Ateşin Hafızası: Yangınlar, Ekolojik Kırılganlık ve Unutmanın Bedeli

Küresel ısınmanın hızlandığı ve doğanın dengesinin sarsıldığı son on yılda, orman yangınları artık basit bir “afet” kategorisi olmaktan çıktı; hem toplumsal hafızamızda hem de gezegenin ekolojik dengesinde silinmez izler bırakıyor. Türkiye’nin orman yangınlarıyla olan ilişkisi, rasgele felaketlerden ve kontrolsüz tesadüflerden ibaret bir geçmişin ötesine geçti. Bugün, yangınlar sistematik, birikimli bir tehdide dönüşmüş durumda. Yalnızca Akdeniz'de, Amazon’da, Kaliforniya’da ya da Avustralya’da değil; dünyanın birçok köşesinde, hatta yangına aşina olmayan tropik bölgelerde bile son yıllarda yaşanan büyük yangın felaketleri asıl kaybın sınır tanımadığını ve etkilerinin yerel olduğu kadar gezegensel düzeyde de hissedildiğini gösteriyor.

Bu felaket zincirinin Türkiye’deki yansımaları, geçmiş yangınların toplumsal bellekte bıraktığı yaraları her yaz yeniden ve gittikçe daha şiddetli bir şekilde açığa çıkarıyor. Her sıcaklık dalgası, her kuruyan ot, her siren sesi; insan etkisinin, altyapı yetersizliğinin ve çevre politikalarındaki ısrarlı kayıtsızlığın birikimli sonucu olarak, yangınların nasıl bir “yeni normal”e dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Ormanlarımızda kaybolanlar yalnızca ağaçlar değil; biyoçeşitliliğin dokusunu oluşturan canlı çeşitliliği, birlikte yaşama kültürü ve yerel toprağın tarihsel hafızası da çözümsüz biçimde zarar görüyor.

Bu nedenle, bugünün orman yangınlarına bakarken Türkiye’yi küresel yangın dalgasından ayırmadan; yaşadığımız kaybı geçtiğimiz çağın “doğal felaketi” olarak değil, Antroposen’in, yani İnsan Çağı’nın, kırılganlığının yeni bir göstergesi olarak okumamız gerekiyor. Çünkü dünyanın dört bir yanında yükselen duman, aslında ortak geleceğimiz için bir uyarı ve hafızamızda açılan yeni bir yara izi. Bugün yanan her orman, yalnızca doğanın değil; geçmişin belleğinin ve geleceğin mümkünlüğünün de bir kaybıdır.

Yangınla Kurulan Yaşamdan, Yangında Çözülen Hayata

Ateş, insanlık tarihinde yalnızca yıkım değil, aynı zamanda yaşamı kuran ve dönüştüren bir unsur olarak karşımıza çıkar. Tarımdan zanaata, avcılıktan toplumsal ritüellere kadar birçok kültürel pratiğin merkezinde ateş yer alırken, ormanlar da bu döngünün vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Yerleşik hayata geçişten itibaren Anadolu topraklarında orman ekosistemleri, hem geçim hem de kültürel kimlik açısından ateşle birlikte yeniden şekillenmiştir. Latincede “kultus” kavramı hem kültürü hem de toprağın işlenmesini anlatır[1]; ormanlar ise uzun süre ateşle açılmış ve insan eliyle kontrol edilmeye çalışılmıştır[2].

Ancak bu kadim rol, modern çağda ciddi bir kırılmaya uğradı. İklim krizinin hızlandırdığı kırıcı kuraklık döngüleri, plansız kentleşme ve merkeziyetçi yönetimlerin doğayla kurduğu kopuk ilişki, ateşi bir kurucudan bir yok ediciye dönüştürüyor. Özellikle Akdeniz ve Ege başta olmak üzere Türkiye'nin kızılçam ormanlarında, tarihsel olarak ekosistem içinde “doğal” karşılanan yangınlar, günümüzde hem sıklık hem yıkıcılık açısından eşi görülmemiş boyutlara ulaştı. Kızılçamların tohumlarını etrafa yayabilmeleri için orman yangınlarına ihtiyaçları olduğunu biliyoruz[3], bu onların uzun evrimsel geçmişlerinde geliştirdikleri bir uyum. Ama bu uyum, sıklığı ve şiddeti artan yangınlarla onlara da yaşam hakkı vermiyor. Artık yangın yalnızca toprağı yeniden döngüye sokan ekolojik bir unsur değil; yıkımın, çözülmenin ve toplumsal öznede travmatik bir iz bırakan sosyal felaketin adı haline geldi.

Her büyük yangının ardından yalnızca ormanlar değil, birlikte yaşam kültürü, yerel ekonomi, habitatlar ve biyoçeşitliliğin eşsiz dokusunun en temel parçaları olan türler de kayboluyor. Yangın, geçmişte ateşiyle yaşamı mümkün kılarken, bugün ekosistemlerin çözülmesini tetikleyerek biyoçeşitliliği krize sürüklüyor. Tüm bunlar da göçü, toplumsal yas ve hafızada uzun süre kalan yaraları beraberinde getiriyor. Doğa ve kültür arasındaki bu yeni gerilim hattı, yangının artık sadece tabiatın değil, bir çağın kırılganlığının ve insan eliyle şekillenen felaketlerin de göstergesi olduğunun en açık kanıtına dönüşüyor.

Türkiye’nin Orman Yangını Hafızası: Kapanmayan Yaralar

Türkiye'de orman yangınlarına dair hem kurumsal hem de toplumsal hafıza, neredeyse bir asırlık birikimli kayıt ve acı deneyimlerle şekillenmiştir. Orman Genel Müdürlüğü'nün 1930'lardan bu yana tuttuğu raporlar, özellikle 1994, 2008, 2021 ve 2025 yıllarının "kilometre taşı" haline geldiğini göstermektedir[4]. Bu yıllar, hem yangın alanlarının büyüklüğü hem de vaka sayısındaki ciddi artışlarla hafızada yer etmiştir. Söz konusu dönemler, sadece orman alanı kaybıyla değil; toplumsal yaşamda, ekonomide ve ekolojik dengede yarattıkları derin tahribatla da öne çıkmaktadır.

Yakın geçmişte, örneğin 2021’de başta Akdeniz ve Ege olmak üzere birçok bölgede, yüzbinlerce hektar alanın yanması ve on binlerce kişinin tahliye edilmesi yalnızca istatistiklere değil, kolektif belleğe de “milat” olarak kazındı[5]. O yıl Muğla ve Antalya illeri, yıkımın en ağır yaşandığı yerler olurken, köyler boşaldı, arıcılar ve çiftçiler geçim kaynaklarını, yaban hayatı popülasyonları ise habitatlarını kaybetti. Son yıllarda bu hafıza sürekli tazeleniyor: 2025 yılında resmî kayıtlara göre yalnızca Haziran ayında 612 orman yangınına müdahale edildi, yıl başından bu yana toplam 3 binin üzerinde yangının yaklaşık dörtte biri son bir ay içinde gerçekleşti; yangınlar sırasında 80 bin hektardan fazla alan kül olurken, 50 binden fazla insan evinden tahliye edildi. İzmir’de yaşanan orman yangınları sırasında Adnan Menderes Havalimanı’nın kapanmak zorunda kalması gibi dramatik gelişmeler, yangının yaşamın her alanını kesintiye uğratabildiğini gösterdi.

Bütün bu veriler ve kayıp hikâyeleri, Türkiye’de orman yangını hafızasının geçmişten bugüne sadece trajik hatıralara değil, giderek derinleşen bir toplumsal ve ekolojik “ağrıya” dönüştüğünü ortaya koyuyor. Her yeni yangın sezonu, eski travmaların üzerine yenilerini bindiriyor; ormanlarda yitirilen sadece yeşil doku değil, aynı zamanda ortak geçmişle ve mümkün gelecekle kurulan bağ da oluyor.

İklim Krizi: Yangının Yeni Jeopolitiği

Orman yangınları günümüzde artık salt bir mevsimsel olay veya talihsiz rastlantının ötesine geçmiş durumda. Yangınların sıklığı ve yıkıcılığındaki artış, doğrudan iklim krizinin yol açtığı çoklu ve birbiriyle iç içe etkilerin sonucudur. Özellikle Türkiye ve benzer Akdeniz iklimine sahip bölgelerde, sıcaklıkların yükselmesi, yağış rejimlerindeki dengesizlikler ve uzun süren kuraklık döngüleri, ormanları her zamankinden daha yanıcı ve kırılgan hale getirmektedir.

Bilimsel literatürde “hydroclimate whiplash” olarak ifade edilen bu döngü, yani kısa süreli aşırı yağışları izleyen uzun kuraklık dönemleri, ormanlarda önce yoğun bitki örtüsü oluşmasına, ardından ani kuraklıkla bu örtünün hızla yanıcı “yakıt” haline gelmesine sebep olmaktadır. Sıcak hava dalgaları ve düşen nem oranları ile birleştiğinde, orman yangınları artık dünyanın dört bir yanında “yeni normal” kabul edilen bir afet biçimine dönüşmektedir. Nitekim, atmosferik susuzluk (evaporatif talep) adı verilen ve sıcaklık ile düşük nemin bitki ve topraktan suyu çekmesiyle artan bu etki, Türkiye’de ve küresel çapta yangın riskini çarpıcı biçimde yükseltmiştir[6].

Küresel tabloya bakıldığında, yalnızca Akdeniz coğrafyasında değil, Amazon’dan Sibirya’ya ve Avustralya’ya kadar yangınların hem sıklığı hem de tahrip gücü olağanüstü biçimde artmıştır. Daha önce yangın riski düşük kabul edilen bölgelerde bile rekor düzeyde alan kaybı yaşanmasının temelinde bu iklimsel dengesizlikler yatmaktadır. Türkiye ise iklim krizinin tetiklediği bu kırılganlık haritasında, yükselen riskin merkezinde yer almaktadır. Uzun kuraklıkların ardından gelen sıcaklık rekorları, fırtına ve aniden yön değiştiren rüzgârların etkisiyle, yangınlar yüz binlerce hektarı ve binlerce yaşamı tehdit etmektedir.

Son araştırmalar, iklim değişikliğiyle orman yangınları arasında çift yönlü ve güçlenen bir etkileşimi ortaya koymaktadır. Küresel ısınma, yalnızca yangın riskini artırmakla kalmaz; aynı zamanda yangınların kendisi de karbon salımı, yüzey yansıtırlığı (albedo) kaybı ve orman örtüsünde kalıcı değişikliklerle iklim krizini derinleştirir. Albedo, yeryüzü yüzeylerinin güneş ışığını ne ölçüde yansıttığını ifade eder; yanmış ormanlık alanlar bu yansıtmayı azaltarak daha fazla ısınmaya yol açar. Boreal ormanlar (özellikle Kanada, Alaska ve Sibirya'daki kuzey iğne yapraklı orman kuşakları), bu etkinin hem gözlendiği hem de hızla arttığı bölgeler arasında öne çıkmaktadır[7] [8]. Ayrıca, hızlı iklim değişimi nedeniyle bitki türlerinin yeni alanlara yayılma kapasitesi yeterli olmayabilir; bu da çok sayıda türün yaşam alanı kaybına uğrayarak yok olmasına neden olabilir[9]. Bu çifte baskı, orman ekosistemlerinin hem karbon depolama hem de biyolojik çeşitliliği sürdürme işlevini tehdit etmektedir.

Tüm bu gelişmeler, yangının yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda toplumsal bir kriz haline gelmesine yol açmıştır. Köylerin boşalması, göç, ekonomik kayıplar ve kamusal yas süreci; yangının Antroposen çağında, iklim krizinin jeopolitiğine ait, sınır tanımaz ve çok katmanlı bir felaket olarak yeniden tanımlandığını göstermektedir.

Artık biliyoruz ki orman yangınları, küresel ısınmanın rastlantısal sonuçları değil; Antroposen çağının ateşle yazılmış yeni jeopolitiğidir. Bu ateş, yalnızca ekosistemleri değil; sınırlara, politikalara, yaşam biçimlerine ve hafızalara da dokunmaktadır. Eğer geleceğe dair bir umut taşıyacaksak, onu ancak doğayla birlikte yaşamanın bilgisini yeniden inşa ederek taşıyabiliriz.

Toplumsal ve Ekonomik Etkiler

Orman yangınlarının bıraktığı yıkım, genellikle gözle görülür biçimde yanmış alanlarla sınırlıymış gibi algılansa da, asıl derin izleri toplumun hafızasında, gündelik yaşamın bütün alanlarında ve toplumsal ilişkilerde gözlemlenmektedir. Yangınlar, köylerin boşalmasına, binlerce insanın evsiz ve işsiz bırakılmasına, yoksulluk ve toplumsal kırılganlığın derinleşmesine yol açarken, ekonomik dengeleri ve sosyal bağları da köklü biçimde sarsmaktadır; bu durum, felaketin yalnızca doğayı değil, insan yaşamını ve toplumsal düzeni de dönüştürdüğünün en çarpıcı kanıtıdır[10].

2021 yazında Antalya-Manavgat, Muğla ve çevresinde yaşanan büyük yangınlar, on binlerce kişinin geçici ya da kalıcı olarak yerinden edilmesine neden olmuş, pek çok köy neredeyse tüm nüfusunu kaybetmiştir. Tarım ve hayvancılıkla geçinen aileler, bütün birikimlerini ve geçim kaynaklarını bir anda yitirmiş; Marmaris ve civarında binlerce arı kovanının kül olması yalnızca ekonomik değil, bölgenin ekolojik zincirinde de yaralar açmıştır[11]. Yangınların bu toplumsal maliyeti, can kayıplarından göç dalgalarına, ekonomik çöküşten ekolojik felakete uzanan bir sarsıntı doğurmuştur.

Yangının toplumsal etkisi, kimi zaman istatistiklerin ötesine geçen ölümlü kayıplara dönüşmektedir. Nitekim, Eskişehir Seyitgazi’de meydana gelen ve müdahaleye katılan 10 kişinin hayatını kaybetmesi gibi olaylar, yangınların sadece doğayı ve ekonomiyi değil, insan hayatını ve toplumsal dokuyu da derinden ve kalıcı bir şekilde etkilediğinin somut bir göstergesi olmuştur.

Bu süreç, toplumsal düzeyde kalıcı bir psikososyal kırılmaya da yol açmıştır. Saha araştırmaları, orman yangınlarının ardından köylerde ve etkilenen topluluklarda travma, anksiyete, yalnızlık ve depresyon gibi ruhsal sıkıntıların belirgin şekilde arttığını; toplumsal bağlar, dayanışma ve kültürel hafızanın zedelendiğini göstermektedir 7,8. Özellikle çocuklar, yaşlılar ve geçimini doğrudan topraktan sağlayan kesimler başta olmak üzere, afet sonrasında kurulan yeni hayatlarda toplumsal dayanışmanın azalması, kırılgan grupların savunmasızlığını daha da artırmıştır. Göç, yoksullaşma ve geçim kaybı, bu felaketlerin etkisini zamana yayarak yalnızca bir kuşağın değil, ardışık nesillerin toplumsal hafızasında iz bırakan bir travmaya dönüştürmektedir.

Yanan Sadece Orman Değil: Biyoçeşitlilikten Hafızaya Kayıp Haritası

Orman yangınları ekosistemler üzerinde yalnızca ağaç ve bitki örtüsü kaybına neden olmaz; yüzlerce, hatta binlerce canlı türünü ve karmaşık ekosistem ağlarını da geri dönülemez biçimde etkiler. Son yıllardaki bilimsel çalışmalar, yoğun ve geniş çaplı yangınların, özellikle bitki ve hayvan çeşitliliği üzerinde kısa ve uzun vadeli dramatik kayıplara yol açtığını ortaya koymaktadır[12]. Türkiye ormanları, Akdeniz biyocoğrafyasının nadir ve endemik bitki ve hayvan türlerine ev sahipliği yapar. Bu nedenle her büyük yangın, bölgedeki türlerin yaşam sigortası olan genetik çeşitliliğe ve milyonlarca yıllık evrimsel mirasa ciddi zararlar verebilir.

2021’deki Manavgat ve Marmaris yangınlarında olduğu gibi sadece insanlar değil, yaban keçileri, onlarca kuş türü, binlerce arı kolonisi ve on binlerce böcek türü de habitat kaybı ve yangından kaçamamaları nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak yok olmuştur. Hem saha gözlemleri hem de uluslararası literatür, yangınların yalnızca geniş alanları tahrip etmekle kalmayıp, arı kolonileri gibi ekolojik anahtar türlerin bölgeden çekilmesine, polinasyon ağlarının ve toprak döngüsünün bozulmasına neden olduğunu göstermektedir9. Özellikle Anadolu Sıvacı Kuşu (Sitta krueperi) gibi Türkiye için endemik olarak kabul edilebilecek çoğunlukla kızılçama bağlı türler için habitat kaybı ve ekosistem tahribatı genetik çeşitliliğin daralmasına, bazı popülasyonların sürdürülebilirliğinin tehdit altına girmesine neden olmuştur[13].

Böylesi felaketlerden sonra birçok türün yaşam alanının tamamen kaybolduğu ve bazı habitatların kendini yenilemesinin on yıllar, hatta yüzyıllar sürebileceği bilimsel olarak gösterilmiştir9. Nitekim, Avustralya’da yapılan bir vaka çalışmasında, geniş ölçekli yangınlar sonucunda özellikle hızlı hareket edemeyen memeli ve sürüngen türlerinde dramatik popülasyon düşüşleri ve habitat parçalanmaları gözlenmiştir; habitatın tek tipleşmesi, ekolojik ağların çökmesine zemin hazırlamaktadır[14].

Bu ekolojik kayıplar yalnız doğa sistemleriyle sınırlı kalmaz. Arıcılık ve küçük ölçekli tarım gibi geçim pratikleri, doğrudan ekosistem sağlığına bağımlı olduğundan, yangın sonrası bölgesel ekonomik gerileme, göç ve geçim krizi sıklıkla kaçınılmaz hale gelir. Toprak erozyonu, su döngüsünde bozulma ve yaban hayatının yer değiştirmesine bağlı zincirleme reaksiyonlar hem doğada hem toplumsal hafızada kalıcı izler bırakır[15]. Her kaybedilen canlı türü yalnızca bir ekolojik kayıp değil; nesilden nesle aktarılan bilgi, üretim ve kültürel “yerlilik” hafızasının da silinmesine yol açar[16].

Bütün bu nedenlerle biyoçeşitlilik kaybı, yalnızca ekolojik değil, kültürel bir felakete de dönüşmekte; afet yönetimi politikalarının sadece yangını söndürmeye değil, ekosistem bütünlüğünü ve çeşitliliğini korumaya, habitatları bilimsel esaslarla yeniden inşa etmeye odaklanmasını zorunlu hale getirmektedir.

Felaket Yönetimi, Hafıza ve Unutma Kıskacı

Ara başlıklarla birlikte, orman yangınlarının krizler çağında nasıl bir felaket zincirini tetiklediğini göstermeye çalıştım. Burada amaç kötümser bir tablo çizmek değil, ama neyle karşı karşıya olduğumuzu görmek ve “Ne yapabilirim?” sorusunu okura sordurmak. Geçmişe ve hafızaya değer vermenin, afet senaryolarıyla başa çıkmada temel önemde olduğuna inanıyorum. Çünkü geçmişi hatırlamadan, dersleri kurumsal ve toplumsal pratiklere aktarmadan, felaketlerle daima yeniden ve hazırlıksız karşılaşmak kaçınılmazdır.

Türkiye’de orman yangını yönetimi genellikle acil müdahale ve hızlı onarım etrafında dönerken, kurumsal hafızanın kalıcı ve öğrenen bir sisteme dönüşemediği görülüyor. Son yıllarda yapılan değerlendirmeler, özellikle yangın sonrasında yanan alanların hızla imara veya başka kullanımlara açılması ihtimali ya da açılması, hem ekosistem iyileşmesini hem de travmanın toplumsal bellekte kalıcılığını engellediğini gösteriyor. Kurumsal raporlarda, müdahale ve hasar tespitinde koordinasyon çoğu zaman etkin olsa da, yaşanan deneyimin sistematik bir şekilde arşivlenip geleceğe aktarılmasında ciddi eksikler var. Yangın yönetiminde toplumsal hafızanın zayıflaması, kolektif öğrenme süreçlerinin ve yerel katılımın kurumsal politikalarca pek desteklenmemesi, aynı hataların ve eksikliklerin tekrarını kolaylaştırıyor.

Uluslararası afet yönetimi literatüründe de vurgulandığı gibi, yangına karşı dirençli toplumlar, geçmiş felaketlerden çıkardıkları dersleri hafızada ve pratikte canlı tutarak, önceliği söndürme refleksinden, riskten önce önlemeye ve kolektif hazırlığa kaydırıyor. Felaket yönetiminde esas fark, “hatırlama”yı gündelik ve örgütsel bir pratik haline getirmekte yatıyor; unutulan her deneyim, gelecekteki afeti kronikleştiriyor[17].

Hatırlamakla Başlar: Yangın Yönetiminde Yeni Bir Yön

Tüm bu tabloda çözüm, afet yönetimini yangın başladıktan sonraya değil, öncesine, yani hızlı müdahale kadar, geçmişten ders çıkaran, toplumsal-kurumsal hafızayı canlı tutan, katılımcı ve ekosistem temelli önleyici stratejilere dayandırmaktan geçiyor. Akdeniz gibi yangına hassas bölgelerde yalnızca söndürme kabiliyetiyle yetinmek, kronik bir başarısızlık ve acının tekrarına davetiye çıkarır.

Bu nedenle, Türkiye’de etkin yangın yönetimi için;

Katılımcı, çok aktörlü ve yerel hafızaya dayalı yangın yönetim planları oluşturmak, Yanan alanlarda hızlı imar ve ekonomik çıkar odaklı yaklaşımlar yerine ekosistem odaklı ve bilimsel temelli rehabilitasyon süreçlerine öncelik vermek, Yerel toplulukların, gönüllülerin ve sivil inisiyatiflerin deneyimini kurumsal hafızanın bir parçası haline getirmek, Felaket-sonrası hızlı “unutma”dan çıkıp, kolektif hafızayı sürekli canlı tutacak arşivleme, eğitim ve belgelemeyi güçlendirmek;

zorunlu ve ertelenemez adımlar olarak karşımıza çıkıyor.

Ders almadan devam eden her unutma, yalnızca daha büyük felaketlerin değil, ortak yaşam kültürümüzün de sürdürülemezliğine işaret eder. Felaketlerle güçlü ve adil mücadele, ancak hafızayla, katılımla ve bilim temelli onarımla mümkündür.


[1] Lewis, C.T. & Short, C. 1879. A Latin Dictionary. Oxford: Clarendon Press.

[2] Pyne, S.J. 2001. Fire. A brief history. The British Museum Press, London.

[3] Keeley, J.E., Pausas, J.G., Rundel, P.W., Bond, W.J. & Bradstock, R.A. 2012. Fire as an evolutionary pressure shaping plant traits. Annals of Forest Science, 69(4): 465-481. https://doi.org/10.1007/s13595-012-0201-8

[4] Avcı, M. & Korkmaz, M., 2021. Türkiye’de orman yangını sorunu: Güncel bazı konular üzerine değerlendirmeler. Turkish Journal of Forestry, 22(3): 229-240. https://doi.org/10.18182/tjf.942706

[5] AFET PLATFORMU (2021). 2021 Yaz Dönemi Afetler Raporu. https://afetplatformu.org.tr/wp-content/uploads/2022/08/AFET-PLATFORMU-2021-RAPOR.pdf

[6]  Swain, D. L., Abatzoglou, J. T., Albano, C. M., Brunner, M. I., Diffenbaugh, N. S., Kolden, C., ... & Touma, D. (2025). Increasing hydroclimatic whiplash can amplify wildfire risk in a warming climate. Global Change Biology, 31(2), e70075. https://doi.org/10.1111/gcb.70075

[7] Oris, F., Asselin, H., Ali, A. A., Finsinger, W., & Bergeron, Y. (2014). Effect of increased fire activity on global warming in the boreal forest. Environmental Reviews, 22(3), 206–219.

[8] Stocks, B. J., et al. (2011). Fire regimes and climate change in Canadian boreal forests. Frontiers in Ecology and the Environment, 9(9), 499–504.

[9] Peters, R. L. (1990). Effects of global warming on forests. Forest Ecology and Management, 35(1-2), 13–33.

[10] Kolukırık, S., Arslan, D.A. & Gökalp Yılmaz, F. (2022). Orman Yangınlarının Toplumsal Etkileri ve Görünümü: Medya Paylaşımlarında 2021 Büyük Antalya-Manavgat Yangını. Afet ve Risk Dergisi, 5(2), 560-580.

[11] Alkın, R. C. (2022). Ateş, Su ve Sosyoloji: Türkiye’de 2021 Yazında Meydana Gelen Orman Yangınları ve Seller Üzerine Bir Afet Sosyolojisi Analizi. Tezkire, 80, 73-85.

[12] Geraskina, A.P., Tebenkova, D.N., Ershov, D.V., et al. (2022). Wildfires as a factor of loss of biodiversity and forest ecosystem functions. Forest Science Issues, 5(1), 97.

[13] Perktaş, U, Gür, H, Sağlam, İK & Quintero, E (2015). Climate-driven range shifts and demographic events over the history of Kruper's Nuthatch Sitta krueperi. Bird Study. 62: 14-28. DOI: 10.1080/00063657.2014.977220.

[14] Pastro, L.A., Dickman, C.R., Letnic, M. (2011). Burning for biodiversity or burning biodiversity? Prescribed burn vs. wildfire impacts on plants, lizards, and mammals. Ecological Applications, 21(8), 3238–3253.

[15] Kemer, N. (2022). Orman Yangınları ve Sonrası: Orman Ekosistem Restorasyonu. European Journal of Science and Technology, 33, 373-381.

[16] Pausas, J. G., & Keeley, J. E. (2019). Wildfires as an ecosystem service. Frontiers in Ecology and the Environment, 17(5), 289-296.

[17] Rice, R. M., & Jahn, J. L. S. 2020. Disaster resilience as communication practice: remembering and forgetting lessons from past disasters through practices that prepare for the next one. Journal of Applied Communication Research, 48(1), 136-155.