Her depremde aynı vahim Türkçe hatası... Televizyon muhabiri, "Enkazdan üç cenaze çıkarıldı," diyor! Tecrübeli bir gazetecinin verdiği haber de şöyle: "Enkazdan çıkarılan cenazeler yan yana konmuş." Bir iki muhabir olsa üstünde durmayabilirsiniz belki. Ama öyle değil. Bu cümleyi o kadar çok duyduk ki... Eski depremlerde de bol bol duymuştuk. Son olarak devlet kuruluşu AFAD'ın duyurusu ekranlarda göründü: "Kimliği belirlenemeyen cenazeler yirmi dört saat sonra defnedilecek." Sadece depremlerde değil, bu yanlış başka bağlamlarda da sürüp gidiyor. Tanınmış bir politikacı, "Suriye'den artık cenazeler gelmesin..." demişti bir süre önce; "ölüm haberleri" diyemiyordu! Şu cümleyi de birçoğumuz pek çok kere duymuştur: "Güneydoğu’dan her gün birkaç cenaze geliyor, barış olsun, cenazeler gelmesin artık..."
Ölüden, ölümden nasıl bahsedilir, bilmiyoruz. Abartmaya ihtiyacım yok. Yığınla örneği var.[1] Oysa ölüden, ölümden bahsedilirken ince anlamlı sözler kullanılan zengin bir dil Türkçe.
Nedir "cenaze"? Cenaze sadece cenaze töreni sürecinde kullanılır. Cenaze kelimesi cenaze töreni anlamında da kullanılır zaten. Yıkanmış, kefenlenip hazırlanarak tören için tabuta konmuş ölüdür cenaze. Gömülünceye kadar cenaze diye adlandırılır. Bunun dışında kullanılmaz cenaze kelimesi. Otopsi için morga gönderilen, otopsiden sonra oradan alınan ölü bedene de "cenaze" denmez. Karacaoğlan'ın bir şiirinde inceliği gördüm: "Cesedimi gözyaşıyla yusunlar," demiş. "Cenaze" dememiş. Çünkü ölü henüz yıkanmamış, tören için hazırlanmamış. Aynı ozan, "Ben ölürsem cenazeme imam ol," derken de törene işaret ediyor.
Deprem enkazından çıkarılan ölü bedene Türkçede ceset denir. Otopsideki ölü beden için de kullanılır aynı kelime. Selde, trafik kazasında, patlamalarda, silahlı çatışmada ölenlerin bedenleri de "cenaze" değildir. Mezardaki ölü beden, cesettir (cenaze değil; "mevta" da denir). Ölü hayvanın bedenine de "ceset" denir.
Naaş, “ceset”in yumuşatılmışıdır. Bazen cesetle eşanlamlı olarak kullanılabiliyor. Şu örneğe bakalım: "Annemin na'şını gördümdü / Bakıyorken bana sâbit ve donuk gözlerle / Acıdan çıldıracaktım (Yahya Kemal). Belli ki şair annesinin ölü yüzünü görmüş.
Naaş, tabuttaki ölü beden için de kullanılır; ama "cenaze"den farklıdır. Örneğin, başka bir şehirde ölen bir insanın ölüsü gömülmek üzere memleketine gönderilirken ya da bir mezardan başka bir mezara nakledilirken tercih edilir. Toplumca sevilip sayılan bir kişi ölünce de naaşı (cesedi değil) kimi zaman, halkın ona duyduğu saygıyı sevgiyi göstermesi için, bir süre katafalka ya da bir platforma konur (Atatürk'ün naaşı gibi).
Naaş nadiren "cenaze" ile eşanlamlı olarak kullanılabilir. Şu örnekte olduğu gibi: "Na'şı parmakların ucunda Eyyub kasabasındaki türbesine götürüldü" (Kâtip Çelebi). "Cenaze" dense de yanlış olmazdı burada. TDK Güncel Sözlük de, Ali Püsküllüoğlu'nun Arkadaş Türkçe Sözlük'ü de, bu kelimeyi "eskimiş" sayıyor. Bir kelimenin eskimiş sayılması kelimeyi gözden düşürür. Gençlerin öğrenmesine lüzum yok anlamı çıkar. Görüldüğü gibi, işe yarıyor.
Mevta (mevt: ölüm), Arapça "meyyit"in çoğuludur; Muallim Naci tekil olarak kullananları eleştiriyor. Ama Türkçede tekil olarak kullanımı yaygınlaşmış. 1. Tabuttaki ya da mezardaki ölü beden. 2. Diri, canlı karşıtı. Mecazi olarak ölü gibi cansız, yüzü solgun.
Bazen mezarlar açılır, mezardaki mevta başka bir mezara nakledilir (mezarda yatan ya da oradan çıkarılan ölüye naaş da denebilir). Mezardaki mevtayı kaçırıp maddi kazanç elde etmek isteyenler de olmuştur. Âşık Seyranî ölüsüne kefenlik bez alamayanlardan bahsediyor: "Kimi mevtasına kefen biçmiyor / Kimi helal rızkı yiyip içmiyor."
Cenaze töreninde imam sorar: “Mevtayı nasıl bilirsiniz?” Günümüzde daha çok "Merhumu/merhumeyi nasıl bilirsiniz?" sözü tercih ediliyor. Mevta, naaştan da daha eski bir kelime gibi gelir kulağa. Ama bir kelimeyi eskidir diye dilden atmaya kalkmak çok yanlıştır. Eski kelime başka, kullanımdan düşmüş kelime başkadır. Yeri gelir, çok eski kelimeler de kendini hatırlatır, kullanılmayı bekler. Dilin kullanımı hakkında bir göreneği hatırlatmak isterim burada. İngilizce sözlük terminolojinde kimi eski kelimeler tanımlanırken "archaic", kimileri de "obsolete" diye nitelendirilir. Archaic kelime eskimiştir, ama yine de zaman zaman kullanılır. Bir yazar eski zamanlara değinirken, eski bir anlatım biçimini kullanma ihtiyacını duyunca ya da söyleyişe eski bir tat vermek amacıyla kullanabilir. Kimi şairler, yazarlar da estetik amaçla tercih edebilir. Dahası, bilim dilinde, bilimsel söylemde de kimi yerde archaic terimlere ihtiyaç duyulur. Ama bir kelime obsolete ise, eski Türkçede "istîmalden sâkıt olmuş" denen, yani "kullanımdan düşmüş" kelimeleri nitelendirir. Dilciler, sözlükçüler bir kelimenin kullanımdan düşmüş olması için en az iki yüzyıl dilde kullanılmamış olması gerektiğini kabul etmişlerdir. Bizde bu ayrım yok. TDK sitesindeki güncel sözlük daha otuz kırk yıl önce yaygın bir biçimde kullanılmakta olan kelimeleri kimi gençler bilmiyor, kullanmıyor diye "eskimiş" saymakla söz dağarcığı bilgisine zarar veriyor.
Kadavra, Batı dillerinden alınmıştır. Latince kökenli. Tıp öğrenimi görenlerin çalışmaları için hazırlanmış insan ya da hayvan cesedi. Dar bir kullanım alanı olduğu için hatasızca kullanılabiliyor. Sultan II. Mahmud'un 1827'de açtığı Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'nin ilk otuz yılında öğretim dili Fransızcaydı. Kadavra terimi o yıllarda Türkçeye girmiş olabilir.
Ölü, ölüsü, yabancı kökenli kelimelerden sonra bir Türkçe kelimeye geldik. Anlamı belli: ölü beden, "diri" karşıtı.
Ceset, cenaze, mevta, naaş kelimelerinin hepsi yerine rahatça kullanılabilir. İşte örnekleri: ölünün yüzü / ölüsünü bulamadılar / ölü evi (Dostoyevski'nin romanı Ölü Evinden Anılar) / ölüyü kaldırmak / ölüyü gömmek / ölüsü tıp fakültesine verilmiş / anatomi dersinde mermer masa üzerinde bir ölü... Ama herhalde, yumuşatıcı bir kelime arandığı zaman istenmiyor. Ölmüş hayvan için de kullanılır tabii; örneğin, köpek ölüsü.
Cansız beden, son yıllarda kullanıma giren bir tamlama, anlamı çok açık. "Ceset" biraz sert çağrışımlı, "naaş" da, daha çok, okumuş insanların ağzında kalan bir kelime olduğu için, adeta kendiliğinden, türemiş olabilir. Kayıp kişilerin ölüsü bulununca, suda boğulan, maden ocaklarındaki grizu patlamalarında can veren insanların ölüsü hakkında sık sık kullanılan bir cümle var: Filancanın cansız bedenine ulaşıldı. Bu saydam söz daha başka bağlamlarda da kullanılabilir. "Ceset" kelimesini kullanmaktan ürkenler bunu tercih edebilirler. "Cansız beden", bizi "cenaze"nin yanlış bir yerde kullanılmasından kurtarabilir.
Leş, Farsça ama, yabancılığını fark ettirmeyen, öz Türkçe kıvamında kelimelerden. Kokmuş hayvan ölüsü. Yan anlamıyla insan hakkında da kullanılır.
Burada bir de ölüyü anarken kullanılan terimlerden bahsedeceğim. Merhum/merhume, rahmetli kelimelerinin İslâm dinine inanmış kişiler hakkında kullanıldığını çoğunluk bilir. Ama kimilerinin ölmüş Hıristiyanlar, Museviler hakkında da kullandıklarını görüyoruz. Bu kelimelerin yerleşik kullanımına göre, yanlıştır bu. Peki, kullananlar acaba onların da “Allah'ın rahmeti"ne layık olduğuna inanarak mı kullanıyorlar, yoksa bu kuralı bilmedikleri için mi, bilmek zor. Şunu hatırlatmak gerekir onlara: Türkçede böyle bir kural olması din ayrımcılığına yorulamaz; bir dil içi görenektir sadece. Kaldı ki, bu kelimeler ölen kişinin dindar bir Müslüman olduğunu göstermez. İnançlı biri olmasa da, Müslüman bir ailede ya da çevrede yetişmiş olması yeterlidir.
Hıristiyanlar, Museviler ya da başka dinlere inanmış olanlar öldükten sonra müteveffa diye anılır Türkçede. Fakat kanun metinlerinde, ölen insan hangi dinden olursa olsun bu şekilde anılır; "müteveffanın vasiyetnamesi", "müteveffanın borçları" gibi. TDK Güncel Sözlük bunu da "eskimiş" sayıyor. Eskimişse, ne kullanacağız yerine? Cevabı yok sözlükte. Şimdi biz "müteveffa Kraliçe II. Elizabeth" demeyelim mi?
Ölmüş Hıristiyanlar, Museviler hakkında iyi dilek bildiren toprağı bol olsun sözünün de alışılmış bağlamı dışında kullanıldığını görüyoruz. Yakın bir geçmişe kadar bu sözü herkes yerinde kullanırdı. Birçok kez gördüm, Müslüman bir çevrede yetişmiş bir kimsenin ardından "toprağı bol olsun" diye konuşanları. Gazetelerdeki ölüm ilanlarında bile kullanılıyor. Yanlıştır tabii. Ama buna bir anlam vermeye çalıştım. Acaba bu söz "Allah rahmet eylesin"in "laikleştirilmiş" bir biçimi midir?.. Olamaz diyemiyorum. Bunun başka bir örneği var. "Nur içinde yatsın"ın "ışıklar içinde uyusun"a çevrilmesi bir laikleştirme işlemi değil de nedir? Deyimler değiştirilir mi? TDK birinci deyimi de "eskimiş" sayarsa şaşmam.
"Toprağı bol olsun" dileğinin hem haklı olarak hem de özgün bir biçimde kaydırılan bir kullanımını da anacağım burada. Talip Apaydın'ın 1960'larda (galiba 1967 yılıydı) Varlık dergisinin Nurullah Ataç'ı anma sayısında yayımlanan bir yazısını hatırlıyorum. Apaydın'ın o yazısının benim açımdan en anlamlı yeri metnin son cümlesiydi. "Toprağı bol olsun" sözüyle sona eriyordu yazı. Yazar, Ataç'ı saygıyla anıyordu, bunu Nurullah Ataç'ın tanrıtanımaz (atheist) oluşuna da saygı duyarak gösteriyordu. Bu özgün kullanım çok hoşuma gitmişti o zaman. Türkçede belki de ilk kez bu bağlamda kullanılıyordu.
O sözün aynı bağlamda bir kullanımını daha anacağım. Değerli tiyatro oyuncusu Tuncel Kurtiz 2013'te öldükten sonra, benim de programcılarından biri olduğum Açık Radyo’da bir anma programı yayımlanıyordu. O sırada radyodaydım. Bu programda bir konuşmacı sözlerini yine "toprağı bol olsun"la tamamlayınca o yayımı yöneten teknisyen arkadaşımız Feryal Kabil'i uyarmak istemiş, konuşmacı sözü yanlış kullanıyor demiştim kendisine. Ama Feryal genç bir insan olduğu halde o deyimin bağlamını biliyordu. Feryal'in bana verdiği cevap çok ilgi çekiciydi: "O kişi Tuncel Kurtiz'in atheist olduğunu söylemek istiyor!"
"Toprağı bol olsun" sözünün kaynağını İskender Pala'nın bir kitabından öğreniyoruz. Onun yazdıklarını özetliyorum. İlkçağ geleneklerine göre insanlar ölünce birtakım eşyasıyla birlikte gömülürlerdi. Bunlar genellikle altın, gümüş gibi değerli eşya olurdu. Höyüklerdeki hazineler zamanla yağmalanmaya başlayınca ölenin ruhu azap çekmesin diye mezarlar derin çukurlar halinde kazılır, üstüne bol bol toprak yığılır, böylece mezarlar gitgide daha büyük höyüklere dönüşürdü. Öyle ki, mezarın üstündeki toprak ne kadar bol olursa, kötü niyetlilerin mezarı açıp hazineyi yağmalaması önlenmiş olurdu. Buna göre toprağı bol olan kişi öteki dünyada rahat edecekti; hem öbür dünyada kullanabileceği eşyası olacak, hem de bunlardan bir kısmını tanrılara armağan olarak sunabilecekti. Türklerin İslâm dinini kabul edip höyük geleneğini yavaş yavaş terk etmelerinden sonra "toprağı bol olsun" deyimi Müslüman olmayan ölüler hakkında kullanılır olmuş. Demek ki, Türkler bu çok eski deyimin İslâm öncesi hayatlarına özgü olduğunu görünce, yeni dinlerine inananlar hakkında kullanmak istememişler, ama deyimi saklayıp başka dinlere inananların ölüleri hakkında kullanarak yaşatmışlar. Bu sözün ölen kişi hakkındaki iyi dilek ifadesi olduğu açıktır.[2]
Burada son olarak, hayatını kaybetti (yaşamını yitirdi) sözüne takılacağım. İlkin şunu hatırlamak gerek: Bu söz 1990'larda kullanıma sokuldu. Daha eski bir kullanımı yok, "nevzuhur" sözlerden. Garip olmaktan öte, akıl dışı diyebileceğim bir anlamı var. Bir insan bir kazada, savaşta gözlerini, elini kolunu, bacağını, herhangi bir organını kaybedebilir, ama hayatını kaybedebilir mi? Bir organını kaybeden insan kaybının bilincindedir. Ama ölen insan öldüğünü bilemez. Daha İlkçağ'da Epikuros'tan öğrenmemiş miydik bunu? Bu ilginç düşünür, "Ölümün bizimle işi yoktur. Yaşadığımız sürece yoktur ölüm; ölüm geldiği anda da biz yokuz," dememiş miydi! Epikuros'un bu sözü yüzyıllardır anılır. Öte yandan, bir kimse ölünce öldüğünü bilemez ama, ölen kişiyi sevenler onu kaybetmiş/yitirmiş olurlar. Arkada kalanlardır kaybedenler. Bugün en çok kullanılan iki sözlük, TDK Güncel Sözlük ile Kubbealtı Sözlüğü, çok şükür, ölüm bağlamında "yitiren"in, "kaybeden"in ölen kişi değil, onu tanıyanlar olduğunu belirtiyorlar.
Deyimin ikinci arızası... “Dile yeni sözler, deyimler eklenemez mi?” diye sorulabilir. Eklenebilir elbet. Ama yemek, içmek, yatmak, kalkmak, doğmak, ölmek gibi çok temel, düz, dolaysız kelimeler hiçbir dilde değişmez, onların yerine yeni kelime türetilmez. Aynı anlamları dolaylı yoldan veren söz kalıpları, deyimler, yan-kullanımlar, mecazlar vardır. "Hayatını kaybetmek/yaşamanı yitirmek" de "ölmek"in yerine geçemez. Böyle bir ısrar var, bunu görmemek mümkün değil. Bugün radyolarda, televizyon kanallarında, gazetelerde, ölen birinin öldüğü artık nerdeyse hiç söylenmiyor, yazılmıyor. Oysa ansiklopedilerde ölümler hakkında nasıl "vefat etti", "son nefesini verdi", "hayata veda etti" diye yazılmıyorsa, basın-yayım organlarının da ölüm haberlerini en nesnel, en dolaysız biçimde vermeleri gerekir.
"Hayatını kaybetmek/yaşamını yitirmek", kaza gibi beklenmedik bir durumu da akla getiriyor. Ama görüyoruz ki, uzun bir ömür sonunda eceliyle ölenler hakkında da rahatça kullanılıyor. Böyle durumlarda kelimenin tuhaflığı, yadırgatıcılığı iyice artıyor. Buna benzer bir yeni deyime daha rastladım: filanca kişi "veda etti." Bunu kullananlar da pek az değil. Edebiyat paralamayı seven birileri piyasaya sürmüş olsa gerek.
Ölüm gibi acı olaylarda bazen, İngilizcede euphemism denen, yumuşatıcı sözler kullanılır. "Vefat etmek" bunların en yaygını. Ama bu kelime daha çok konuşma dilinde kullanılabilir. Nesnel amaçlı bir metinde kullanılması doğru olmaz. Ama yazar ölen kişiye değer veriyorsa, ölümünden sonra nice yıl geçmiş olsa bile, kullanabildiğini görüyorum. Nurullah Ataç vefat etmek sözünden nefret ederdi. Bir denemesinde, “Ben ölünce gazeteler ne olur, Ataç vefat etti diye yazmasınlar,” yazmıştı. O ölünce Ulus gazetesi "Ataç Öldü" başlığıyla vermişti haberi. Ataç bir açıdan çok haklıydı. Bir haberi nesnel bir dille duyurmaları gereken yayım organları yumuşatıcı söz kullanmamalıdır. Başka bir açıdan da haksızdır. Her dilde vardır ölümü yumuşatan sözler. Türkçede vefat etmenin dışında da birçok söz vardır; ama bunlar hep "edebî" diyebileceğimiz mecazlardır, vefat gibi düz anlamlı bir kelimenin yerini alamaz. Resmî yazı dilinde değil, konuşma dilinde bir boşluğu doldurur "vefat".
Hayatını kaybetmek sözünün neden yayıldığı, nasıl bir ihtiyaca cevap veriyor olabileceği hakkında düşünürken, bir ihtimal daha geliyor aklıma. Şöyle bir algı da olduğunu sanıyorum: Vefat daha çok, eski geleneklere bağlı, daha muhafazakâr görünümlü, "alaturka" diye küçümsenen insanların daha rahat bir biçimde kullandıkları bir kelime. Üstelik Arapça kökenli. "Hayatını kaybetmek"in bir süre sonra, herhalde öz Türkçeciler de benimsesinler diye, "yaşamını yitirmek"e çevrildiği de gözden kaçmamalı. Böyle düşünen, böyle hissedenler için yaşamını yitirmek, "vefat"tan daha "asrî-laik-modern" çağrışımlı bir söz müdür acaba!..
[1] Bu yazıyı 6 Şubat 2023'te on bir ilde meydana gelen, Pazarcık, Elbistan merkezli depremlerden sonra yazmıştım. Aynı dil bilmezlik bugün de sürüyor. Daha geçen gün bir televizyon kanalının altyazısında şu cümleyi gördüm: "Erzincan'ın İliç ilçesindeki enkazda iki cenazeye ulaşıldı."
[2] Bkz. İskender Pala, İki Dirhem Bir Çekirdek, L & M Yayınları, İstanbul, 2002, s. 190-191.