İkinci sezonu 28 Temmuz 2023 tarihinde Netflix’te gösterime giren Terzi, öyküsünü Gülseren Buğdaycıoğlu’nun kaleme aldığı, senaristliğini Rana Mamatlıoğlu ve Bekir Baran Sıtkı’nın yaptığı ve Cem Karcı’nın yönetmenliğini üstlendiği OGM Pictures imzalı bir dizidir. Ancak söz konusu yapım, dünün zevkle izlediğimiz Yeşilçam melodramlarının günümüz dünyasında bir gerçeğe ya da bağlama teyellenememiş kötü bir taklididir. Ünlü terzi Peyami’yi esir alan sırların teker teker açığa çıktığı dizinin en iyi yanı kolay izlenirliğiyle sonuna çarçabuk ulaşılabilmesidir. Kalbimizi çalan Yeşilçam’ın aksine Terzi’de oyunculuklarıyla öne çıkan iki karakter filmin/dizinin “asıl oğlan ve kadını” değildir. Peyami’nin “çocuk akıllı” babası Mustafa’ya hayat veren Olgun Şimşek ve daha önce Kulüp dizisindeki Selim Songür karakterine de can veren Salih Bademci (Dimitri) sergiledikleri mükemmel performanslarıyla diziyi seyretme gerekçesi yapan nadir unsurlardır.
Olamayan Terzi
Terzi’nin tek kusuru yetmişlerin Yeşilçam melodramlarının alametifarikası olan herkesin kendi kimliğini “öteki”nin hatırına ve sevgisine istinaden saklaması, en mahrem sırların kapı aralarından duyulması ve hayatın gri tonlarına izin vermeyen siyah/beyaz ikili karton karakterler değildir. Aksine Terzi’nin asıl sorunu, dünün Yeşilçam melodramlarında bulunan samimiyeti taklit edememesidir. Çünkü hayat değişmiştir: Dünün dostluğu önceleyen insan ilişkilerinin yerini dostların para, kadın ve güç uğruna abartılı oyunculuklarla sergiledikleri çatışmalar almıştır. Dünün nohut oda bakla sofa mekânlarının sağladığı içtenlik ve samimiyet, üçüncü bin yılın kapitalizminin lüks, ihtişam ve zenginlik göstergesi olan ev, işyeri ve restoranlarında var edilememektedir. Hal böyleyken siyah-beyaz melodramların taklitlerinin günümüzün renkli dünyasında ruhumuzda bir karşılık bulmasını beklemek çok naif değil mi?
Ama Terzi, naif bir dizi değil. Çünkü günümüz eğlence sektöründe neyin iş yaptığını biliyor ve Kırmızı Oda’larla başlayan modanın tuttuğunu fark ederek Peyami’nin çocukluk travmalarını psikanalitik kötü bir okuma ile başımıza boca ediyor. Benzer biçimde kapitalizmin meta çılgınlığının her birimizi ezdiğini, ruhumuzu çoraklaştırıp hepimizi anlamsızlığa gömdüğünü görerek sufiliğin ve dervişliğin yolunu hepimize salık veriyor. Ancak gelin görün ki semaha duran Mevlevi dervişinin bir elinin göğe, diğer elinin yere uzanması gerektiğini bilmediği için, sufinin hırkasını giyip onu taklit eden Peyami, her iki elini de “daha fazla almak” için göğe çeviriyor. Dervişliğin (varsa) hikmetinin alan elin aksine, kimselere göstermeden sessizce veren, paylaşan o öteki elde olduğunu bilmiyor çünkü. Bu bilgisizlik nedeniyle kendisini var eden dünün mütevazi kumaş dükkânlarına yolunu yeniden düşürse de kaybettiği anlamı ve kendisini oralarda bulmak yerine oraları ancak bir turist misali geziyor Peyami. Çünkü Terzi, lüks havuzlu villasıyla kimliği şekillenen Peyami’nin aksine semahta güneşine yönelen semazenin, yere vurduğu ayaklarıyla, kendisini tüketim nesnesine indirgeyen bu dünyanın geçici ve sınırsız isteklerini, taleplerini, arzularını ezdiğinden bihaber. Aksine Terzi, üçüncü sezonu arzuluyor. Aksine Terzi, güçsüz hikâyesi ve kötü diyaloglarının tutmasını istiyor. Aksine Terzi, Netflix sıralamasında bir numara olmayı talep ediyor.
O nedenle Terzi, hem Netflix hem de Peyami için, olmaya değil, sadece giymeye, ulaşmak istediği şeyi bünyesinde inşa etmeye değil, aksine onun esvaplarını giyerek dışarından ona benzemeye, iddiasının aksine özü içselleştirmeye değil, o özün kötü bir taklidini yapmaya ve tüm bunları her değeri daha çok reyting ve güç talep etmenin bir parçası haline getirmeye yöneliyor. İnsanı yoldan çıkartan ve gözünü döndüren bu hırs, Peyami’yi, babasının doğum gününde verilecek hediyeyi dahi bir gösteriye dönüştürmeye ve yapılacak bu defile gösterisinin satışını garanti altına almak için de o gösteriyi bu toprakların kadim inancı olan ateş ve sufilikle hercümerç etmeye dahi sürüklüyor. Ve Peyami, yarını hiç düşünmeden, inancı güce ve paraya peşken çeken, “ezilen yaratığın (bu son) iç çekişi”ni de susturan ve “kalpsiz (bu) dünyanın kalbi”ni de sökerek insanı metalar dünyası karşısında çırılçıplak bırakan tutumunun karşılığını Dimitri’nin, Esvet’in ve Cemre’nin alkışlarıyla fazlasıyla alıyor.
Tıpkı alnı secdeye değenleri yıllar boyu kanaatkâr, dürüst ve güvenilir sayan bu ülke gibi. Tıpkı insanları sivil ölümlere terk edenleri sadece inandığımız kitabın birkaç satırını kıraat ettikleri ya da sevdiğimiz şarkının birkaç dizesini terennüm ettikleri için onayladığımız gibi. Tıpkı inançsız ve dinsiz bir ahlâkı yok sayan hemen hepimiz gibi…
Kadınlar
Son olarak belirtmek gerekir ki Terzi, pek çok Yeşilçam melodramı gibi, heteroseksüel bir aşk ilişkisi zemininde yürüyor. Netflix gibi nadir de olsa LGBTİ+’ların görünebilirlik kazandığı bir zemini kullanmak konusunda hiç riske girmiyor Terzi. Çünkü o, hangi Türkiye’de yaşadığını çok iyi biliyor ve kazanmak uğruna cehennemin yollarını inşa etmeyi sürdürmek istiyor. LGBTİ+ görünürlüğünden geçtim Esvet, Cemre ve Kiraz karakterleriyle, kadınların günümüz Türkiye’sinde üstlenmeleri gereken sorumluklarının ve özgürlük sınırlarının da çerçevesini çiziyor Terzi.
Muhafazakâr muktediri rahatsız etmek uğruna kapitalizmin tüketim mekânlarında drug, alkol ve tütün tüketimini maksimize ederken, kadınların toplumsal rolleri bakımından put kırıcı devrimci bir rol üstleniyor gibi gözükse de inanmayın ona. Çünkü tüm bu özgürlükler, erkeklerin sınırında bitiyor. Öyle ya, bu dünyada Esvet, hiç istemese de biricik aşkı yerine Dimitri ile evlenip bir yandan ruhsuz biçimde onun altına yatıp onun işini yapmasına izin vermeli, diğer yandan da eski bir sandığın yanışı sayesinde onun babasını öldürmesine yardımcı olmalıdır. Cemre ise hiç sormadan ve sorgulamadan Peyami’nin istediği yere gitse, onun arabayı ölüme sürmesine yoldaşlık etse ve hatta Boğaz’ın serin sularında onu yaşamaya yeniden döndürse de başarılı defile gösterisinin ardından podyuma davet edilmeyi beklememeli ve görevini layıkıyla tamamlamış olmanın verdiği huzurla yeniden zirveye ulaşmış hegemonik erkeği Peyami’nin huzurundan çekilmeyi bilmeli. Onca yıl satılmış, para uğruna cinsel sömürüye tabi tutulmuş, kaynanasının sürgünü ile evini terk etmiş olan Kiraz ise onca yıl çektiği yoksulluk ve yoksunluğu dile getirmeden erkeği Mustafa’nın doğum gününde ona hediye edilmeli. Ne de olsa O, parayla olmasa da Mustafa’ya ait bir mal…
Anlaşılan günümüz Türkiye’sinde muhafazakâr dünyanın anneliğe mahkûm ettiği kadınlar, seküler burjuvaların dünyasında babaları tarafından iğdiş edilmiş erkekleri toksik erilliğe ulaştırmakla yükümlü. Ne demeli; bu toprakların sosyalizminin, “bizim kadınlarımız” diyerek, “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen”ler olarak tasavvur ettiği bir ülkenin muhafazakâr ve burjuva dünyasının tahayyülünün ne olmasını bekliyorduk ki!
Oysa onlar, ne Peyami’nin, ne Dimitri’nin, ne Mustafa’nın… ne de hiç birimizin.
Tıpkı sufiliğin, Hurûfiliğin, Bektaşîliğin, Melamiliğin, Kalenderîliğin… kapitalizme içkin ve mahkûm olmaması gibi.