Müzik, artık yalnızca dinlenen bir ifade değil; algoritmalar tarafından şekillendirilen, sınıflandırılan ve optimize edilen bir dijital içerik türüne dönüşmüş durumda. Popüler müzik üretimi, trendden çok veri ile çalışıyor: şarkıların süresi, introsu, ritmik yapısı, dinleyicinin dikkati ve platform davranışları doğrultusunda biçimleniyor. “İlham” yerini tahmin edilebilirliğe, anlatı yerini kurgusal “mood”lara bırakıyor. Bu dönüşüm, yalnızca estetik bir kırılma değil; sesin, anlamın ve yaratıcı öznelliğin nasıl yeniden düzenlendiğine dair politik bir sorudur.
Bugün müzik, ilhamın değil, ölçülebilirliğin pençesinde.
Bunun en somut örneklerinden biri, geçtiğimiz aylarda Türkiye’de patlayan Spotify skandalında görüldü.[1] Rekabet Kurumu’nun başlattığı soruşturmada, bazı sanatçıların liste başı yapılması karşılığında bot yüklemeleri ve menfaat alışverişleri ifşa edildi. Spotify, Türkiye’deki içerik editörleri hakkında iç soruşturma başlattı. Bu gelişmeler müzik üretiminin, yalnızca estetik değil; aynı zamanda dispositifler üzerinden işleyen bir görünürlük rejimi içinde belirlendiğini açıkça göstermeye başladı. Mesele artık sadece “ne söylendiği” değil, “ne kadar tıklanabilir olduğu”na indirgeniyor.
Bu örnek yerel gibi görünse de, aslında dijital müzik ekonomisinin küresel işleyişine dair yapısal bir işaret. Amerika’da yapay zekâ ile üretilmiş şarkılar, bot ağları aracılığıyla milyonlarca kez dinletilip telif gelirlerine çevriliyor. Almanya’da SP-Onlinepromotion[2] gibi yasa dışı dinlenme servisleri kapatıldı. Fransa’da sahte içerik ve AI müzik üretimiyle ilgili yeni düzenlemeler yürürlüğe giriyor. Tüm bu örnekler, dijital müziğin yalnızca içeriğin değil, içeriğin dolaşıma girme biçiminin kontrol edildiği bir denetim ortamı içinde işlediğini gösteriyor.
Kayıttan Kiralamaya: Müziğin Denetimli Tarihi:
İşte bu noktada, bu dönüşümün yalnızca güncel bir kriz olmadığını; tarihsel bir süreklilik taşıdığını fark etmek gerekli. Kayıt teknolojisinin tarihi, müziğin ifade olmaktan nasıl bir veri nesnesine dönüştüğünü gösterebilecek birçok köşe taşına sahip. Radyo, televizyon ve son olarak akış servisleri, dinleme biçimini merkezi bir düzleme çekti. Müzikolog Peter Wicke’nin Mozart’tan Madonna’ya kitabında belirttiği gibi, Edison’un fonografı ile başlayan bu süreç, müziği yalnızca estetik bir deneyim olmaktan çıkarıp, Berechenbarkeit (hesaplanabilirlik) ilkesi ile ölçülebilir bir nesne haline gelmesine odaklanır. Son günlerde “şarkı” çoğu zaman bir anlatı değil, ölçülebilir tepki üreten bir birim artık. Bu açıdan bakarsak Trap ve mumble rap gibi türlerde tekrara dayalı bas ritimleri ve yüzeysel vokaller bu algoritmik işleyişin en çıplak ifadesi: parça özgünleşmiyor, yalnızca hızla bir sonrakine geçilebilir hale gelmiş durumda. Algoritma da tam bunu ödüllendiriyor; dinleyici akışı hızlanıyor, riskli olan otomatik cezalandırılıyor.
Ana akım müzik; tarih boyunca iktidarın bir yansıması, bir sahneleme aracıydı. Saray ritüellerinde estetik, hiyerarşiyi pekiştiren simgesel bir temsil biçimi olarak işlev gördü; ses, burada toplumsal düzenin yankısıydı. Modernleşmeyle birlikte bu temsil mantığı, piyasanın soyutlama alanına aktarıldı: performans yerine ürün, deneyim yerine tüketim önceliklendi. Bugün ise bu eğilim dijital platformlar aracılığıyla hipergerçek bir forma kavuşmuş durumda. Görünürlük artık ifade özgürlüğünün değil, uyumluluğun ödülü.
Editör listeleri, algoritmik sıralamalar ve mikro telif sistemleri büyük katalogları besliyor; yeni gelenler ise yalnızca sınırlı, kısa ömürlü alanlara itiliyor. Bu durumda sanatçının önünde kalan seçenekler giderek daralıyor: ya duygusal olarak steril, risksiz bir ifade biçimi ya da sistemin sınırları içinde isyan estetiğini taklit eden pozlar. Gerçekten çatlak yaratabilecek örnekler ise çoğu zaman bastırılıyor ya da görünmez kılınıyor. Yaratıcılık, giderek politik bir risk değil, teknik bir hata gibi kodlanıyor. Bu nedenle güncel kuralların farkında olan müzisyenler, ilhama değil, zararsızlığa yöneliyor.
Aslında yeni milenyumla beraber kısa bir süre yön bambaşka bir yere kırılmıştı. Tekrarın susturucu bir olgu olmanın ötesinde, doğaçlamanın ve “paylaşımın” belirlediği bir kompozisyon çağı… Müzik artık sahip olunacak bir nesne değil, birlikte var olmayı mümkün kılan özgür bir eylem olacaktı. Ancak dosya paylaşımının eşitlikçi enerjisi hızla yeni bir dispositif içine çekildi: içeriği özgürleştiren değil, lisanslara bağlayan bir silsile. Üstelik kopya ve korsan suç olmaktan çıkıp kiralanabilir bir hizmete dönüştü. Sonunda endüstri toplumunun Attali’nin ifadesiyle “seri halinde tekrarcı müzik üreterek geriye kalan insan gürültülerini sansürlediği” susturucu işleyişi, stream servislerinin ölçülmüş gürültüsünde yeni bir zirveye ulaştı. Kendi müziğini yapabilme hayali bir süre parladı, ama dolaşım hakkı elinden alınmıştı. Sesin kaderi artık dosyada değil, ona tanınan lisanslarda saklıydı. Beklenen çoğulcu, “anarşik” paylaşımın yerine, stream servisleri aracılığıyla kurulan dev bir kiralama düzeni geldi. Üretim özgürlüğüyle cezbedilen kitleler, sonunda yalnızca dev veri merkezlerine içerik taşımış oldu. Kısacası müziğin paylaşılacağı bir zaman düşlenmişti; onun yerine ölçülmüş bir gürültünün denetimi altındaki platform çağı kuruldu.
Bu çıkar/kâr gütmeyen düş bir süre sürse de, yalnızca teknolojik bir ütopya değil, müziğin tarih boyunca taşıdığı ortaklık arzusunun bir devamıydı üstelik. Attali’nin “kompozisyon çağı” dediği bu ufukta müzik, artık sahip olunacak bir nesne değil, özgür bir eylem ve armağan olarak tahayyül ediliyordu. Keza antropologların işaret ettiği gibi müzik, başından beri gürültüye karşı kurulan ilk uzlaşı biçimlerinden biriydi. Kuşların ötüşünden çobanların ıslıklarına uzanan bu arkaik armoni, zamanla sahneye, kayda, albüme ve nihayet algoritmik ekranlara taşındı. Gelinen noktada bu armoni yeniden gürültünün başka bir uzlaşısı haline gelmiş durumda.
Adorno’nun kültür endüstrisi eleştirisi de, bugünkü algoritmik müzik düzenini neredeyse birebir tarif eder. Ona göre endüstri, farklılığı yalnızca “sözde” bir farklılık olarak üretir; her ürün aynı kalıbın türevi iken, tüketiciye çeşitlenmiş gibi sunulur. Trap ve drill gibi türlerin tehditkâr estetiği ama içeriksiz isyanı, bu sözde bireyselleştirmenin tipik bir örneğidir. Görüntüde farklılık vardır, ama içerikte güvenlidir.
Bu eleştiri, yalnızca geçmişe değil, bugünün sözde isyan estetiğine de uzanmalı elbette. Oysa yakın geçmişte protest şarkılar, eşitsizliklere doğrudan işaret eden güçlü araçlardı. Bugünse kârlı olan öfkenin kendisi değil; biçimlendirilmiş, pazarlanabilir ve tehdit içermeyen temsili. Piyasadaki en güvenli ürün, öfkenin simüle edilmiş halidir.
Denetimsiz Ses
Yine de bu tablo mutlak bir kötümserliğe mahkûm değil. Algoritmaların dışında kalan, ölçülemeyen sesler hâlâ mevcut. Üstelik bugün müzikte gerçekten devrimci olan her şey, henüz ölçülemeyen şey’ler gibi durmakta. Avrupa’daki bazı festivallerde sponsorların politik bağları teşhir edildiğinde sahneler boşaltıldı. Filistin’e destek veren sanatçılar sansürlendi. Belfast’ta İrlandaca hip-hop, Kürdistan’da Kürtçe DJ setler yankılandı. Bu anlar, kültür endüstrisinin steril yüzeyinde açılan gerçek çatlaklara işaret ediyor. Direnişin yeni coğrafyası, bazen bir dans pistinin ortasında, bazen de boş bırakılmış bir festival sahnesinde beliriyor.
Bu yüzden ölçülemeyen artık yalnızca estetik bir tavır değil, politik bir jesttir belki de. Adorno’nun “tamamlanmamış form”a yüklediği anlam ya da kargaşanın bastırılamaz doğası, bugün dünyanın dört bir yanındaki jantifiye edilmemiş kent aralıklarında yankılanıyor olabilir. Ölçülemeyen çoğu zaman kayıtsız, kayıtsız olduğu kadar da denetimsizdir: arada kalmış DJ setlerinde, ortak belleği olmayan geçici rave’lerde, sabit adresi olmayan kolektiflerde.
Fakat maalesef Endüstri her boşluğu doldurmak ister. Fakat hâlâ bazı sesler bu mühürlenmiş yüzeyde gedikler açabildiğini de bilmek lazım. Ve evet, muhtemelen bir süre sonra o sesler de endüstrinin bir parçası haline gelecek. Ama şimdi değil. Şimdilik, ses hâlâ aralıktan sızabiliyor. Her şeyin ölçüldüğü bir çağda, ölçülemeyen ses hâlâ en politik olan olabilir. Onları bulmak gerekli.
[1] https://t24.com.tr/haber/rusvet-ve-bot-kullanimi-iddialariyla-gundeme-gelmisti-spotify-2026-da-istanbul-da-ofis-acacak,1256283
[2] https://musically.com/2023/10/10/labels-legal-action-shuts-down-german-site-sp-onlinepromotion/





