1960’ların sonunda dünya yeni bir ivme kazanmıştı. Dönemin genç “çiçek çocuğu” hippiler barış ve kardeşlik adına dünyanın daha iyi bir yer olması için kendilerince etkinlikler, müzik festivalleri, kampanyalar düzenliyorlardı. Dünyanın çeşitli yerlerini gezerek kendilerine benzer insanlarla tanışıyor, sevgi, barış ve kardeşlik düsturlarını mümkün olduğunca geniş kitlelere yaymaya çalışıyorlardı. Yer yer bireysel tatmini ve boşvermişliği de içeren bu pasif hareketlilik öyle ya da böyle ciddi bir karşılık bulmuştu.
“Çiçek çocukları” Hippilerin yarattığı fırtına bütün dünyada eserken, üzerinde güneş batmayan imparatorluğun, üzerinde parlayan güneşi göremeyenlerin şehri Birmingham’da bambaşka bir şeyler oluyordu.
Bu görece küçük, sevimsiz, depresif, sıkıcı endüstri şehrindeki fabrikaların bacalarından çıkan is ve duman o kadar yoğundur ki evlerin duvarlarını ve çatılarını karartmıştır. Bu yüzden İngilizler ve yerel halk Birmingham’ı “Black Country” diye adlandırırlar. Öyle ki bu deyiş bazı şarkılara konu bile olmuştur. Judas Priest’in 2005 tarihli albümü Angel of Retribution’daki Deal With the Devil grubun Birmingham’daki hikayesini şöyle anlatır:
“Forged in the black country / Under blood red skies / We all had our dream to realise”
Şehirdeki fabrikalardan kaynaklı hava kirliği, yoksulluk, çaresizlik, uzun çalışma saatleri ile hayatta kalmaya çalışan dönemin gençleri içinde eli enstruman tutanlar “belki bir kaçış yolu bulabiliriz” diyerek yerel publarda çalıyorlardı, şanslı olanlar albüm ya da E.P. kaydetme imkânı bulabiliyorlardı. Fakat dönemin baskın müzikal ve sosyal hareketlerinden bir farkla: “Barış ve sevgi bizim gerçekliğimizde gerekli bir unsur değildi.” (Bill Ward, Black Sabbath) Vülger aşk, sevgi ve barış konseptine bir tepkiyi burada görmek mümkün.

O sıralarda yerel folk, blues gruplarında gitar çalan Tony Iommi, bir müzik mağazasına vokalist aradığına ilişkin bir ilan bırakır. Bu ilana cevap veren kişi ise hayatını mezbahalarda, inşaatlarda çalışarak, su tesisatçısı çıraklığı yaparak kazanan Ozzy Osbourne karşılık verir ve artık tarihin tekeri tersine, aksine dönmeye başlar. Black Sabbath’ın temelleri atılır. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bütün müzik dünyasını, popüler kültür eleştirmenlerini, müzik yazarlarını, dinleyicileri, politikacıları, vakıfları, müziğin olumlu duygular ifade etme zorunluluğu saçmalığına inanmışları alaşağı edecek olan Black Sabbath efsanesi başlar. Adını 1963 yapımı oldukça kötü bir korku filmi olan Black Sabbath’dan alan grup bu isim seçimiyle dünyaya nasıl baktıklarını göstermiş olur. Bakmayın günümüzde radyolarda çeşitlilik olsun diye araya serpiştirilen Black Sabbath şarkılarına, o zamanlar yepyeni ve tehlikeli bir şeydi. Bu efsanenin en aykırı ve kalıba sığmayan karakteri ise Ozzy Osbourne’dur. Şarkılar artık hippiler gibi barışa ve kardeşliğe değil; cadılara, kıyamete, karanlığa, toplumsal ilişkiler sebebiyle aklını kaybedenlere, paranoyaklara yazılacaktır. Üzeri kurmaca, gerçek dışı bir iyimserlikle örtülen dünyada, dünyadaki cehennemi anlatmaya başlayan müziksever, müzisyen çocukların ataları ortaya çıkacaktır.
Hippi hareketi sebebiyle genel olarak rock müzikle ilişkilenmiş herkes için, rock müziğin sevgi, barış, aşk, savaş karşıtı bir yapısı olduğu ve bu yönüyle değer kazandığı doğrudur. Bu yaklaşım, büyük bir yanılgı ile heavy metalin rock müziğin bir kolu olduğunu, benzer şeyin heavy metal için de geçerli olduğunu savunur. İdeal olan elbette bütün insanlığın mutlu, huzurlu ve toplumsal eşitlik içinde yaşamasıdır fakat heavy metal bir “anlatıcı” olarak bunla ilgilenmez. Türkiye’de 70’ler, 80’ler yüzü Batıya dönük enteletüel solcularının Heavy Metal düşmanlığının kaynağı da tamamen budur. Estetik üretimin toplumsal ilişkilerin ve yapının sonucu olarak ortaya çıktığını gözardı eden yahut bilmeyen bir anlayış.
Heavy Metal bambaşka bir müzik türüdür. En büyük etkilenimi şüphesiz klasik Bati müziği ile birlikte rock müziktir fakat kendi özerk dünyası içinde biriciktir. Hiçbir şeye benzemez. Kimseye benzemez. Herhangi bir kavramın ve birliğin altına alınacak yapıda değildir. Genel müzikseverlerin müzik dinlerken bir baharat, çeşitlilik, tat olarak baktığı heavy metal, fanları için dünyanın ta kendisidir ve bu dünyayı sadece fanlar bilir. Heavy Metal fanları için vardır, yazısı da fanlar tarafından fanlar için yazılır.

Black Sabbath da tam böyle bir dünyanın ürünüydü. Dillere destan olmuş, yapılmış en iyi savaş karşıtı şarkılardan biri olan War Pigs, aslında plak şirketlerinin müdehalesi ile konsepti değişmiş eserdir. Şarkının orijinal adı Walpurgis’dir. Walpurgis, Walpurgis Night’dan gelmedir, cadıların bir araya geldiği mitolojik bir söylencedir. Şarkı, tam da dünyadaki cehennemi anlatmaya yönelik kötücül bir yapıdadır. Bir anlatıcı olarak Black Sabbath şarkıda şöyle der:
“Witches gather at black masses / Bodies burning in red ashes / On the hill the church in ruins / Is the scene of evil doings / It's the place for all black sinners / Watch them eating dead rat's innards / I guess it's the same Wherever you may go”
Fakat plak şirketi şarkıyı bu liriklerle yayınlayamayacağını, liriklerinin değişmesi gerektiğini gruba söyler. Grup da dönemin modasına uygun olarak savaş karşıtı sözleri yazar, kaydeder ve ortaya War Pigs çıkar.
Ozzy belki de dünyanın en tartışmalı, sansasyonel popüler figürlerinden biriydi. Vokalist olarak benim en sevdiğim ilk 10’un içinde bile yok. Çocukluktan beri arkadaşlarımla “en sevdiğin gitarist kim? Peki basscı? Ya vokalist?” tarzı genel müzik sohbetlerindeki sorulara cevap verirken Ozzy aklıma bile gelmez fakat Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmeli, tarihin en etkili müzikal figürlerinden biriydi Ozzy.
1979’da düzensiz ve uyumsuz yaşam tarzı sebebi ile Black Sabbath’dan kovulunca hayatının dönüm noktası olan olay ve Ozzy’i müzik dünyasında tutan kişi Randy Rhoads ile tanışması oldu. Kısa boylu, çelimsiz, zargana gibi görünen, gitarın bile boynunda büyük göründüğü bu genç gitarist inanılmaz tekniği, besteciliği ve tarzıyla bütün dünyanın dikkatini çekmişti. Öyle ki yer yer Ozzy’den bile daha fazla ilgi görüyordu. Hâlâ günümüzde bile rock gitaristliğinin turnusol kağıdı Mr. Crowley’in solosunu çalabilmektir.
Ozzy vasat ses rengine ve görece vasat vokalist olmasına rağmen kanımca hep iyi gitaristlerle çalıştığı için müzikal olarak istikrarlı devam etti. Bireysel hayatındaki tüm istikrarsızlıklara, bağımlılıklara rağmen Ozzy’i hayata bağlayan karısı Sharon’dan sonra Randy Rhoads’dur. Rhoads dışında inanılmaz iyi gitarist Jake E. Lee, Brad Gills, Bernie Torme (sadece konser çaldı), Zakk Wylde, Gus G. Gibi kalburüstü gitaristlerle çalıştı.
Black Sabbath’in ilk yıllarındaki videoları izlediğimizde Ozzy’nin aslında tam bir çocuk karakterli olduğunu, hiç büyüyemediğini anlayabiliriz. 1970’lerin başında, sanırım Paris konseri öncesi, büyük bir yer fırçası ile dişlerini fırçalıyormuş gibi yapması ve bundan çocuksu bir keyif alması bunun kanıtı bence. Yetişkin insanın aklına böyle klişe bir espri gelir mi? Kendisini tamamen karısı Sharon’ın ellerine teslim etmesi de bunla alâkalı. Teslim ol ve kurtul. Güvendiğin başkalarının yazdığı senaryoyu oyna. Çok daha kolay olsa gerek.

Ozzy, inanılmaz kötü ve sağlıksız yaşam tarzına rağmen 76 yıl iyi bile yaşadı. Zamanında kimyasalları ekmek arası yapıp yiyen herhangi biri 50’sini bulmadan bu dünyadan giderdi fakat ekonomik olanakların sonsuzluğu ve karısı Sharon’ın Ozzy’e bir çocuk gibi bakması sayesinde 76 yıl yaşayabildi. Spekülasyon yapmak istemem fakat Sharon’ın Ozzy’e bir insandan ziyade Ozzy Osbourne ve Black Sabbath olarak baktığını düşünüyorum. Nitekim grubun menajeri ve isim hakkının sahibi Sharon ya da Ozzy isim hakkının sahibi, Ozzy de Sharon tarafından kontrol ediliyor. Öyle ki Black Sabbath’ın Dio dönemi kadrosu; Iommi, Ward, Butler, Dio tekrar 2007’de toplanınca Black Sabbath adını kullanamadılar bu yüzden. Grubun adını Heaven & Hell koyup nefis bir stüdyo, bir de konser albümü çıkardılar.
Bunlar biz fanlara tuhaf ve rahatsız edici geliyor ama bilemiyoruz Ozzy’nin neler yaşadığını. Uyuşturucudan kafası betona dönmüş korunmasız, yardıma muhtaç olunursa hayatta her şey değişebilir.
Öyle ya da böyle Ozzy Osborune tam bir karakterdi. Bu yüzden Ozzy oldu. Black Sabbath, solo kariyeri, Sharon ile olan evliliği, düzensiz yaşamı, kızları, MTV’deki The Osbournes rezaleti hepsi Ozzy’nin Ozzy oluşuna içkin şeylerdi. Eğer Ozzy bunları yapmayacak ya da yapamayacak biri olsaydı Ozzy olamazdı. Yarasa kafası çiğnedi, civciv ezdi gibi müziğinden daha çok konuşulan şeyler hep vardı. Yarasa kafası olayı ise çok komik. Bir konserde seyircilerden biri nereden bulduysa Ozzy’e yarasa fırlatır, Ozzy de bunu oyuncak sanır ve kafasını ısırır. Ozzy’nin neden böyle yaptığını tahmin etmek zor değil fakat seyircinin yarasayı nereden bulduğunu tahmin etmek zor.
Bu tarz sansasyonlar ve medya ilgisi herhangi popüler figür için olmaya da devam edecek. Yarın bir gün bunu Dua Lipa ya da ne bileyimTaylor Swift yapsa yine böyle konuşulacaktır.
Ozzy bütün bu yaptıklarından gurur duymadığını açık yüreklilikle söylüyor:
“Madde kullandığım için, alkolik olduğum için, yarasa kafası ısırdığım için gurur duymuyorum. Bazen Ozzy olmak korkutucu oluyor ama daha kötüsü de olabilirdi; Sting olabilirdim!”
Popüler kültürün bu durumlarında ya Steve Harris (Iron Maiden) gibi işkolik bir müzik takıntılısı disiplinli biri olacaksın ya da paranın, gücün, şöhretin ve en önemlisi de rock’n rollun sunduklarıyla bu çarkın içinde kendin olarak barınacaksın. Ozzy doğrularıyla ve yanlışlarıyla kendi olarak barındı. Ergenliğini Birmingham’ın en yoksul mahallelerinde, mezbahalarda çalışarak geçiren ve o sefaletten kurtulmak isteyen birinden çok normal şeyler beklemek doğru olmaz. Ozzy, gerçekten tam bir “İşçi Sınıfı Kahramanı”ydı. Çünkü artık gençler ve çocuklar Ozzy olmak istiyordu, John Lennon değil!





