Emmanuel Macron, Fransa’nın Şansölye Brüning'i

Televizyonlarda, radyo stüdyolarında ve gazete yazı işlerinde duyduklarımızın aksine, Ulusal Birlik’e (Rassemblement National) iktidarın kapılarını açma riskine ya da kesinliğine rağmen Emmanuel Macron'un Ulusal Meclis'i feshetme kararı hiç de şaşırtıcı değil.

Bu, Cumhurbaşkanı'nın belki de siyasi ve tarihi kültür eksikliği ve şüphesiz çocuksu narsisizmi nedeniyle kavrayamadığı için oyuncağı haline geldiği bir durumun mantığının sonucudur.

En zeki, en açık sözlü, en kararlı olan ve aynı zamanda "halkım", yani "dirençli Galyalılar" tarafından en çok yanlış anlaşılan, "derin devlet"in -bu tabirle kalın kafalı ve tembel memurlardan oluşan yönetimi anlayın-muhafazakârlığına karşı savaşırken mutlulukları için gerekli "reformlara" doğru onları sürüklemesi gereken o değil mi?

Prensi çocuk olan şehrin vay haline!

Macron, aşırı sağa karşı son kale olarak görünmek için cumhuriyetçi hükümetin solunu ve sağını metodik olarak yok ederek, ikincisinin hükümeti ele geçirmesini mümkün kıldı. Aracı kurumları sistematik olarak zayıflatarak bunu kolaylaştırdı.

Ulusal anlatının en modası geçmiş temsillerine bağlı kalarak ve 2020'de toplumsal cinsiyet teorisine, post-kolonyal çalışmalara, İslâmcısolculuğa (islamogauchisme) ve wokizme karşı bir ideolojik düzeltme kampanyası başlatarak, toplumsal sorunu daha iyi bastırmak için kimlik ve güvenlik yanılsamalarını yayarak 1970'lerin sonundan beri sabırla hegemonyasını inşa eden Yeni Sağ'ın hezeyanlarını siyasi ortamda meşrulaştırdı.

Carl Schmitt'in 1930'ların başında savunduğu gibi "sağlıklı bir ekonominin" hizmetinde "güçlü bir devleti" teşvik ederek, her geçen gün kamusal özgürlükleri aşındırarak, olağan hukuka olağanüstü hal hükümlerini sokarak, iyi bir "otoriter liberal" olarak, Ulusal Birlik'in en iyi şekilde kullanabileceği bir yasama cephaneliği ve bir polis habitusu inşa etti.

Kararnamelerle yöneterek, parlamentoyu devre dışı bırakarak, özel danışmanlık şirketlerine -McKinsey ya da Capgemini- ya da anayasal olmayan danışma konseylerine -Savunma Konseyi gibi- güvenerek otoriter bir liberal rejimin temellerini attı.

Kısacası Emmanuel Macron, 1930-1932 yılları arasında demokratik kurumların içini boşaltan ve Nasyonal Sosyalizm’in baskıcı düzeneklerini hazırlayan ve siyasi başarısızlığının timsali olarak Reichstag'ı feshederek sonunda Hitler'in yolunu açan Alman Şansölyesi Brüning gibi davrandı.

"Prensi bir çocuk olan şehrin vay haline!" diye yazmıştım 2018'de, Eski Ahit’te Vaiz'den alıntı yaparak. Bu başlığı, Macron'dan Le Pen'e amansızca giden durumun mantığını ifşa etme gibi boşuna bir umutla 2017-2024 yılları arasında yazdığım yazıların derlendiği kitap için sakladım.[1] Tüm bunlar öngörülebilirdi ve gözlerini açmak isteyen herkes tarafından, en azından tarihsel ve karşılaştırmalı siyaset sosyolojisi tarafından öngörülmüştü.

Elbette Marine Le Pen Hitler değildir. Sadece kedileri sevdiği için değil (Hitler gülleri severdi), sokakları, seçim sandıklarını ya da yazı işlerini tutacak SA'ya (Kahverengi Gömleliklere, ç.n) sahip olmadığı için. Ancak bu ucuz bir güvence, çünkü kendi çevresinin ve Ulusal Birlik yöneticilerinin çoğunun özgeçmişleri her şeyi anlatıyor.

Açıkçası Marine Le Pen'in Yahudilere karşı soykırımcı bir niyeti yok. Yine de İsrail'e verdiği destek bir teselli değildir. Bu destek, Yahudi üstünlükçü aşırı sağın temsil edildiği ve vicdanında 40 bin Gazzelinin ölümünü taşıyan Binyamin Netanyahu hükümetine gidiyor.

Ulusal Birlik’i, özellikle de kurucusunun orijinal antisemitizmini reddetmesi bahanesiyle şeytanlaştırmaktan vazgeçmek, kelimelerle oynamaktır ve cehalettir. Dahası, düşman olarak Yahudi yerine Müslüman'ın ikame edilmesi bir rahatlama nedeni olmalı mıdır?

Uzun bir alışkanlık

Bu cehenneme inişin en endişe verici yanı, zamanı geldiğinde, tıpkı Hitler için olduğu gibi, Marine Le Pen için de bir nimet olacak olan devletin titizlikle yok edilmesidir.

Özellikle anayasal gösteri hakkı ya da göçle mücadele söz konusu olduğunda en ciddi insan hakları ihlallerine yıllar geçtikçe alıştık. Polisin “kusurlarına”, İçişleri Bakanı'nın Fransız ve Avrupa mahkemelerinin kararlarını açıkça hiçe saymasına, ulusal güvenlik ya da ticari gizlilik adına bilgi edinme hakkına getirilen yasal kısıtlamalara da alıştık.

Anayasa Konseyi'nin siyasi araç olarak kullanılmasına, devletin Tarım İşletmeleri Sendikaları Ulusal Federasyonu (FNSEA), çeşitli sanayi lobileri ve polis sendikaları tarafından ele geçirilmesine alıştık. Sağlık, eğitim, yüksek öğrenim, ulaşım, hava tahmini, radyo ve televizyon ve benzeri kamu hizmetlerinin, eşitsizliğin ve hatta sosyal dışlanmanın kötüleşmesi ve kamu servetinin özel sektöre büyük ölçüde aktarılması pahasına tasfiye edilmesine de alıştık.

Cumhuriyetin bakanlarının CNews gibi yüz kızartıcı televizyon kanallarının programlarında yer almasına, her işe burnunu sokan bir devlet başkanının bakanlarının sorumluluk alanlarına sürekli karışmasına alıştık.

Ve hatta, Başbakan Gabriel Attal'ın Siyaset Bilimleri Enstitüsü'nün yönetim kurulu toplantısında, hâlâ doğrulaması yapılmamış, ama sosyal ağlar tarafından ortalıkta dolaştırılan belirsiz bilgilere dayanarak yasadışı bir şekilde boy göstermesine de alıştık.

Jüpiter[2], asıl hatası öğrencilerinin Boyun Eğmeyen Fransa partisinin lideri Mélenchon'a biraz fazla oy vermesi olan ve asıl derdi Cumhuriyet'in siyasi, idari ve gazeteci elitlerini yetiştirmedeki önemli bir rolü olan bu kurumda hüküm sürdüğü söylenen antisemitizme karşı Bakanlar Kurulu'nda gürlemedi mi?

Jüpiter'in kumarı

Bu açıdan bakıldığında, Cumhurbaşkanı'nın 9 Haziran akşamı, Ulusal Meclis’te hükümet hakkında bir gensoru önergesi verilmesi "suçu" işlenmeden, alelacele meclisi feshettiğini açıklaması türünün anlamlı bir örneğiydi.

Emmanuel Macron, AB parlamentosu seçim sonuçlarının açıklandığı gecenin ortasında, İçişleri Bakanlığı'nın kesin sonuçları açıklamasını ve Anayasa Konseyi tarafından yayımlanmasını bile beklemeden, Jüpitervari sözlerini dayatarak, konuşmakta olan liste başlarını ve siyasi parti liderlerini küçümsediğini gösterdi.

Daha önceki açıklamalarının aksine, bir Avrupa seçimini ulusal bir oylamaya dönüştürerek, ideolojik sermayesi haline getirdiği bir fikre ve siyasi yapıya ne kadar saygı duyduğunu ortaya koydu. Bir kalem darbesiyle, devam etmekte olan tüm parlamento çalışmalarını yok etti ve kurulmuş olan araştırma komisyonlarını lağvetti.

Bazıları buna ustaca bir hamle diyecektir. Adaylıklarını sunmak için sadece birkaç günleri olan muhalefeti gafil avladı. Bu da Jordan Bardella'nın[3] başbakan olduğunda hatırlamaktan geri kalmayacağı, demokrasiye yapılmış bir başka hürmet ifadesidir.

Seçim kumarı başarısız olursa, Emmanuel Macron iktidarı kullanırken Ulusal Birlik'i de beceriksizliğine ortak edecektir. Unutmayalım ki başbakanlık makamına talip olan kişi 29 yaşındadır, sadece bir lisans diploması vardır ve bakanlık deneyimi yoktur.

Emmanuel Macron ayrıca Jordan Bardella ve Marine Le Pen arasında gelecekte yaşanması kaçınılmaz olan rekabetin, 1993-1995 yıllarında Balladur ve Chirac arasında olduğu gibi, 2027 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşması ve iktidarın paylaşılmasıyla daha da şiddetleneceğini umuyor.

Emmanuel Macron'un özellikle otorite, güvenlik, göç ve terörle mücadele ve üniversitelerin ideolojik kontrolü konularında Ulusal Birlik'in pek çok fikrini benimsemiş olması nedeniyle, bu ikilinin ortak yönetiminin daha kolay olacağı konusunda bahse girebiliriz.

Ve işler ters giderse, Emmanuel Macron her zaman istifa edebilir ve her ne kadar anayasa uzmanlarının bu olasılıkla ilgili çekinceleri olsa da, Putin-Medvedev tarzı utanç verici bir hile olmadan cumhurbaşkanlığı seçimlerine yeniden başvurması imkânı elde eder. İşte büyük sanat ve sanatçı!

Yönetmesini bilmeyen bir başkan

Bu gelişme, narsist Emmanuel Macron'un itibarını kurtarmak için her şeyi yapacağını gösteriyor. Bu, Jordan Bardella'nın kendisine yönelttiği meydan okumayı kabul ederek banliyö kabadayısını oynamak anlamına gelse bile. Okul çıkışında görüşürüz! Macron, boksör olarak çektirdiği fotoğrafı yayımladığında işin rengini göstermişti. Acınası, can sıkıcı ve biraz da endişe verici bir hal.

Dolayısıyla bu riskli bir manevra. Ve sürücü de kötü bir şoför. Acı gerçek şu ki Emmanuel Macron yönetmeyi bilmiyor. Ülkeyi "yatıştırmakla" övünen Macron, kişisel siyasi hakimiyet tarzı ve yönetim yöntemleriyle ülkeyi düzenli aralıklarla Sarı Yelekliler kaosuna, sosyal olarak kabul edilemez reformlara karşı grev ve gösterilere, işçi sınıfı mahallelerindeki ayaklanmalara, çevreci eylemlerin şiddetle bastırılmasına, Yeni Kaledonya'da yarı iç savaşın yeniden başlamasına sürükledi.

Bu krizlerin her birinde kendisinin ya da İçişleri Bakanı Gérald Darmanin gibi en yakın ya da en azından en şımartılmış bakanlarının bireysel sorumluluğu söz konusudur.

Dış politika açısından Emmanuel Macron'un küçümseyici, şamatacı ve istikrarsız tarzı, özellikle Sahel, Mağrip, Lübnan, İsrail, Ukrayna ve Rusya'da, Fransa Dışişleri Bakanlığı’ndaki "derin devlet"in şaşkınlığına yol açacak şekilde, unutulmaz diplomatik felaketlere ve fiyaskolara neden oldu.

Meclisin feshedilmesi afili davranışı bile tek başına çok yüksek bir bedel ve çılgınca bir risk taşıyor. Kısa vadede, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının zaten endişelenmeye başladığı Fransa'nın mali durumunu zayıflatıyor. İşletmeleri, öğretmenleri, yabancıları ve diğer birçok sosyal kategoriyi mutlak bir belirsizlik ve kargaşanın ortasına atıyor.

Olimpiyatların ve Paralimpik Oyunların son derece zahmetli hazırlanma sürecini sekteye uğratıyor. Bu karar, aşırı sağın iktidara gelmesine karşı yapılan gösterilerin sayısının artmasına yol açacak, bu da zaten Paris'in merkezinde planlanan etkinliklerin güvenliğini tüm sağduyuyu hiçe sayarak sağlamakta yetersiz olan polisi, daha da zorlayacaktır. Yeni Kaledonya'da Emmanuel Macron’un neden olduğu yeni şiddet olayları da polis üzerinde baskı yaratmaktadır. Bütün bunlar, sporun yüceltilmesinde birleştirmek istenilen ülkeyi kaçınılmaz olarak bölecektir.

Önceden haber verilen felaket

Tüm bunlar üzücüdür, ancak daha da kötü şeylerin habercisi olabilirler. Jordan Bardella başbakan olursa, Olimpiyat Oyunları beklenmedik bir hal alacak, Fransız aşırı sağı dünya şampiyonu olarak taçlandırılırken banliyöler alevler içinde kalacaktır. Gerçek şu ki, durum içinden çıkılmaz bir hal alırsa Olimpiyatların tamamen iptal edilmesini artık göz ardı edemeyiz. Ama ne pahasına?

Dahası, bu Başbakanlığı Putin'e altın tepside sunmak anlamına gelecektir. Cumhurbaşkanının üstünlüğü ne olursa olsun, başbakanın hiç de ihmal edilemeyecek ulusal güvenlik sorumlulukları var... Atos dosyasının[4] Jordan Bardella tarafından yönetildiğini hayal edebiliyor musunuz?

Hukukun üstünlüğü ve sivil özgürlüklere verilen zarara gelince, Hukuk ve Adalet Partisi’nin zehirli mirasıyla karşı karşıya kalan Polonya'daki Donald Tusk hükümetinin yaşadığı zorlukların da gösterdiği gibi, bu zarar ölçülemez büyüklükte ve kısmen geri döndürülemez olacaktır.

Öngörülen felaket göz önüne alındığında, Sol'un sorumlulukları çok büyüktür. Umalım ki Alman sol partilerinin kendi Macronları olan Şansölye Brüning karşısında zamanında yapabildiklerine nazaran durumun vahametine denk düşen bir şekilde bunun üstesinden gelebilsinler.


[1] Jean-François Bayart, Malheur à la ville dont le Prince est un enfant. De Macron à Le Pen. 2017-2024, Karthala, Paris, 2024.

[2] Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron için kullanılan mizahi sıfatlardan biri -ç.n.

[3] Aşırı sağ Ulusal Birlik partisinin genel seçimlerde başbakan adayı -ç.n.

[4] Son derece zor bir iktisadi durumda olan uluslararası çapta büyük bir Fransız yüksek teknoloji, bilişim ve internet güvenliği şirketi -ç.n.


Türkçeye Çeviren: Ahmet İnsel

Not: Bu yazı 12 Haziran 2024’te Alternatives Economiques’te yayımlandı. Jean-François Bayart, Cenevre’de Kalkınma ve Uluslararası İncelemeler Enstitüsü’nde profesördür. Türkçeye çevrilmiş eserleri: Kimlik Yanılsaması, Metis Yayınları, 1999; Cumhuriyetçi İslâm: Ankara, Tahran, Dakar, İletişim Yayınları, 2015.