Orta Avrasya: Jeopolitik mi, Ekonomipolitik mi?

İsrail-Hamas çatışması Orta Avrasya’nın farklı bölgelerine yayılıyor ve bu, Orta Avrasya’da jeopolitiğin devam eden yeniden yapılanmasında bir dönüm noktası teşkil ediyor. İsrail, İran destekli Hizbullah’la Lübnan’da ve Husilerle Yemen’de savaşıyor. Yemen’deki savaş, dünyanın konteyner ticaretinin yaklaşık %30’unu ve petrolün %12’sini oluşturan Kızıldeniz deniz ticaretine zarar veriyor.

Gazze Savaşı’nın jeopolitizasyonu ne anlama geliyor? İsrail ve Filistinlilerin çalkantılı politikalarının ve çaresizliklerinin ötesinde, dev şirketleri de içeren iktisadi aktörler ve devletler arasındaki ilişkilerin yeniden şekillendiği yeni gerilimlere kapı aralanıyor.

Bu gibi yeniden yapılanmalar İkinci Dünya savaşı sonrası döneme özgü ABD öncülüğündeki Batı tahakkümünün sorgulanmasını, Çin’in yükselişini ve Rusya’nın küresel ekonomiye açılan zengin kaynaklara sahip bir coğrafya olarak dünya piyasalarına açılımını da içeriyor. Bu, aynı zamanda BM’nin de aralarında bulunduğu uluslararası kuruluşların temsil ettiği kurallara dayalı uluslararası düzenin de göz ardı edilmesi anlamına geliyor. İsrail’in, Batı’nın egemen olduğu bu uluslararası düzende sağlam bir yere sahip. O nedenle pervasızca BM’nin 1967’de işgal etmiş olduğu topraklardan çekilme kararına uymayabiliyor, yine BM’nin onaylamış olduğu Oslo kararlarına karşı çıkabiliyor. Hatta, Obama’nın başkanlığı sırasında olduğu gibi bu karşı çıkışlar ABD’nin Ortadoğu’da uygulamaya çalıştığı politikalara ters düşse bile.

Yeniden yapılanmanın girdabına kapılmış çok sayıda aktör mevcut. Bir zamanlar Batı ittifakı içinde birlikte yer alan İsrail ve Türkiye şimdi kendi başına buyruk birimler olarak yollarına devam ediyorlar. Küresel kapitalist ekonominin içinde bulunduğumuz evresinde Çin’den, Hindistan’dan Avrupa’ya açılımı sağlayan ticari koridorların (karadan, denizden ticaret yolları) kesiştiği noktada bulunan Orta Avrasya’da Çin, yeni yeni Hindistan, Irak, Azerbaycan, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, İran ve çok uluslu şirketler İsrail ve Türkiye’nin hareket sahası içindeki diğer aktörler.

İsrail’in doğuya yönelmesi, küresel ekonomi ve siyasette oyunun kurallarını değiştirici mahiyette. Yeni düzenlemede, İsrail’in Batı’yla olan ittifakı, onun küresel ekonomideki çok katmanlı ittifaklarının sadece bir tanesi.

Örneğin Çin, Yol-Kuşak Girişimi çerçevesinde ileri teknolojiler konusunda İsrail’in önemli bir ortağı. İsrail’in Çin için değişen önemini belki şöyle anlatabiliriz: Uzun yıllar Çin’de İsrail ile ilgili çalışmalar “Düşman çalışmaları” kategorisinde tasnif edilirken şimdilerde artık İsrail bölge çalışmalarının bir parçası olmuştur. Daha yakın coğrafyaya dönecek olursak, İsrail Körfez ülkeleri ile olan ilişkilerini normalleştirmiş ve Gazze savaşı öncesinde Suudi Arabistan ile olan ilişkilerde normalleşmenin arifesindeydi. Güvenlik konusunda çok hassas olan Suudi Arabistan İsrail’in yüksek teknoloji yoğun güvenlik sistemleri için bulunmaz bir müşteri. Aynı zamanda, İsrail, Mısır ve Ürdün’e doğal gaz satıyor, bu iktisadi bağlantı her iki ülkenin Gazze’de İsrail bombaları binlerce çocuğu katlederken bu iki ülke liderlerinin sessiz kalmalarını açıklayabilir mi acaba? Böyle bir açıklama kabul edilebilir mi?

Bölgesel çekişmelerden rahatsız olan Çin, İran ve Suudi Arabistan arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını temin eden bir anlaşmaya sağlayıp İran'a karşı bu bölge hattını ve İran'ın tecridini aştı. Gazze savaşının ortasında, İsrail’in, Suriye’deki İran konsolosluğuna saldırı düzenlemesi ve İran’ın İsrail’e 14 Nisan’daki karşı saldırısını bu çerçeve içinde değerlendirmekte fayda var. Son günlerdeki İsrail–İran çatışmasının Çin’in İran üzerinden kurduğu oyuna bir darbe vurduğu söylenebilir. Çin’in İran üstünden kurmaya çalıştığı Körfez’den, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail yoluyla Avrupa’ya ulaşacak olan koridora ABD’nin cevabı çağdaş baharat yolu projesi olmuştu. Bu yolun, Mumbai’den Körfez’e, Suudi çölü ve Ürdün’den İsrail’in Hayfa limanına uzanarak Hindistan-Ortadoğu-Avrupa’yı birbirlerine bağlaması bekleniyor. İMEC veya India-Middle East-Economic Corridor, doğudan (bu kez Hindistan) batıya (Avrupa pazarlarına açılması tasarlanan bu yol aynı zamanda doğu-batı ticaretinde) Çin’in hakimiyetinin kırılmasını hedefliyor. Bu bağlamda Ocak 2023’te, Hintli bir ulusötesi şirket olan Adani Grubu’nun başını çektiği bir konsorsiyum 1,2 milyar dolar ödeyerek Haifa limanını satın aldı. Çinli Şangay Uluslararası Limanı Grubu limanın işletme sorumluluğunu üstlendi. Biden’in Netanyahu’yu bizzat arayıp limanın Çinlilere satılmaması   konusunda ikna etmiş olduğunu da not düşmeliyiz. Çin ise İsrail’in Gazze’deki savaşına cevaben, Hayfa’ya sevkiyatlarını durdurdu.

Diğer yandan, sevkiyatların sekteye uğramasına rağmen Çin, Kızıldeniz’deki Husi saldırılarına yönelik herhangi bir hamle yapmaktan kaçındı. Çin, Kızıldeniz vasıtasıyla Şangay’dan Rotterdam’a uzanan Çin’de üretilen malların sevkiyat zincirinin Kızıl Deniz’de Husi saldırıları nedeniyle sekteye uğramasına rağmen tercihini olayların dışında kalmaktan yana kullanıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, basın toplantısında, tarafları “yapıcı ve sorumluluk üstlenen bir rol” oynamaya davet eden ortalığı yatıştırıcı bir açıklamayla yetindi.[1] Pekin, aslında Yemen’in başkenti San’a’yı da içine alan ve Yemen’in büyük bir kısmını kontrol eden Husilerle uyuşmazlığa dahil olmak istemiyor ve kendini Kızıldeniz’deki ticaretin güvenliğini sağlayan ABD ile herhangi bir yarış içerisinde görmüyor. Kızıldeniz’in güvenlik meselesini, ABD’ye ve ABD’nin Refah Muhafızı Operasyonu’nda yer alan müttefiklerine bırakmaktan memnun görünüyor.

Orta Avrasya’daki ticaret koridorları, petrol ve doğalgaz boru hatlarına gelindiğinde ise İsrail, Türkiye ile bir yarış içerisinde. Ankara Azerbaycan, İran ve Kafkaslardan gelen boru hatlarını, Rusya’dan gelen Mavi Akım Boru hattına bağlayarak (Balkanlar’a ve Adriyatik Denizi’ne uzanan) Avrupa’ya doğal gaz sevkiyatın merkezinde bir konum edinme çabasında. Mavi Akım hattının inşası, Ukrayna savaşı sonrasında Avrupa’ya satışlardaki kaybı telafi etmeye çalışan Rusya ile Türkiye arasında yakın işbirliğine neden oldu. Türkiye enerji bağımsızlığını amaçlayan bir adım olarak 2023’te Karadeniz kıyılarında doğal gaz rezervleri aramaya başladı.

Türkiye’nin Azerbaycan’la (Ermenistan’a karşı savaşında müttefiki) sıkı ilişkileri var. İsrail’in de Azerbaycan’da ciddi bir ekonomik varlığı bulunuyor. Azerbaycan, Batı Afrika ve Kazakistan ile birlikte İsrail’in petrol ihtiyacını karşılıyor. Daha önce de belirttiğim gibi Akdeniz’de doğalgaz sahalarının keşfi ile İsrail bu konuda bağımsızlık kazandı, hatta ihracatçı konumuna geldi.

İsrail’in açık deniz doğalgaz sahalarında faaliyet gösteren petrol şirketleri (Chevron dahil), son yirmi yıldır Netanyahu politikalarının ana destekçileri arasında. Bu şirketler var olan kuralların oluşumunda belirleyici olmuşlar. Böyle olunca da şirketler, Netanyahu sonrası bir İsrail hükümeti tarafından getirilebilecek herhangi bir değişikliğin doğalgaz sahalarından elde ettikleri kârları etkilemesinden endişe duyuyorlar. Bu, Biden yönetiminin Netanyahu eleştirisinde ve Netanyahu’nun meydan okumalarında göz önünde bulundurulması gereken bir faktör olabilir. Hatırlanması gereken, Gazze savaşı ortamının ulusötesi şirketler, onları maliyet ve kazançları üzerinde ciddi sonuçları olduğu. Danimarkalı Maersk’in de içinde bulunduğu deniz taşımacılığı şirketlerinin Kızıldeniz üzerindeki Husi saldırılarından kaçınmak için Afrika Boynuzu’nun etrafından dolanma kararı alması taşımacılık maliyetlerini artırdı.

Kuzey Irak da bölgedeki güçler arasında çekişme yaşanan bir diğer alan. ABD, 2003’te Irak’ın işgalinden sonra, yıllardır Kuzey Irak’ta, Akdeniz kıyısından Kuzey Suriye’ye uzanan bir özerk Kürt bölgesinin kurulmasını istedi. ABD ordusu subayları tarafından silahlandırılan ve eğitilen Kürt milisler, IŞİD’in bölgeden atılmasında başarılı oldu. Bu milis kuvvet içerisinde, Türkiye’nin toplam nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturan 15 milyonluk Kürt nüfusunun uzun ve acılı bir geçmişte ortaklaştığı ayrılıkçı PKK de bulunuyor.[2] NATO üyeliğine rağmen Türkiye şimdilerde, ABD vesayeti altındaki PKK ile Kuzey Irak-Kuzey Suriye koridorunda savaşıyor.

Bu Kürt koridoru, zengin petrol sahalarını da içine alıyor. Türkiye, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nda bir paydaş.[3] Boru hattı, Azerbaycan’dan Güneydoğu Anadolu yoluyla Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde olduğu Kerkük’e kadar uzanıyor. İsrail’in de Kuzey Irak’ta özerk Kürt bölgesindeki emlak satışlarıyla ilgilendiği biliniyor.[4]

Son zamanlarda Türkiye, Hindistan’ı Hayfa yoluyla, Türkiye’ye uğramadan Avrupa’ya bağlayacak Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na (IMEC) alternatif bir koridor için Irak hükümeti ile pazarlıklarını sürdürüyor. Öfkeli Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye olmadan bir koridor mümkün değildir,” diyerek[5] AB ile yollarını ayırma tehdidi savurdu. Bunun yerine Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’a Basra üzerinden Irak’a uzanan sevkiyat koridoru oluşturma önerilerinde bulundu.[6] Türkiye-Irak Kalkınma Yolu (Development Corridor) diye adlandırılan bu hattın, Basra Körfezi’nde başlayıp Bağdat-Kerkük-Musul üzerinden Anadolu’yu güneyden kuzeye keserek Bakü-Kars-Sivas-Ankara hızlı tren hattına bağlanıp Çanakkale köprüsü üzerinden Avrupa’ya uzanması tasarlanıyor. Tabii, özellikle de hattın Türkiye’ye girmeyen bölümü Türkiye ordusunun ABD’nin desteklediği Kürt güçleri ile savaştığı bölge. Kalkınma Yolu’nun başarısı bu savaşta Irak devletinin Türkiye’ye vereceği desteğe bağlı.

Her şeye rağmen, eski baharat yolunun IMEC olarak canlanması ve Suudi Arabistan’la İsrail arasında olası bir ittifak Gazze’deki savaşı sonrası ortaya çıkacak büyük oyunda belirleyici olacaktır. Bu da Suudi prens Muhammed bin Salman’ın, Hint Okyanusu ve Akdeniz arasındaki bağlantıyı yeniden canlandırma ve Orta Avrasya bölgelerinde Suudi Arabistan merkezli bir iktisadi birlik kurma isteğiyle örtüşür görünüyor.

Türkiye ve İsrail’in liderleri, geçen eylül ayında yapılması planlanan karşılıklı ziyaretlerle uzlaşmanın eşiğindeydi. Şimdiyse, özellikle ABD’nin İsrail’i destekleyen ikinci ateşkesi veto etmesiyle bir kez daha düşman konumundalar. Erdoğan, bu veto üzerine BM Genel Kurulu’nda bir kez daha, “dünya beşten büyüktür” sloganında ifadesini bulan gelişmekte olan ülkelerin karar alma mekanizmalarına dahil edilmeleri ve oy verme yetkisine sahip olmaları gerekliliğini dile getirdi.  Erdoğan, farklılıkların giderek savaş yoluyla çözüldüğü Orta Avrasya politikasında, sıcak gündemin dışında kalmaya özen gösteriyor. Bunu yaparken çıkış noktası “kurallara dayanan uluslararası düzen” -her ne kadar bu kuralların yetersizliklerine ve değişmeleri gerektiğine işaret etse de.

Dolayısıyla Orta Avrasya’daki gerçeklik, gelişmekte olan ülkelerin (İsrail, Türkiye, İran, Rusya) birbirleri ile olan yoğun iktisadi rekabete ve de bu ülkelerin güvenlik önceliklerine işaret ediyor. Bu aynı zamanda yüksek teknolojiye dayalı ordularla donatılmış ve iç pazar ve toplumsal kalkınma gibi öncelikleri olan güçlü devletlerin yer aldığı bir ortam. Bu devletler, ABD ve Çin gibi büyük devletler, mega ulus-ötesi şirketler karşısında pazarlık gücüne sahipler. Bu dünyada artık kalıcı ittifaklar, ideolojik kamplaşmalar yok (Biden böylesi bir kamplaşmayı ABD’nin “dostları” ve “düşman”ları arasında oluşturmaya çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemez); ezeli düşmanlar (Arap ülkeleri ve İsrail örneklerinde olduğu gibi), kadim dostlar (ABD-Türkiye örneği) da yok. İktisadi çıkarlar ve giderek ulusal güvenlik meselesi öncelik kazanıyor -ne var ki artık “ulusal” dediğimiz şey çok daha akışkan, “ulusötesi” ile iç içe, özellikle iktisadi çıkarlar söz konusu olduğunda. Diğer taraftan, iktisadi politikalar, ülkelerin iç ve dış siyasetiyle iç içe -her aşamada söz konusu olan ekonomi politik. Jeopolitik ise ekonomi politiğin belirli bir coğrafyada nasıl seyrettiğine işaret ediyor.  

Teknolojik gelişmeler sayesinde her şeyin görünür olması (Gazze’deki vahşetin saklanamaması gibi), demokratik açıdan egemenleri hesap vermeye zorlama hususunda ümit veriyor. O ümide tutunarak yeni dünyayı daha yaşanır kılmak ise her birimizin sorumluluğu.


[1] “Spokesperson’s remarks,’ Embassy of the People’s Republic of China in the Gambia”, 12 Ocak 2024, http://gm.china-embassy.gov.cn/eng/wjbfyrth/202401/t20240112_11222952.htm

[2] Ömer Taşpınar ve Gönül Tol, “Turkey and the Kurds: from Predicament to Opportunity”, Brookings, 22 Ocak 2014, https://www.brookings.edu/articles/turkey-and-the-kurds-from-predicament-to-opportunity/

[3] International Finance Corporation, “The Baku-Tbilisi-Ceyhan (BTC) Pipeline Project”, Eylül 2006, https://documents1.worldbank.org/curated/en/174011468016223078/pdf/382160ECA0BTC1LOE0201PUBLIC1.pdf

[4] Burası İsrail için yeni bir toprak parçası değil: Yahudiler bir asırdır Irak’ta önemli bir rol almışlardı; bağımsızlığını yeni kazanmış Irak’ın ilk maliye bakanı Sassoon Ezkell bir Yahudiydi. Bu, İsrail ve Filistin çatışmasının oluşmasından sonra sona erdi ve 1951’de yaklaşık 125 bin Irak Yahudisi (nüfusun %75’inden fazlası) zulme uğramamaları için İsrail’e uçurulmuştu.

[5] Atilla Yeşilada, “Erdoğan angry at India-Middle East-Europe corridor — ‘no corridor without Turkey”, P.A. Turkey, 14 Eylül 2023, https://www.paturkey.com/news/erdogan-angry-at-india-middle-east-europe-corridor-no-corridor-without-turkey/2023/

[6] Alex Blair, “Turkey moves against Europe with trade corridor alternative to IPEC”, Railway Technology, 20 Eylül 2023, https://www.railway-technology.com/news/turkey-alternative-india-middle-east-trade-corridor-plan/?cf-view


Çeviren: Hasan Deniz Duran

Not: Bu yazı, "İsrail-Filistin: İki Devlet mi, Tek Devlet mi?" metninin devamıdır ve 15 Şubat 2024’te Gateway HouseIndian Council on Global Relations’ta yayımlanmıştır