliğe işaret etmektedir. Her hafta cumartesi günü mobilize olma hali benzer hareketlerdeki erken sönümlenme tehlikesini azaltmakta, engellemelere, hava koşullarına, periferiden kent merkezlerine gelmenin maliyetlerine rağmen uzun süre hareketi sürdürecek yeniden üretim koşullarını sağlamaktadır. Egemen bloğa karşı antagonistik bir itiraz anlamına gelen hareketin uzun vadede daha demokratik, ilerici ya da daha otoriter, gerici bir dalgaya dönüşmesi öngörülmesi kolay olmayan bir durum, ancak bundan sonraki hegemonik mücadelenin ve eklemlenen grupların marifetlerinin sonucunda şekilleneceğini söylemek mümkündür.

Periferinin merkeze taşan öfkesi

Hayat çok pahalı… Faşist değiliz, öfkeliyiz… Macron ilmeği gevşet, boğuluyoruz… Gilets Jaune, sansculottes… Seninle konuşuyoruz Bay Macron… Ya istifa ya da Devrim… Seçilmişler hesap vereceksiniz… Ülkenin öfkelileri uyanın… Sarı yelek kara öfke… Macron senin koyunların değiliz…[v]

(Eylemcilere ait sloganlardan birkaçı)

Le Monde’un 29 Kasım tarihli sayısında da belirtildiği gibi Sarı Yelekliler aslında yerel, periferik, kırsal Fransa ile metropoliten Fransa’nın karşı karşıya gelmesi anlamına gelmektedir. Nitekim eylemlerin gerçekleştiği 700 komünden 635’inin nüfusu 50.000’den az olan yerler.[vi] İngiliz yazar David Goodhart bu kesimleri, toprağa demir atmış, daha az eğitimli, kimliklerine bağlı, kent periferilerinde yaşayan bir yerdeki (somewhere) halk olarak tanımlarken, bunun karşısında konumlanan nüfusun %25’ini oluşturan kitleyi de hareket halinde, açık, topraksal bağları zayıf, kişisel otonomisi olan, daha iyi eğitime ve kariyere sahip, kent merkezlerinde yaşayan (tipik Macron seçmeni) herhangi bir yerdeki (anywhere) halk olarak tanımlamaktadır.[vii] Tam da Fransa’da Haziran 2017’de dizel yakıtın fiyatı 1,16 iken Kasım başında 1,58’e çıkması doğrudan bir yerdeki halkı vurmuştu. Üstelik Macron hükümeti Ocak 2019’da yeni zamların müjdesini de veriyordu. Bu artışlar statü kayıplarının şiddetlenmesi, hareketliliklerinin kısıtlanması, merkezden daha da uzaklaştırılmaları, kamusal varlıklarının ortadan kalkması anlamına gelmekteydi. Bu yüzden eylemlerde göze çarpan yazı ve sloganlar daha çok alım gücünü düşüren vergilere karşı yorgunluğu, tükenmişliği gösterip iktidara karşı büyük bir öfkeyi gözler önüne seriyor. Zira bu insanlar için akaryakıt, bütçelerinin önemli kalemini oluşturan zorunlu harcamalardan. Ondan vazgeçme olasılıkları yok. Kent merkezlerinde yaşayanların aksine büyük çoğunluğu işlerine giderken araç kullanmak zorundalar, hatta sıklıkla sosyalleşme imkânları da bu dizel araçlarla destekleniyor. Nitekim İfop’un araştırmasına göre kent merkezlerinde dizel aracı olmayanların oranı %49’lara çıkarken en dıştaki periferide dizel araç oranı % 78’lere çıkıyor. Kırsal alanın % 61’i günlük yaşamında doğrudan araç kullanımına bağımlıyken Paris’in merkezinde bu oran %23’e düşüyor.[viii] Bu yüzden akaryakıta yapılan zamlar onlar için katlanılması, tolerans gösterilmesi imkânsız dayatmaların en sonuncusu niteliğinde. Dolayısıyla vergi, kent merkezlerinde araçlara daha az bağımlı ve gelir düzeyi yüksek kesimlerden ziyade kent periferisinde yaşayan ve düzenli geliri olan fakat son dönemde giderek yoksullaşan dizel araçlara bağımlı orta (orta alt) sınıfı doğrudan ilgilendiriyordu. Zira Alexis Spire’ın “Vergiye karşı öfkenin kaynakları” adlı makalesinde de belirttiği üzere satın alma gücü sabit kalan ya da düşen ücretliler ve küçük bağımsız işletmeler için, vergiler kamu hizmeti karşılığı gibi görünmekten ziyade ek harcamalar anlamına gelmektedir.[ix] Jérôme Fourquet ve Sylvain Manternach’ın Jean Jaurès Vakfı için yaptıkları kapsamlı araştırmada da vurguladıkları gibi Beşinci Cumhuriyet’in akaryakıtı Ancien Régime’in buğdayı niteliğinde. Dolayısıyla akaryakıtla tetiklenen Sarı Yelekliler hareketi, 2005’teki isyanlarla görünür olan ve 2017 seçimlerinde zirveye ulaşan merkez-periferi arasındaki ekonomik, psikolojik, coğrafi büyük yarılmayı da ifşa ediyor.

Hareketin katılımcıları açısından Cumhuriyet’in eşitlik-özgürlük-kardeşlik mottosu ağır yara almış durumda. Periferi yurttaşının devlete/iktidara bağlılıkları uzun zamandır bölgelerinde bozulan kamu hizmetlerinden (aksayan kapanan demiryolu hatları, kamu kurumlarının kısalan çalışma saatleri, artan kuyruklar…) dolayı aşınmakta. Bunlar toplumun aktif üyeleri olma vasfını yitirme, yaşamları üzerindeki mutlak kontrollerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Bu yüzden var ettikleri toplumsal hareket büyük bir eşitsizlik, adaletsizlik duygusunun yoğunlaştığı bir tür patlama hali. Artık “büyükler”in hatalarının bedellerini “küçükler”in ödemesi gerekliliğini kabul etmek istemiyorlar. Zira uzun zamandır yapılan vergi aflarına, ertelemelere ve indirimlere bağlı olarak büyük burjuvazi kayrılıyor. Üstelik önceki iktidarlardan beri ayyuka çıkan vergiye dayalı suçlar da bir şekilde affediliyor. Bu yüzden özellikle 2008 krizinden sonra başlayan süreçte kıyıdakiler artık devleti kendilerini koruyan sosyal bir odak olarak değil, kendilerinden uzakta güçlülere hizmet eden, eşitsizlikleri arttıran bir karşı kurum olarak görüyorlar. 24 yaşındaki eylemci öğrenci Joel Mouilleseaux da tam olarak bundan yakınıyor: “Diğerlerinin çılgınlıklarının bedelini hep aynı kişiler ödüyor. Ödemek için çalışmak, daha fazla ödemek için daha fazla çalışmak zorundayız. Doğduğumdan beri böyle, her başkan döneminde böyle, artık yeter diyoruz.”[x] Eylemciler, büyük orta sınıfın üyeleri olarak sürekli şekilde bütçelerindeki ısınma, kira, sigorta gibi zorunlu harcamaların payının büyümesiyle karşı karşıya kalmakta, arta kalanlarla ay sonunu zar zor getirmekteler. Artık sinema, tiyatro, dışarıda yemek yeme gibi aktiveleri dahi lüks olmaya başlamış, orta sınıftan alt sınıfa doğru hızla düşmekte olan insanlar. Seleflerinin alt sınıfları ezen politikalarını daha da şiddetlendiren Macron’un dayattığı vergileri ya kabullenip alt sınıfa doğru koşar adım gideceklerdi ya da kaybedecek bir şeyleri olmadığından tamam deyip sokağa çıkacaklardı. Nitekim öyle de yaptılar. Bu açıdan hareketi toplumsal, coğrafi, ekonomik, zihinsel ayrışmanın, yarılmanın görünür olduğu bir tür sınıfsal dinamiklerin açığa çıktığı moment olarak da okumak mümkün. Dolayısıyla uzun zamandır kendilerinin ihmal edildiğini düşünen, yoğun şekilde adaletsizlik ve eşitsizlik duygusu içinde olan kesimlerin öfkesi ve böyle olmaklığıyla kent yoksullarıyla kent varsıllarını da karşı karşıya getiren bir hareket. Bu yüzden Disneyland işgal edilip ziyaretçilerin ücretsiz geçişleri sağlandı, lüks araçlar yakılıp dükkânlara saldırıldı, “sorunsuz yaşam” süren merkezin en gözde alanlarında olağan hayat yavaşlatıldı.

İfop’un araştırmasına göre sınıfsal ayrışmayı da gösterir şekilde Sarı Yeleklilere en büyük destek %60’ın üzerinde bir oranla işsizlerden, işçilerden, çalışanlardan ve küçük esnaftan gelmekteyken üst gelir grubunda bu oran %20’lere kadar geriliyor. Dolayısıyla Sarı Yelekliler, belli tereddütlerden dolayı henüz çeperdeki göçmenleri, sosyal tabakanın en altındaki kent yoksullarını (şimdilik) içermese de otoriter bir rejime demokratik bir müdahale olarak okunabilir. Ranciere’in (2014: 104) vurguladığı üzere: “Demokrasi ne oligarşiye halk adına hükmetme imkânı veren yönetim biçimidir ne de metanın gücünün düzenlediği toplum biçimidir. Demokrasi oligarşik iktidarların elinden kamusal yaşam üzerindeki tekeli, zenginliğin iktidarının elinden yaşamlar üzerindeki mutlak gücü sürekli geri alma eylemidir.”[xi] Bunu doğrulamaklığıyla hareket neye evirileceğinden bağımsız olarak demokratik bir müdahale anlamına geliyor. Öte yandan aynı zamanda Macron’un süper başkan olarak kendisine tevdi edilen teorik olarak Cumhuriyet’i bir diktatörlüğe dahi dönüştürecek geniş yetkilerinin, büyük sistemsel gücünün yanında toplumsal olarak ne kadar zayıf olduğunu da gösteriyor. En nihayetinde konjonktürel bir olgu olduğu anlaşılan Macronculuğun hem Fransız müesses nizamını kurtarma görevinin hem de neoliberal ajandayı istikrarlı şekilde sürdürme arzusunun sonuna yaklaşıldığı görülüyor.



[i] Badiou, A. (2010). “Komünizm İdea'sı”, A. Badiou & S. Žižek içinde, Bir İdean Olarak Komünizm (çev. A. Ergenç, & E. Kılıç), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 12-28

[ii] Örneğin Macron 1 Aralık’taki gösterilerden sonra şu açıklamalarda bulundu: “Şiddetinin failleri, değişiklik istemiyorlar, kaos istiyorlar. Bugün Paris’te olanların meşru öfkenin barışçıl ifadesiyle hiçbir ilgisi yok. Hiçbir neden güvenlik güçlerine saldırıyı, dükkânların yağmalanmasını, kamu ya da özel binaların yakılmasını, sokaktakilerin ya da gazetecilerin tehdit edilmesini, Arc de Triomphe’nin kirletilmesini meşrulaştırmaz. Bu şiddetin failleri değişimi, hiçbir ilerlemeyi istemiyorlar. Onlar kaosu istiyorlar… Onlar tespit edilecekler ve yargı önünde sorumlu tutulacaklardır.”

[vi] “Macron Peine a Convaincre Les ‘Gilets Jaunes’”, Le Monde, 29 Kasım 2018.

[vii] “’Gilets jaunes’: La ‘France périphérique’ demande à être respectée”, Le Monde, 28 Kasım 2018.

[viii] “Les ‘gilets jaunes’: révélateur fluorescent des fractures françaises”, ifop, No: 186, Kasım 2018.

[ix] “Spire. Alexis, Aux sources de la colère contre l’impôt”, Le Monde Diplomatique, Aralık 2018.

[xi] Rancière, J. (2014). Demokrasi Nefreti (çev. U. Özmakas), İstanbul: İletişim Yayınları.