Son yıllarda Atatürk’ün kamusal yaşamda daha görünür hale geldiğine tanık oluyoruz. AKP’nin düzenli ve istikrarlı bir biçimde ulusal bayramları düşük seviyede kutlaması, uzun yıllardır süren iktidarın biriktirdiği ekonomiden eğitime, ulaşımdan kentleşmeye ve demokrasiye uzanan kronikleşmiş sorunlar, Atatürk’ü yeniden görünür hale getiriyor. Toplumlar, sorunlar karşısında öncelikle geçmişte yaşandığına inanılan altın çağlara dönüyor, siyasetçilerse bu inancı besleyip destekliyor. Bugün önemli bir toplumsal kesim, Atatürk ve Atatürk dönemini bir altın çağ, tüm sorunların çözüldüğü bir dönem kabul ediyor, en azından bu varsayımı Atatürk dönemi ve bu dönemi kemikleştiren gerçeklikle karmaşık bir Atatürk kültüyle özdeşleştiriyor, zamanı geriye sarmak istiyor. 2023 yapımı Atatürk filmi işte böyle bir dönemde büyük bir ilgi görüyor, 29 Ekim kutlamasında yerel idareler inisiyatif alıyor, büyük kitleler kutlamalara katılıyor. Film, sinema perdesine çıktığı ilk günlerde 300 bin izleyiciyi aşıyor ve daha yüksek izleyici kitlesine ulaşacağı görülüyor.
Genellikle Atatürk filmleri Atatürk’ü, resmî bir çerçevede, bir tarih dersinde olduğu gibi, bir devlet yayını olduğunu unutmadan TRT yapımcılığında görülen Kurtuluş ve Kuruluş dizilerinde olduğu gibi, toplumsal ve siyasal yaşamın çalkantılarından izole, sıkıcı bir kronolojik izlekle anlatmıştır. Aile yaşamına, toplumsal çelişkilere ve koşullara pek girmemiş, Atatürk’ü Atatürk yapan psikolojik motivasyon üzerinde durmamıştır. Bugüne kadar yapılan Atatürk filmleri bugün yapılan Atatürk filmi gibi zamanı geriye sarmış, Atatürk ve çevresinin hatıralarına yaslanmıştır. Bir tür biçiminde tarihçilerin ve burada film yapımcılarının kullandığı hatıra, zamanı geriye sarar, zamanı olay ânında başlatamaz, olay ânının nesnelliğini ve çalkantılarını koruyamaz, bugünün zihniyeti, güç ilişkileri, kişinin egosu, toplumsal hafızasının inşası çevresinde zamanı geriye sarar. Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabının girişinde 1960’larda Atatürk’le ilgili çıkan hatıralara dair şöyle demiştir: “Elli altmış sularında mısın, uydur uydur anlat! Geçmiş dediğimiz şey de buna döndü. Bazı övünmeler işittikçe ve bazı hatıraları okudukça içimi bir şüphe basıyor: -Acaba ben bu devrin içinde mi idim, yoksa otuz yıl süren bir rüya halimi geçirdim.”[1]
2023’te Mehmet Ada Öztekin, Atatürk filminin savaş sahnelerini daha gerçekçi ve çarpıcı çekmiş, genç Atatürk’ün özel yaşamına daha çok girmiş, onu içki içerken veya arkadaşlarıyla eğlenirken göstermiş, babasıyla ilişkisi üzerinde durup dramatik sahneleri yoğunlaştırmış, ama kaynaklarını değiştirmeyip benzer hatıralardan yararlanarak zamanı geriye sarmak isteyen bir film çekmiştir. Filmin farkı, paradigmayı veya kaynakları değiştirmeksizin kadrajı değiştirmekten ve teknik imkânları yükseltmekten ibaret.
Öztekin’in Atatürk filminin girişi, bugüne kadar pek görmediğimiz bir biçimde mağlup baba üzerinde durmuş, tacir Ali Rıza’nın yakılan kütüklerinin çocuk Mustafa üzerinde bıraktığı etkiyi filmin ana motifi biçiminde izlemiş, bir bakıma çocuk Mustafa’nın babasının hakkını alması, ülkeyi kurtarma motivasyonuyla birleşmiştir. Mustafa Kemal, hemen hemen her dönüm noktasında kütüklerin yakılmasını bir kâbus gibi, kara bir at üstünde seyreden kara bir düşman gibi görmüş, kütüklerin yakılması İmparatorluğun yakılmasıyla ve Mustafa Kemal liderliğinde Türkiye’nin kurtuluş çabasıyla ilişkilendirilmiştir. Bu yaklaşım aslında yeni değildir, tarihsel bir karaktere psikolojik yaklaşım getiren Vamık D. Volkan ve Norman Itzkowitz, mağlup babadan sonra Mustafa Kemal’in vatanı kurtarmasını anneyi kurtarmakla özdeşleştirmiş, bu bağlamda “psikobiyografik” bir tablo çizmiştir.[2] Bu defa Öztekin, direksiyonu babaya doğru çevirir, ama o da genellikle yapıldığı gibi Zübeyde Hanım’ın ikinci evliliğinden söz etmez, anne-oğul arasındaki gerilimi perdeye taşımaz. Mustafa Kemal ile Makbule arasındaki ilişki de oldukça dar bir biçimde yer bulur. Asıl vurgulanan, her zaman yapıldığı gibi, Zübeyde Hanım’ın oğluna duyduğu büyük sevgi ve saygı, Mustafa Kemal’in de anneyle beraber vatanı kurtarma ülküsüdür.
Aile motivasyonuyla beraber Mustafa Kemal’in gençlik hikâyesi Abdülhamid döneminin baskısı altında geçer, okulu bitiren Mustafa Kemal arkadaşlarıyla bir örgüt kurmak, sultana bir suikast tertip etmek gerekçesiyle zindana atılır, işkence görür, İttihat ve Terakki’ye (İT) katılır. Mustafa Kemal’in gözaltına alınmasıyla ilgili farklı hatıralar vardır. Ali Fuat Cebesoy yukarıda ifade ettiğimiz gerekçeyi anlatırken Kazım Özalp’e göre, Mustafa Kemal okulda bir yardım sandığının kurucularından olmuş, bu yardım sandığında toplanan paranın jön Türklere gönderildiği iddiası üzerine soruşturulmuştur.[3] Atatürk, Falih Rıfkı Atay’a bu olayı şöyle anlatır: 1904’te kurmay yüzbaşı olduktan sonra, arkadaşlarıyla memleket sorunlarını görüşür, tartışır, bu sırada aralarına askerlikten kovulma Fethi adında biri katılır, yardım ettikleri, aralarına aldıkları bu kişinin ihbarıyla yakalanır, soruşturulur, “bir müddet tek başına” hapis kalır. “Birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest” bırakılır. Sorgudan anladığına göre, gazete çıkarmak, teşkilat yapmak ve toplanıp görüşmelerden sanıktırlar.[4] Atay, Mustafa Kemal’in kötü muamele veya işkence gördüğünden söz etmez, anlaşın Atatürk böyle bir şey anlatmamıştır. Görebildiğim diğer hatıralarda da filmde görüldüğü gibi bir kötü muamele anlatılmamıştır. Film, Mustafa Kemal’in gözaltında kötü muameleye uğradığını, sopalarla dövüldüğünü işaret etmiş, sorguyu daha dramatik gale getirmiş, Osmanlı Devleti’yle inkılapçılar arasındaki karşıtlığı ve sert mücadeleyi vurgulamış, ama işkenceden çıkan bir subayın neden ve nasıl atandığını yeterince açıklamadığı gibi, Mustafa Kemal’in Şam günleri üzerinde de durmamıştır. Mustafa Kemal, Şam dönüşü İT’ye katılmış, teşkilat içinde idarecilere yakın bir konumda bulunmuştur.
İT içinde Enver Bey-Mustafa Kemal karşıtlığında filmin ana örgüsü ortaya çıkar. Enver Bey, özellikle Babıali Baskını’nın ardından iktidarı ele alır, İmparatorluğu felakete sürükler. Enver Bey zamanını anlamamış bir Ortaçağ lideri gibi sahnelenir. Saraya damat olmuş, genç yaşta bir darbeyle iktidarı almış, ülkeyi Cihan Harbi felaketine sürüklemiş, Mustafa Kemal’in tüm uyarılarını göz ardı etmiş, tüm kötülüklerin ve felaketlerin kişisel sorumlusu kabul edilmiştir.
Bu anlatı büyük oranda Atatürk’ün ve yakın çevresinin hatıralarından kaynaklanır. 1909’da Selanik’te gerçekleşen İT Kongresi’nde Tevfik Rüştü Aras’ın hatırlarına göre, Mustafa Kemal’in askerlerin politikadan ayrılma teklifi kabul edilmiştir.[5] Bu kabul tepki çekmiş, Atay’ın imasına göre Enver Bey, Mustafa Kemal’in öldürülme emrini vermiş, ama bu iş başarılamamıştır. İT idarecilerine göre, bu sırada Mustafa Kemal, sarhoş, fırsatçı, ahlâksız ve haris bir karakterdir.[6] Libya’da Envercilerle Mustafa Kemalciler arasında sürtüşme yaşanırken Balkan Savaşı patlak vermiş, bir süre sonra Babıali Baskını’yla Enver Bey harbiye nazırı olmuş, Fethi Bey bunu içine sindirememiş, bunun üzerine İT idaresi Fethi Bey’i askerlikten alıp parti umum kâtibi yapmıştır. Fethi Bey ilk iş fedailerin maaşını kesince ve partiyle ilgili eleştirilerde bulunacağı anlaşılınca Sofya Elçiliği’ne atanır, Mustafa Kemal de yanında ateşemiliter gider. Yani Balkan Savaşı patlak verip Enver Bey harbiye nazırı oluncaya kadar Enver Bey’in asıl rakibi anlaşıldığı kadarıyla Fethi Bey olmuş, Mustafa Kemal, Fethi Bey çevresinde yer almıştır.
Atay’a göre, Mustafa Kemal’in en beğendiği yaşamöyküsü kitabı sağlığında yayımlanan ve yine Mustafa Kemal’e göre tüm yanlışlarına rağmen Bozkurt’tur. Kitabın yazarı Armstrong, Mustafa Kemal’in Enver Bey hakkındaki hislerini Libya’da İtalya işgaline karşı mücadele ederken şöyle ifade eder:
Selanik’deki ilk günlerinden beri Enver’den hoşlanmamıştı. Şimdiyse ona karşı nefret duymaya başlamıştı; bunu açıkça göstermekten de geri durmuyordu. Nefreti kıskançlıkla beslenmiş, acılaşmıştı. Mustafa Kemal her zaman en iyisi, en iyi asker olduğuna inandırılmışken, Enver’den daha büyük olmasına karşın, şimdi onun peşinden sürükleniyordu. Daima Enver kumandanken Mustafa Kemal onun astı konumundaydı. Şık çadırında maiyetinde dalkavuklarla yaşayan, şevkle parıldayan, gösterişli, kibar ve çekici Enver’in gözünde, gri yüzü, alaycı tavırları, ters sözleriyle Mustafa Kemal adeta ziyafetteki kafatası gibiydi.[7]
Bundan sonra da benzer yorumlar yapan yazara göre, Mustafa Kemal, geride kalması, ast olması, Enver Bey’in kendisinden küçük olmasına rağmen orduda hızla yükselmesi, İT idarecisi, meşrutiyet kahramanı, Babıali baskıncısı, Edirne kurtarıcısı, harbiye nazırı ve damat olması gibi nedenlerle Enver Bey’i kıskanmış ve ondan nefret etmiştir.
Enver Bey hakkında olumlu görüş ifade eden nadir şahsiyetlerden biri Rauf Orbay’dır. Orbay’a göre, Enver Bey dürüst ve vatansever bir adamdır, memleketin harbe girmesiyse bir zorunluluktur.[8] Mustafa Kemal, İT içinde askerin siyasete karışmaması gerektiğini söyler, ama tek başına değildir. Karabekir ve İsmet Beyler de aynı düşüncededir, dolayısıyla bu görüş daha çok İT’nin genç subayları arasında bir mutabakata dönüşmüştür.[9] Fethi ve Mustafa Kemal Beylerin Enver Bey hakkındaki ithamları, imzasız risalelerle sürmüş, Fethi Bey bu şikâyetleri nedeniyle askerlikten ayrılmış, Sofya elçisi olmuştur.[10]
İT içinde şüphesiz Enver Bey önemli bir karakterdi, ama tek karakter değildi, Feroz Ahmad’ın gösterdiği gibi İT, kararlarını merkez karar organında alan kolektif bir idareydi ve sonuna kadar merkez komitesi her şeyin üzerindeydi.[11] Dolayısıyla tüm kötülüklerin Enver Bey’e yüklenmesi, koşulları pek de önemsemeyen, tarihi “tek adam” üzerinden okuyan bir yaklaşımın ürünüdür. Zürcher’e göre de Mustafa Kemal’in İT ile ilişkisi büyük oranda onun hatıralarına dayanır, bu hatıralarda Mustafa Kemal, İttihatçılığı ve Enver Bey’i sürekli eleştirir. Mustafa Kemal’in hatıralarında Enver Bey eleştirisi olduğu açıkça görülür, ama Enver Bey’in benzer bir eleştirisi olduğunu söylemek zordur. Çünkü, Enver Bey’in rakipleri Mustafa Kemal’den ziyade Fethi Bey ve Eyüp Sabri olmuştur. İT’nin çekirdek askerî üyeleri içinde iki grup olduğu söylenebilir: bir, Enverciler ve iki, Cemalciler. Anlaşılan Mustafa Kemal, Cemal Bey’e yakındır. Kısaca Zürcher şu sonuçlara ulaşır: 1. Mustafa Kemal, 1913’e kadar İT’nin çekirdek askerleri içinde yer alsa da lider değildir, Cemal Bey’e yakın ve bağlıdır. 2. Enver Bey’in 1913’ten itibaren güçlenmesiyle Mustafa Kemal, Enver Bey ve Alman kumandanları eleştirmekle beraber askerlik hizmetinden ve İT içinde yer almaktan çekilmemiş, siyasal ve askerî önerilerde bulunmayı sürdürmüştür.[12]
Enver Bey-Mustafa Kemal karşıtlığı üzerinden, şüphesiz Atatürk’ün hatıraları üzerine kurulan bir tarih okuması yapan büyük oranda Tek Adam çalışmasıyla Şevket Süreyya Aydemir olmuştur. Aydemir’e göre, Enver Bey çağını tamamlamış, ihtiraslı bir kişi, Mustafa Kemal ise yeni devrin kahramanıdır. Mustafa Kemal, Selanik’te tanınmış, sivrilmiş, akşamları gazinolarda nutuklar çekmiş, daha o zamandan etrafındakilere görevler, meslekler dağıtmaya başlamıştır. Enver Bey, Mustafa Kemal’in bu hallerini ahlâksızlık saymış, işte bu nedenle onu İT merkez organından taşra rehberliğine sürmüştür. Kitabını Enver Bey-Mustafa Kemal karşıtlığı üzerine kuran Aydemir’e göre, “Enver’de âdeta bir Mustafa Kemal kompleksi teşekkül eder. Bu kompleks, Mustafa Kemal’e karşı şüphe, inançsızlık, çekinmedir. Bu kompleks Enver’i Mustafa Kemal’den daima uzaklaştırmıştır.”[13] Kısaca Aydemir, söz konusu yaklaşımı, yayımladığı ve temel eserlerden biri haline dönüşmüş kitabıyla kurumsallaştırmıştır.
Filmde Mustafa Kemal, yine büyük oranda kendisinin ve çevresinin hatıraları üzerinden sahnelenir. Mustafa Kemal İT içinde, iktidarla ilişki içinde ama iktidarın çevresinde ikinci veya üçüncü halkada yer alan bir grubun lideridir. Bu grup içinde Mustafa Kemal’in çocukluktan ve mekteplerden arkadaşları Nuri (Conker), Salih (Bozok), Fuat (Bulca) ve Ali Fethi (Okyar) vardır. Bu çevrenin lideri Mustafa Kemal’dir. Zürcher’in işaret ettiği gibi aslında bu dönemde (1908-1915) Enver Bey’in rakibi Mustafa Kemal değil, hiyerarşide daha yukarıda görülen Fethi Bey’dir. Zira Fethi Bey bir süre sonra bu rekabette tasfiye edilmiş, Sofya’ya elçi atanmış ve Mustafa Kemal’i de beraberinde götürmüştür. Dolayısıyla Fethi Bey bu grubun öne çıkan isimlerinden biriydi ve Mustafa Kemal ile en azından eşit bir düzeydeydi, daha aşağıda değildi. Yine bu yıllarda Mustafa Kemal, kendisinin ve yakın çevresinin hatıralarına dayanarak ve bunları da aşarak İT’nin tüm yanlış kararlarını düzeltmek isteyen bir karakter biçiminde karşımıza çıkar, bu karakter daha çok yukarıda işaret ettiğim gibi, hatıralara dayanan bir Atatürk kültü çerçevesinde örülmüş, mitolojik bir karakter gibi işlenmiştir. Zürcher’in de işaret ettiği gibi bu döneme dair söz konusu hatıralar dışında elimizde İT’ye dair yeterince veri yoktur.
Filmin Atatürk kültüne lüzumsuz eklentileri olduğu da söylenebilir. Okuyabildiğim ve bilebildiğim hiçbir hatırada Mustafa Kemal’in Yunanca ve Bulgarcayı teklemeden konuştuğuna rastlamadım. Hele hele Sofya görevi sırasında casusluk yapması gibi iddialar ise tarihî bir filmin sınırlarını aşmış, bunları temelsiz bir iddiaya dönüştürmüş, Atatürk kültünü abartılı ve gereksiz bir biçimde beslemiştir.
Sonuç itibarıyla Öztekin’in Atatürk filminin ilk bölümü, büyük oranda Atatürk ve yakın çevresinin hatıralarından ve Aydemir’in kişileri öne çıkaran tarihçilik yaklaşımından beslenmiş, bununla birlikte bugüne kadar çekilmiş Atatürk filmlerinin kalıbını esnetmiş, baba figürünü biyografiye katmış, İmparatorluğun farklı coğrafyalarına işaret etmiş, Enver Bey üzerinden, çok sınırlı ve kaba bir biçimde de olsa İmparatorluğun sorunlarına veya kötü idaresine dikkat çekmiştir. Bunlarla birlikte, tüm unsurları ve sorunlarıyla beraber İmparatorluğun panoramasını ve iç sorunlarını çizmekten uzak kalmış, dahası çocukluğuna veya gençliğine döndüğünde Mustafa Kemal’i değil, hatıralarla inşa edilmiş zamanı geriye sararak çocuk ve genç Atatürk’ü canlandırmış, gerçeklikle karmaşık Atatürk kültünü pekiştirmiştir.
[1] Falih Rıfkı Atay, Çankaya (İstanbul: Pozitif Yayınları, ty.), s. 9.
[2] Vamık Volkan ve Norman Itzkowitz, Ölümsüz Atatürk (İstanbul: Bağlam Yayınları, 2007).
[3] Atatürk Araştırma Merkezi, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, https://www.atam.gov.tr/wp-content/uploads/KAYNAKÇALI-ATATÜRK-GÜNLÜĞÜ1.pdf [12 Kasım 2023].
[4] Atay, Çankaya, s. 38.
[5] Kaynakçalı Atatürk [12 Kasım 2023].
[6] Atay, Çankaya, s. 68-69.
[7] H. C. Armstrong, Bozkurt, çev. Gül Çağalı Güven, 4. baskı (İstanbul: Arba Yayınları, 1997), s. 29.
[8] Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım I (İstanbul: Emre Yayınları, 1993), s. 23.
[9] Orbay, Cehennem, s. 201-202.
[10] Orbay, Cehennem, s. 208.
[11] Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki, çev. Nuran Yavuz, 5. baskı (İstanbul: Kaynak Yayınları, 1999), s. 193-195.
[12] Eric Jan Zürcher, The Unionist Factor, 1905-1926 (Leiden: E. J. Brill, 1984), s. 45-66.
[13] Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam: Mustafa Kemal 1881-1919, c. 1, 18. baskı (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1999), s. 109. Kinross ise Enver’in Meşrutiyet ilanıyla kahramanlaştırıldığını, bunun karşısında Mustafa Kemal’in deyim yerindeyse haklı bir kıskançlık duyduğunu yazıyor: "Evet, Mustafa Kemal, Enver’i kıskanıyordu, ama kendi yeteneklerine, ondan üstün olduğuna sarsılmaz bir inancı olduğu için. [...] Ama Enver’in kendinden beklenecek işleri yapacak kıratta bir adam olmadığını ilk baştan görmüştü." Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, çev. Necdet Sander, 12. baskı (İstanbul: Altın Kitaplar, 1994), s. 49.