Seçimden önce Birikim Güncel’e yazmış olduğum “Bütün Mümkünlerin Kıyısında” isimli yazımda, seçimleri Millet İttifakı’nın kazanacağını öngörmüş ve asıl mücadelenin bundan sonra başlayacağını düşündüğümü söyleyerek yazımı tamamlamıştım. Böylelikle, üstelik yıllardır taşra çalışan birisi olarak, Tayyip Erdoğan’ın taşradaki gücünü ve taşranın Türkiye siyasetindeki genel gücünü azımsayarak yanılmış oldum.
Belki mazeret değil ama koca koca araştırma şirketleri de özellikle seçimin sonuçları ve MHP’nin oy oranları itibarıyla yanıldılar. Anket şirketlerinin bu yanılgısını komplo teorileri ve benim de öngördüğüm sonuçlara ilişkin genel eğilimin yanılmasını oyların çalınması ve başka birtakım organize işler üzerinden okuyanlar var. Ben kendi adıma bu seçimde pek çok usulsüzlük yapıldığını, oy çalma ya da sehvenmiş gibi oy yazma olayının organize bir şekilde yapılmaya çalışıldığını düşünmekle birlikte, tüm bunların sonuca tesir edecek kadar, yani %5 oranında ve yaklaşık 2,5-3 milyon oy şeklinde gerçekleşebileceğine pek kani olamıyorum. Dahası olayı buradan okumak, bir yandan muhalefetin kendi başarısızlığını örtmekle ilgili, bir yandan da halkımızın Cumhur İttifakı ile girişmiş olduğu kader birliğine gerçeklik atfetmekten imtina etmek ya da bu gerçeği görmemekte ısrar etmekle ilgili diye düşünüyorum.
Sonuç olarak, bu seçim sonuçları bize net bir şekilde gösterdi ki Türkiye toplumu bilhassa milliyetçi-muhafazakâr bir bloka dönüşmüş olan taşra tarafından tümüyle kuşatılmış durumda. Tabii, AKP’nin yıllardır büyük ustalıkla dokuduğu seçim algoritmasının, Orta Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgesini, seçimlerde çapı çevrelerinden daha büyük hale getirmesinin etkisini de unutmamak lazım.
Bununla birlikte, Barış Özkul’un Birikim Haftalık’taki son yazısında izah etmeye çalıştığı üzere, milliyetçilik-muhafazakârlık bir çevre meselesi olmanın ötesinde, başkanlık sistemi ve başka kimi tarihsel meselelerden dolayı artık bütün fayların, yerli-milli hassasiyetlerin üzerinden geçtiği kırılgan, hisli ve hınç dolu bir ev sahipliğine dönüşmüş durumda.
Seçimin ilk turda sonuçlanmamasının asıl sebebi olan ATA İttifakı’nın bileşenleri, bu tutumlarından dolayı tahkir edilmek yerine, işte bu hanenin sahibi olarak, birdenbire kıymete bindiler ve otantik olanın Cumhur İttifakı’na, seküler olanın Millet İttifakı’na kayyım gittiği bir kombinasyonla, önce seçimlerin, ardından da Türkiye’nin kaderini kendi faşizan saplantılarla dolu politikaları üzerinden belirleyebilecekleri zehabına kapıldılar.
İşin daha da tuhaf tarafı, hem Özdağ hem de Ogan, stratejist ve derin oyuncular olarak masaya oturmak istiyorlar ve seçimleri kilitleyerek ayaklarına getirdikleri ittifakları da strateji bilirlikleri olarak takdim etmek istiyorlar. Ne var ki, Gramsci’nin dediği gibi, ölen ölmüştür ama doğması gerekenler doğamıyordur ve böylelikle alacakaranlıkta canavarların zamanında yaşamaya devam ediyoruz. Aslında kilitlenmiş seçim sonuçları ve %50 gibi bir imkânsızlığa bağlanmış kuralları itibarıyla yaşadığımız bu alacakaranlık kuşağı 2015 seçimlerinde siyaseten mevta olmuş olan Tayyip Erdoğan’ın gene aynı günlerde koltuğunu Sinan Oğan ve Akşener muhalefetine karşı kaptırmak üzere olan Devlet Bahçeli ile ittifak etmesinden kaynaklı. Dolayısıyla, siyaseten mevta olmuş olan iki ucube birbiriyle dayanışmak için memleketi cehenneme sokuyor ve bu cehennemle simbiyotik ilişkileri olan başka zebaniler de ortaya kurtarıcı pozunda çıkıyor.
Tüm bu kurtarıcılık pozları arasında insani kederi daha da derinlere sürükleyen şey, otantiği, seküleri, muhafazakârı ile yerli-milliliğin her biçiminin, icra ettikleri siyasetlerini, memleketle girişilmiş olan karşılıksız ve imkânsız bir aşk hikâyesinin duygular sosyolojisi üzerine inşa etmelerine rağmen, değerlerini speküle edebilmek için bastırdıkları açgözlülüklerini irfan diye pazarlamayı başardıkları gibi; siyasi cambazlıklarını ananız taş yesin yarım yarım beş yesin fedakârlığı ile tüketmeleri de gerçekten inanılmaz.
Kendi partilerinin oyları hiçbir şekilde %2’yi görmeyecek olan Sinan Oğan ve Ümit Özdağ ikilisi, makas kesmiyor, teller ötmüyor, tencerenin kapakları kalkmıyor diyen düğüncü esnafının bütün düğünü kilitleyip, düğündeki iki dünür tarafını da rehin almasına benzer bir stratejik derinlik ile ama bir yandan da yarısı peşin-yarısı iş bitince düsturundaki sadakat ve kalenderlikle kayyım olarak gittikleri ittifaklara seçimi kazandırmalarının hediyesi olarak, peşinen iade-i itibar, iş bitiminde de bakanlık ya da cumhurbaşkanlığı yardımcılığı istiyorlar.
Tabii bu işlerin bu şekilde gerçekleşmesi bir yandan sosyalistlerin ve merkezî Kürt siyasetinin göstermiş olduğu aşırı tevazu ile ilgili; bunu bilhassa düşünmek lazım, öte yandan bu işlerin geldiği nokta yıllardır MHP ve etrafındaki gayri nizami tertibatlara yatırım yapan MİT’in ya da devletin derin/sığ mahfillerinin gerçek bir başarısı. Şöyle baktığımızda, aslında kendisi de bir tür kayyımlık olan Hüda Par hariç devletin kayyım atamadığı siyasi parti-vakıf bir yana, güvercinsevenler derneği kabilinden kamusal mekânlar bile kalmamış oldu.
Dolayısıyla, Meral Akşener’in masadan kalkıp sonra oturduğu zamanlarda devletin ve yerli-milli söylemin Millet İttifakı’nda kaybettiği pozisyon, Özdağ ile geri alınmış oldu ve böylelikle, herhalde devlet dediğimiz tertibatın şu çingenin çalıp kürdün oynadığı ortamdaki şişkinliği bir miktar geçmiştir.
Cumhur İttifakı zaten devletin, devlet de Cumhur İttifakı’nın gibi görünüyor olsa da Sinan Oğan ve Hüda Par o cepheye Hikmet Kıvılcımlı’nın diliyle söylersek “barbar aşısı” oldu. Zira bir yanda bedensel hastalıkları ayyuka çıkan Tayyip Erdoğan, diğer yanda Donkişot gibi hayali şövalyeler (bu arada Jesse James nedir yahu?) ile vuruşan Devlet Bahçeli ve bunlara emanet edilemeyecek kadar büyük bir paramiliter kitle, kara para akışı ve gayri nizami tertibatlar için hazırlanmış mühimmat… Tabii kartlar dağıtılırken ya da dağılırken iki ittifakın eline de birer ATA jokeri düşmüş olması yalnızca rejim içi kurumsal siyaset ile ilgili değil.
2015’ten itibaren rejimin kurumsal yapısının içindeki aktörlerin ucubeye dönüşmesinin sebebi, HDP’nin 2015 Haziran’ında aldığı %13’lük oyun müesses nizamı kökünden sarsması ve bu nizamın asıl sahibi olduğunu iddia eden bu aktörlerin HDP ile girişmiş oldukları yıpratıcı sinir harbi. HDP bir miktar gerilemiş olmasına rağmen, kurumsal siyasetin en büyük muhalefeti, üstelik bu muhalefet yaklaşık 1 milyon oy almış TİP ile de tahkim edilmiş durumda.
Sedat Peker, Ali Yeşildağ, Muhammet Yakut gibi ifşaatçılar ve çeşitli anonim hesaplar ise müesses nizamın safralarını, cerahatini ortalığa saçtılar. Dolayısıyla, milliyetçilik ve muhafazakârlık bir yandan müesses nizamı yeniden tesis etmek için hayati bir aşı olurken, diğer yandan da yerli-millicilere bırakılmayacak kadar önemli hasletler olarak görülüyor.
Sonuç olarak seçimlere iki-üç gün kaldı, açık söylemek gerekirse Tayyip Erdoğan ve devlet içindeki ortakları, 14 Mayıs gecesi Millet İttifakı’na önemli bir yenilgi tattırmanın yanı sıra, Kemal Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’na, veri akışı, seçim güvenliği, oy oranları ve seçim simülasyonu gibi CHP’nin son derece iddialı olduğu cepheler üzerinden önemli bir Hasan Sabbah operasyonu çektiler. Kılıçdaroğlu tepkileri hafifletmek için birkaç kişinin kalemini kırdı, Davutoğlu-Babacan ikilisi fıtratları gereğince yenilgiye ortak olmamak için “konuşursak fena olur” pozisyonlarına çekildiler. Akabinde, Kılıçdaroğlu ATA İttifakı’nı ve onların hitap ettiğini düşündüğü gençleri tavlamak için yerli-milli hassasiyetlere intisap ettiğini açık eden jenerik bir bildiri okudu, birkaç görüşme yaptı ve en büyük siyasi kampanya numarası olarak Babala TV’ye çıktı.
Bugün de, Ümit Özdağ’ın Kılıçdaroğlu’na desteğini ilan etmesinin ardından elindeki beş benzemeze bir benzemez daha eklemiş oldu.
Seçimin ilk turu Tayyip Erdoğan için deplasmandı, moral üstünlük Millet İttifakı’nda görünüyordu (ki Millet İttifakı kazanacağına o kadar inanmış ki, seçimin ikinci tura kalacağı üzerine bir projeksiyon bile yapma gereği duymamış). Şimdi ise moral üstünlük Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nda, siyasetin söylemi ve Tayyip Erdoğan’ın elde ettiği oy oranı Kılıçdaroğlu’nu ister istemez deplasmana sürüklemiş durumda. Dolayısıyla, rövanş Cumhur İttifakı’nın evinde, onun sevdiği bir zeminde gerçekleşecek. Tüm bunlardan dolayı, Tayyip Erdoğan/Cumhur İttifakı, yenilmez olmamakla birlikte, elindeki tüm avantajlarla birlikte bu turun da favorisi.
Peki kaybederse ve Kılıçdaroğlu/Millet İttifakı kazanırsa ne olacak, Millet İttifakı’nın bileşenlerinin tutarsızlığına, Ümit Özdağ ile imzalanan mutabakat metnine ve Türkiye siyasetinin genel eğilimine bakarak diyebiliriz ki, sosyalistler, kadınlar, yoksullar, işçiler, beyaz yakalılar ve Kürtler için bahar muhtemelen, ancak mücadele ile yeşerecek bir başka bahara kalacak ama Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın İslâmofaşist blokunun sahada yenildiğini görmek cihana değer.