TEKNOFEST’lerin Ruhu: Tekno-Milliyetçilik

Sıcak bir eylül günü Ankara’da düzenlenen TEKNOFEST alanındayız. Etimesgut Askerî Havalimanı'nda düzenlenen festivalin organizasyonunu AK Parti Gençlik Kolları üstleniyor desek yeridir. Onlarca büyük otobüs, belki yüzlerce minibüs tipi araç şehir merkezinden festival alanına binlerce insan taşıyor. Tekerlekli sandalyeyle festival alanına gelenler, üniversite ve lise öğrencileri, çocuklarını alıp gelen aileler ve yaşlılar…

İlk bakışta, bu kadar farklı insanın bir savunma sanayi fuarına gittiğini görmek insana şaşırtıcı geliyor. Ama asıl önemli olan detay, çoğunun üniversite öğrencisi olduğu belli olan binlerce gencin yüzeysel bir değerlendirmeyle çok farklı yaşam tarzlarına sahip olduğunu düşünmemiz. Özellikle kadınlarda daha aşikâr olan bu farklılık, TEKNOFEST’lerin gençler arasında seküler-muhafazakâr fay hattını yatay bir şekilde keserek yeni bir birleşme noktası yarattığı gerçeğini gösteriyor.

Festival alanında ise hükümet, bürokrasi ve askerin oluşturduğu yeni simbiyozun net bir yansımasını görmek mümkün. TSK envanterindeki silah ve araçların, özel kuvvetler mensubu askerlerin adeta bir iktidar projesi gibi görücüye çıktığını görüyorsunuz. İnsanlar, uçaklara ve silahlara dokunmaktan haz alıyor. İktidar mensubu milletvekilleri, valiler, rektörler ve askerler alanda görüntü verip, birbirleriyle el sıkışmak için fırsat kolluyor, bir yandan da dokunup hissedebildikleri büyük ve güçlü yeni Türkiye’den duydukları gurur yüzlerinden okunuyor. Gelenlerin yerli ve milli makbul vatandaş olduğu, gelmeyenlerin ise medyada adeta fişlendiği bir ibadet alanına dönmüş durumda TEKNOFEST’ler.

Yükselen yeni milliyetçilik

TEKNOFEST’ler iktidarın kalkınmacı, teknoloji üreten, yüzü geleceğe dönük, güçlü devlet ve aktif dış politika ile güvenlikçi-modernleşmeci ideolojisinin bir temsilcisine dönüşmüş durumda.

Türkiye’de, özellikle gençler arasında hızla mobilize olabilen yeni reaksiyoner bir milliyetçiliğin yükseldiği 14-28 Mayıs seçim sonuçlarıyla birlikte artık hemen hemen herkes tarafından kabul gören bir olgu. Milliyetçi yeni kuşak bir yandan Zafer Partisi’nin oy oranını adım adım İYİ Parti’ye yaklaştırarak onu MHP’nin rakibi haline getirirken diğer yandan Cumhur İttifakı’na yeni bir potansiyel seçmen tabanı ve siyaset alanı kazandırıyor. Daha önemlisi ise ister yükselen yeni seküler ve reaksiyoner milliyetçilik ister mukaddesatçı milliyetçilik olsun, milliyetçiliğin her türlü varyasyonu; Cumhur İttifakı’nın üzerine ideolojik ve siyasi hegemonyasını inşa ettiği güvenlik rejimini ve beka söylemini kuvvetlendiriyor.

Erdoğan iktidarı, dışlama ve birleştirme mekanizmalarını eşzamanlı kullanarak siyasi ve toplumsal hegemonyasını sürekli olarak yeniden üretiyor. Siyasi yasaklar, parti kapatma davaları, polis ve yargı yoluyla baskı mekanizmaları ile Kürt siyasi hareketi ve başta CHP olmak üzere sol partiler iktidar hinterlandının dışında bırakılıyor. Yerli savunma sanayi hamlesi, dış politika, güvenlikçi diskur ve dozajı her geçen gün artan muhafazakâr-milliyetçi bir söylem ile geriye kalan kabaca üçte ikilik sağ seçmen de çeşitli birleştirme ve içerme mekanizmaları yoluyla iktidar hinterlandında tutuluyor.

Bu seçmen grubunun tamamı Cumhur İttifakı’na oy vermese bile, sol partilerle bir ittifak yapmadığı sürece siyasi hegemonyanın geleceği garanti altına alınıyor. TEKNOFEST aslında bir nevi sağı birleştirme stratejisinin yeni bir ürünü. Kalkınmacı, modernleşmeci ve güvenlikçi yeni Türkiye anlatısını elle tutulabilir, önünde poz verilebilir hale getirerek sağdaki seküler-muhafazakâr ayrımını, genç nesil özelinde, milli gurur söylemi etrafında yatay şekilde kesiyor.

Erdoğan’ın “dindar ve kindar nesil” projesinin genç seçmen nezdinde karşılık bulamadığı aşikâr. Türkiye toplumu sekülerleşiyor ve bu sekülerleşme özellikle genç kuşaklarda çok güçlü. Dolayısıyla, dindar nesil siyasetinin sonuçsuz kaldığı bir dönemde iktidar tarafından milliyetçi nesil yetiştirme projesi benimsenmiş durumda. Bu da aslında bir tercihten ziyade sosyolojik bir zorunluluk. Dindarlığın yerine milliyetçilik özellikle genç kuşakta güçlü bir eğilim. Türkiye Eğilimleri 2022 araştırmasına göre 18-24 yaş arası vatandaşlarda “Yüksek Milliyetçilik Düzeyi” yüzde 61,5. Ancak, genç kuşakta karşılık bulan “reaksiyoner milliyetçiliği”, geleneksel MHP milliyetçiliğinden ayırmak gerekiyor. Türkiye’deki yeni milliyetçilik, muhafazakâr bir taşra milliyetçiliğinden ziyade seküler, reaksiyoner, dünyayla entegre ve materyal bir arka plana sahip. Kürt siyaseti karşıtlığı ve güvenlik ethosu ise eski ve yeni milliyetçiliğin ortak kesişim kümeleri. Yine Türkiye Eğilimleri 2022 araştırmasına göre, kendini milliyetçi olarak tanımlayanların yüzde 49,3’ü “terör sorununun çözümü için en etkili yolun askerî yöntemler olduğunu” düşünüyor. Cumhur İttifakı milliyetçiliğinden en önemli farkı sekülerlik ve reaksiyonerlik olan bu yeni milliyetçilik, iktidar açısından hem demografik bir riski hem de üzerinde siyaset yapılabilecek bir dalgayı oluşturuyor. TEKNOFEST’ler aracılığıyla materyalleştirilen tekno-milliyetçilik tam olarak da bu reaksiyoner milliyetçiliğin iktidara eklemlenebileceği verimli bir alana dönüşüyor.

Tekno-milliyetçilik nedir?

Siyaset bilimi literatüründe ekonomik korumacılık ve kalkınmacılık kavramlarının 1980’lerden sonra güncelliğini yitirmesinin ardından, 2000’li yıllarda tekno-milliyetçilik kavramı yeni bir politik-ekonomi stratejisi olarak kullanılmaya başladı. Stratejik sektörlerde teknolojik ilerlemeye yatırım yapılması, rekabet edilen ülkelerle girilen teknolojik yarışta liderliğin ele geçirilmesi veya korunmasını amaçlayan tekno-milliyetçilik hem iç politikada hem de uluslararası alanda sıkça kullanılan ve yararlanılan bir söylem olmaya başladı. Literatürde genellikle ABD ve Çin özelinde kullanılan tekno-milliyetçilik kavramı, Türkiye’de özellikle 2018’den sonra hem söylemsel hem de pratik olarak yaygınlaşmaya başladı.

Türkiye’de tekno-milliyetçilik; siyaset bilimi literatüründeki yaygın kullanımından farklılaşarak hayat pratikleri açısından seküler, İslâmcı siyasi ve toplumsal vizyona uzak; fakat bir yandan da devletin çizdiği özgürlük alanını kabul eden ve milli-beka söylemine tehdit oluşturabilecek her türlü siyasi fikre uzak bir milliyetçi anlayışta birleşiyor. Bu milliyetçilik, düşünce ufku, siyasi liberallik, bireyin devlet karşısında hakları, LGBTİ+ meselesini de içeren toplumsal konularda klasik anlamda muhafazakâr-devletçi çizgiden ve kendinden önceki kuşaklardan farklılaşmış duruyor. Fakat bu prensipler devletin bekası, güvenliği ve milli dayanışma gibi kırmızı çizgilerle karşı karşıya geldiğinde bu yeni milliyetçilik özgürlükçü bir çizgiden ziyade devletçi-güvenlikçi bir çizginin savunucusu oluyor.

TEKNOFEST, savunma sanayi atılımları ve güvenlik rejimi etrafında ruhu oluşturulan tekno-milliyetçilik aynı zamanda milli gururu okşayan ve büyük devlet anlatısına destek veren milliyetçi-büyük Türkiye retoriğini ve Türkiye’nin dış politikadaki müdahalelerini destekliyor. Militarizmi ve savunma sanayinin büyümesini desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda buradaki gelişmeleri doğalında ve tartışmasız milli menfaatlerin bir parçası olarak görüyor.

Savunma sanayi ise burada sadece dış politikadan ibaret değil, aynı zamanda kalkınmanın, gelişmenin ve Türkiye’nin Batı hegemonyasını kırmasının hem somut bir adımına hem de bir sembolüne dönüşüyor. Sadece tehditler ve mağduriyetler etrafında kurulan bir milliyetçilik tasavvurundan ziyade kalkınma ve güçlenmenin somut bir versiyonunu sunan tekno-milliyetçilik hem seküler hem de materyalist reaksiyoner milliyetçiliğin üzerinde yükselebileceği verimli bir alan sunuyor.

Figürler, söylemler, düşmanlar

Tekno-milliyetçilik, taşra milliyetçiliğinin kodlarını dönüştürerek de olsa bazı açılardan devam ettiriyor. Eski-yeni Türkiye ayrımını, makbul Türk tanımını ve dost-düşman ikiliğini hem dünyanın hem de Türkiye’nin yeni dinamiklerine göre yeniden tanımlıyor. Eski, Batı’ya bağımlı, teknolojik ve askerî olarak geride kalmış Türkiye yerine artık tam bağımsızlık yolunda hızla ilerleyen, askerî ve teknolojik olarak somut kazanımlar elde edebilen, Batı’ya meydan okuyan, silah satabilen güçlü ve yeni Türkiye anlatısı, TEKNOFEST’lerin kendini cisimleştirdiği yeni tekno-milliyetçi ideolojinin temel argümanlarını ve hissiyatlarını oluşturuyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eylül ayında İzmir’de düzenlenen TEKNOFEST’te yaptığı konuşma, tekno-milliyetçiliğin üzerinde yükseldiği zihin dünyasını net şekilde özetliyor: “Burada ayağına vurulan asırlık zincirleri parçalayan Türk Milleti var. Burada Türkiye Yüzyılı'nın mahzun ve mazlum gönülleri aydınlatan ışığı var. Kendi öz yurdunda parya muamelesi gören milletimizi elinden tutup ayağa kaldıracak kuşak, yine sizlersiniz.”

Tekno-milliyetçilik sadece “üzerine kaderin ağları örülmüş Türkiye’nin kendini özgürleştirme” hikâyesini temsil etmiyor. Ayrıca yeni yerli ve milli bir elit hikayesini de sunuyor bizlere. TEKNOFEST’ler, modernleşme hikâyemizin başat ve değişmez temalarından biri olan aşırı Batılı, kendi medeniyetine sırt dönmüş, Türk ve Müslüman olduğunu söylemekten çekinen elit profiline karşı Selçuk Bayraktar tipi başarılı, özgüvenli, Batı tarafından başarıları takdir edilen ama kendi medeniyetine de sırt dönmeyen ve muhafazakârlığı ağır basan milliyetçi elitlerin yetiştiği, serpildiği ve sahneye çıktığı alanlar oluyor. Tabiri caizse rol model olacak yeni elitler TEKNOFEST’lerin içinden çıkıyor, onunla özdeşleşiyor.

Selçuk Bayraktar’ın şahsında cisimleşen bu yeni muhafazakâr elit figürü, aynı zamanda yüzde 65’in dışında kalan kitle tarafından sürekli bir engel tehlikesi yaratıldığını ve bunun da Batı tarafından organize edildiği anlatısını hafızalarda tutuyor. Bayraktar’ın 14 Mayıs seçimlerinden önce "İktidar değişirse projelerde engellenme endişeniz var mı?" verdiği cevap bu tezi destekler nitelikte: “Bu projelerle alakalı mevcut siyasi iktidarın da bir gevşemesi olacak olursa ciddi akamete uğrama riski ve dünyadaki liderliğini kaybetme riski bulunmakla birlikte en ufak gevşeklik, değişiklik ya da farklı ajandalarla yapılmış eylemlerin her biri bu projeleri yok etmeye yeter.”

Yükselen güçlü Türkiye anlatısı, aynı zamanda düşman tanımını da yeniden üreterek tek bir potada eritiyor. Bilal Erdoğan şöyle söylüyor: “Biz Türkiye’nin terörle mücadelesinde verdiği şehitlerin de Filistin’de düşen şehitlerin de orada öldürülen çocukların da katillerinin aynı odaklar olduğunu biliyoruz.”

Son kertede tekno-milliyetçiliğin kendine edindiği üç düşman olduğunu görüyoruz: “Eski hantal Türkiye, Türkiye’nin önüne kesmek isteyen Batı ve Türkiye’nin içinde bu dış düşmanlarla işbirliği yapan dejenere elitler ve yapılar.” TEKNOFEST’ler ve Selçuk Bayraktar’ın temsil ettiği yeni yerli ve milli elitler de tam da üç düşmanın antisi olarak konumlanıyor. “Eski Türkiye yerine üreten ve güçlü Türkiye, MIT mezunu olarak Batı’ya kendini kabul ettirmiş ama Batı’ya boyun eğmemiş yeni elit(ler) ve uzun yıllar Batı tarafından kabul edilip içeride Türkiye’nin aleytarlığında çalışan dejenere elitlerin tasfiyesi…”    

Bir gençlik ethosu olarak TEKNOFEST ve tekno-milliyetçilik

TEKNOFEST’ler ayrıca bir işleve daha hizmet ediyor: gençliğin mobilizasyonu.

Dindar ve kindar nesil fikirlerinin iktidara olumlu bir katkısının olmadığı artık aşikâr durumda. AK Parti gençlik kollarının istihdam kapısı haline getirilmesi, TÜGVA ve TÜRGEV gibi vakıfların yurt-burs-iş imkânlarına rağmen genç nesiller arasında bir cazibe merkezi haline gelmemesi seküler-muhafazakâr fay hatlarını yatay kesecek ve hem ideolojik hem de somut bir çekim merkezi yaratacak yeni bir mobilizasyon stratejisini zorunlu hale getirdi. TEKNOFEST’ler, iktidarın bu alandaki açığını kapatacak yeni bir model olarak her geçen yıl daha da kurumsallaşıyor ve genişliyor. Bu etkinliğe iş dünyası ve teknokentler aracılığıyla üniversitelerin de dahil edilmesi, istihdam ve staj olanaklarının iyice daraldığı bu dönemde genç nesiller için bir akademik ve profesyonel kariyer basamağı işlevi görüyor.

İTÜ’ye rektör ataması ile başlanan ve şimdi Boğaziçi Üniversitesi ile devam eden bu süreçte üniversitelerin teknokentler aracılığıyla savunma sanayi ekosistemine eklemlenmesi de iktidarın stratejisinin doğal bir uzantısı olarak görülebilir. Özellikle temel bilimler ve sosyal bilimler alanlarındaki bariz gerilemenin iktidar üzerinde yarattığı imaj tahribi, TEKNOFEST ve teknokentler aracılığıyla mühendislik alanlarında somut ilerlemeler yaşandığını topluma ve gençlere göstererek bilimsel bir başarı hikâyesi de yaratmayı hedefliyor. Bu aynı zamanda farklı kurumlar arasında ideolojik bir simbiyoz yaratılmasına da olanak sağlıyor. TEKNOFEST’lere katılan her üniversite ideolojik olarak da iktidarın yarattığı güvenlikçi muhafazakâr-milliyetçi söylem ve politikalara destek veriyor, üniversiteleri de bu çizgide hareket etmeye zorluyor. Bu programlara dahil olan üniversiteler ciddi kaynaklarla erişirken bu vizyonun bir parçası olmamak ise cezalandırılıyor.

Tekno-milliyetçiliğin üzerine bastığı verimli topraklar

İktidarın ideolojik hegemonyasının ruhu olan tekno-milliyetçiliği ve güvenlik rejimini daha iyi kavramak için sadece Türkiye içine bakmak yetmiyor. Tekno-milliyetçiliğin üzerine basıp yükseldiği bir jeopolitik gerçeklik var. Hem Türkiye’nin etrafında yaşanan gelişmeler hem de küresel trendler bu zemini oluşturuyor ve sağlamlaştırıyor.

2000’lerle birlikte Türkiye’nin en büyük sınır komşuları arasında olan Irak ve Suriye’nin parçalanması Türkiye’deki güvenlik tehdidini arttırdı ve toplumun genel psikolojisindeki güvence hissiyatını sarstı. Bu savaşların üzerine özellikle Suriye’den gelen sığınmacılar ve bu sığınmacı politikasının şeffaflıktan, kurumsallıktan ve yapıcılıktan uzak olması toplumdaki ayrımcı ve tedirginlik uyandıran hisleri tetikledi. Sığınmacı karşıtlığı, birçok konuda kutuplaşmış Türkiye toplumunun birleştiği ender konulardan birine dönüştü. Ekonomik güvencesizlik demografik kaygılarla birleşti. İktidarın sorumsuz açık kapı politikası ise bu kaygıları iyice köpürterek toplumdaki güvenlik endişelerini derinleştirdi.

Irak ve Suriye’nin parçalanması ile ilintili ama yalnız buna indirgenemeyecek sebeplerin de etkisiyle Kürtler son yirmi senede bölgede güçlerini arttırdı. Kürtler Kuzey Irak’ta federatif bir yönetime, Suriye’deki iç savaşın etkisiyle kantonlara sahip oldu. Fakat bu jeopolitik gelişmeler, sadece Türkiye’deki hâkim ve alışılagelmiş bürokratik güvenlikçi kodları harekete geçirmekle kalmadı. Aynı zamanda Türkiye’nin parçalanma korkusunu tetikleyerek toplumun milliyetçi kesimlerinde de ciddi bir rahatsızlık yarattı.

Türkiye’deki güvenlik bürokrasisi ve toplumun neredeyse çoğunluğu, Türkiye’nin bu kaygılarının Batı tarafından duyulmadığını/ciddiye alınmadığını hissetti. Üzerine IŞİD ile savaşta Kürtlerin ABD tarafından müttefik olarak seçilmesi ve desteklenmesi Türkiye’de rahatsızlığı daha da kuvvetlendirdi. Bu durum, Türkiye’de yıllardır geniş bir taban tarafından kabul gören “PKK ve Kürt gruplarının Batı tarafından desteklendiği” argümanını derinleştirdi. Dolayısıyla Türkiye eğer bir hamle yapacaksa “kendi göbekbağını kendisinin kesmesi gerekiyordu”. Bu anlamda tekno-milliyetçilik Türkiye’nin kendi jeopolitik ve güvenlik endişelerini kimseye bağlı kalmadan, askerî-operasyonel kuvvetini kimseden onay ve destek almadan kullanabileceği hissiyatını ve retoriğini besliyor.

Erdoğan’ın bağımsızlık vurgusunun önemli ayaklarından biri de buraya dayanıyor. Kendi “milli çıkarlarını gözetirken kimseye eyvallah demek zorunda olmayan”, kendi bağımsızlığını ve kapasitesini arttırmış güçlü Türkiye. Tekno-milliyetçiliğin önceki milliyetçiliklerden farkı bu retoriği bir temele oturtup buna dair bir fizibiliteye dayanması oldu. Sadece düşmanlıklar ya da reaksiyonerlikten beslenmeyen, geleceğe ve kapasite arttırmaya dair de pozitif bir ajanda koyan bir milliyetçilik. Tekno-milliyetçiliğin seküler-muhafazakâr ayrımını aşarak güvenlik-devlet çıkarları konusunda yeni bir uzlaşı yaratabilmesinin formülü de burada yatıyor.

İşin ilginç yanı, bir yandan Türkiye’nin sınırına dair güvenlik endişeleri artıp kendi askerî sanayi kapasitesi genişlerken bir yandan da Batı’nın bölgeye dair söz söyleme gücü ve isteği azaldı. Avrupa, içine girdiği ekonomik, siyasi, demografik ve AB krizleriyle beraber başta Ortadoğu olmak üzere Türkiye’nin son yıllarda müdahil olduğu birçok jeopolitik krize ciddi bir ağırlık koyamadı. ABD ise, Trump’ın seçilmesiyle önce kendi içine döndü. Ardından bu konuda Trump’ın mirasını devralan Biden ana odağını Çin’e çevirdi. Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak çevresinde bulduğu boşluk, arttırdığı kapasitesini kullanma imkânı yarattı. Bütün bu jeopolitik kırılmalar, tekno-milliyetçiliğe kendini gösterip genişleyebilmesi için verimli topraklar sundu. Tekno-milliyetçiliğin hem küresel hem de jeopolitik gelişmelerin doğurduğu bir “zaruret olduğu” verimli topraklarda beslenerek geniş bir toplumsal mutabakatın üzerinde yükseldiği görülüyor. Kullanışlılığı ve gerçekçiliği ile kamuoyunda diğer ideolojilerin bir adım ilerisine geçiyor

Tekno-milliyetçilik sadece Türkiye’de yükselen ya da Türkiye’yi açıklayan bir ideoloji de değil. Hindistan’dan İsrail’e, ABD’den Çin’e birçok ülkeyi etkisi altına almış küresel bir trende de işaret ediyor. Çin ya da Hindistan gibi ülkelerde hem teknoloji üretme kapasitesi üzerinden ekonomik ve siyasi bir küresel güce dönüşme iştahını hem de teknolojik atılımlar üzerinden kendi ulusal gurur anlatılarını oluşturabilme arzusunu teşkil ediyor. 2023’te Hindistan’ın uzay aracının Ay’a başarıyla inmesinin tüm Hindistan’da coşkuyla kutlanmasının önemli sebeplerinden biri de buydu. İsrail ve Tayvan gibi ülkelerdeyse tekno-milliyetçiliğin güvenlik hassasiyetleri ile birleşerek özellikle savunma sanayi alanındaki gelişmelerin öne çıktığını görüyoruz. Bağımsız ve yerli savunma sanayileri, kendini bölgesinde yalnız hisseden bu ülkeler için kimseye bağlı kalmadan aksiyona geçebilme güvencesini temsil ediyor. Türkiye’nin bu yeni hikâyesini bu yüzden dünyadan kopuk okumamak gerekiyor.