Kültür alanında ayrışmaların, kapsayıcı politika yoksunluğunun gözle görünür hale geldiği, “Kültür Hakkı’nın birkaç yazılı belge dışında dikkate alınmadığı, sanatta her türlü ifadenin ortaya çıkmakta zorlandığı, sanatçının haklarının, özgür üretim ihtiyaç ve güvencesinin kırılganlaştığı günümüzde; bağımsız sanatçıların ve kültür profesyonellerinin sorunlarını açıkça tartışıp izlenecek yolları belirlemek amacıyla bir araya gelmesini amaçlayan “Kültürel Çeşitliliğin ve Bağımsızların Geleceğini Konuşuyoruz” toplantısı 17 Mayıs 2024 günü İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi’nin ev sahipliğinde yapıldı. Serhan Ada’nın, UNESCO Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi’ne Türkiye’nin taraf olması sürecinde Kültürel Endüstrileri Geliştirme Platformu’nun girişimlerini de içeren açılış konuşmasını aşağıda sunuyoruz.
***
Türkiye’de ve dünyada kültürel çeşitlilik bağlamında kültür politikalarının gelişimi ve bağımsızların konumu üzerine çok hızlı bir şekilde bir ufuk turu yapmak istiyorum mümkün olabilirse…
Niye böyle bir toplantı ve nereden nereye gidiyoruz? Aslında bu başlıkta toplantılar da yapılageliyor[ii] ona da kısaca değineceğim. Asıl sorulması gereken soru da buradan nereye değil mi?
Evet, nereye gidebileceğimizi bilebilmek ve belirlemek için, burayı, yani nerede olduğumuzu doğru değerlendirmemiz gerekiyor. Başlarken, galiba 2009-2010’a, şöyle bir 15 yıl kadar öncesine, geri gitmek yerinde olacak. O yıllarda Türkiye, Avrupa Konseyi'nin (AK) bir ‘ulusal rapor’ ile bir de Türkiye dışından atanan bağımsız uzmanların değerlendirmesini içeren ‘gözden geçirme raporu’ndan oluşan Avrupa kültür politikaları sistematiğine dahil olmayı kabul etmişti.
Bu sürece müdahil olmak isteyen bizler, sivil toplum temsilcileri, bağımsızlar, nasıl adlandırırsanız, bürokrasi ve prosedür gerekçeleriyle dışarıda kaldığımızı öğrenince oturup nasıl bir yol izleyebileceğimizi tartıştık. İzninizle bugün burada bizlerle olması gereken ama apaçık adaletsizlik nedeniyle cezaevinde tutulan arkadaşım Osman Kavala’yı sevgiyle anmak istiyorum. İşte o tartışma sürecinde hep birlikteydik, şimdi ondan bir alıntı yapmak istiyorum:
“Türkiye'de sivil toplum kuruluşlarının kültür politikası hazırlanma sürecinde daha etkin bir rol oynamalarına ihtiyaç olduğunu düşündük.
Gelişmişlik düzeyleri, bilimsel çalışma yürütme yetenekleri ve devletten bağımsız konumlarıyla kültür alanında çalışan sivil toplum kuruluşları İKSV, İPM, KAGİDER, Tarih Vakfı, TESEV, Türkiye Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, Tüsev’den arkadaşlarla bu durumdan vazife çıkarmaya karar verdik. Daha sonra başka kuruluşlar da bu çalışmaya katkı sağladılar. Kısıtlı imkanlarla gerçekleştirilmiş olan bu çalışmanın sorunların tanımı ve öncelikli önerilerin hazırlanmasında sivil kuruluşların ortak deneyimlerini, bilgilerini ve duyarlılıklarını yansıtmasının önemli olduğuna inanıyoruz.”[iii]
Hemen sonrasında, başlangıçtaki bu çaba ve iradenin çalışmaları sonucunda ortaya çıkan politika metninin Sivil Toplum Gözüyle Türkiye Kültür Politikası Raporu adıyla kitaba dönüştüğü tarih 2011. Bu çabaların lafta kalmadığını ve gerçekten yazılı olduğunu en azından tarihte geri gidebileceğimiz bir yer olduğunu göstermek bakımından kitapta toplanmış olması önemli. Bugün için bu belgeler eksik ve belki eskimiş olmasına rağmen çok önemli bir ilk adım.
Bu başlıkta bir de dipnot: Bu çalışma yapılırken tüm ara değerlendirme toplantılarına Kültür Bakanlığı ve AK temsilcilerini de davet ettik. Raporu yayımlandıktan ancak iki yıl kadar sonra, 2013’de, bu defa ulusal rapor ve uzmanların raporu tamamlandı[iv] ve Bakanlık kendi raporunu değerlendirmek üzere toplantı yaparken hepimizi çağırmak durumunda kaldı. Hatta toplantı da bu mekânda yapıldı. Siviller olarak raporu bekleyip ona cevap hazırlamak ya da tepki vermek yerine kendi birikimimizi kullanarak pozisyonumuzu açıklamış ve vazgeçilmez paydaş olmuştuk. Kavala’nın konuşmasında sözünü ettiği ortak deneyim, bilgi ve duyarlılığın nereye ulaştığını göstermesi bakımından Türkiye kültür politikasının bu üç belgesi önemli. Bunlar aynı zamanda kültür politikalarının ilk yazılı belgeleri.
Şimdi uzun bir atlayışla, bugüne gelelim.
15 yıl çok kısa ama çok da uzun bir süre. Pek çok değişikliğe sahne oldu. Ekonominin sanat ve kültür üzerindeki markajı sıkılaştı. Ve hatta TÜSİAD bile New York'taki şubesinde bu konuda toplantılar düzenliyor.[v] Bu son gelişme, ekonomik dürtülerle de olsa “yakın ilgi”nin açık kanıtı. Ekonominin markajı olurken bir yandan da eşitsizliklerin her geçen gün arttığı dünyada, kültür ve sanat alanındaki açık, belli bir yıllık bütçesi ödeneği olanlarla bağımsızlar yani her yıl başa dönüp iki ucu biraraya getirmeye çalışanlar, “ekmeğini taştan çıkaranlar” arasındaki açık daha da derinleşti, derinleşmeye devam ediyor.
Bu süre içinde olup biteni özetlemek yerine, hızlı fırça darbeleriyle bir panorama çıkarmak istiyorum:
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti yapıldı, bitti. Arşivi nerede bilinmiyor. Hemen sonra çok sayıda bağımsız tiyatro kuruldu, kapandı, kurulduğu gibi kapanıyor tekrar kuruluyor. Pozitif, Doğuş grubuna geçti. İstanbul Bağımsız Film Festivali kurucularından alınıp özel ellere geçti ve sonra kapatıldı. Çok sayıda festival hayatına devam edemiyor. İstanbul Bienali ve Çağdaş Sanat Fuarı sponsorlarıyla hayatlarına devam ediyor. Ama Tasarım Bienali bitti. Galataport’ta Devlet Resim Heykel Müzesi ve İstanbul Modern var. Yayıncılık alanında sayısız yeni ve bağımsız yayın bir görünüp bir kayboluyor. AKM kırmızı küresiyle yeniden açıldı. İstanbul'da bulunan Tiyatro Kooperatifi başka bölgelerdeki kooperatifleşmeye örnek oldu. Türkiye'de farklı şehirlerde artık 10'a yakın sanat bienali var. Covid-19 pandemisi sırasında bırakın iş bulup çalışmayı yaşamaya devam etme olanağı bulamayan yüzden fazla müzisyen hayatlarına son verdiler. Ticaret odalarında artık yaratıcı endüstri alt komisyonları var. Kültür Bakanlığı ondan fazla şehirde büyük bütçelerle “Kültür Yolları” düzenliyor.
Kaygılı bir arayış içindeyiz. Sanatçıların ve kültür profesyonellerinin güncel konumu ve geleceği hakkaniyetli ve katılımcı kültür politikalarına bağlı.
Şu anda tedavülde olup uygulanan, ihtiyaç duyan ya da merak eden herkesin bakabileceği resmi bir kültür politikası belgesi yok.
Sözünü ettiğim 2013 raporundan sonra konuyla ilgili üretilen diğer metinler, yani Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlığı sırasında hazırlanan belge[vi], Üçüncü Kültür Şûrası “kültür politikası raporu”[vii] vb. gibi, hiçbiri tedavülde değil. İster istemez uygulamaya bakarak politikaları çıkarmaya çalışıyoruz.
Bakanlığın tabii ki tiyatro, sinema dahil çeşitli fonları var. Gelgelelim fona başvuru ve değerlendirme kriterleri net değil. Değerlendirme jürilerinde bürokratlar ağırlıkta. Her fon dağıtımından sonra bitmek tükenmek bilmeyen polemikler yaşanıyor.
Önceleri genel bütçe içinde %1 olarak hedef koyduğumuz kültür, uzun süre yüzde çeyrek olarak gittikten sonra pandemiyle binde ikiye kadar düştü.
Bir de kısaca dünyaya bakarsak orada da tablo daha aydınlık görünmüyor.
Çatışmalar ve sıcak savaşın damga vurduğu günümüzde uluslararası kültür kurumları, Avrupa Birliği, Avrupa ülkelerinin kültür enstitüleri, sanata ve kültüre destek olacak bir alternatif olmaktan hızla uzaklaşıyor.
Özellikle hepimizi dehşet içinde bırakan Gazze'deki kitlesel katliam ya da soykırım ortamında uluslararası kültür kurumları, birkaç küçük istisna dışında, daracık bir bölgeye sürülerek sıkışmış milyonlarca insanı kitle imha silahları olmazsa açlık ve susuzlukla tarih sahnesinin dışına iten İsrail'in ve onun sarsılmaz müttefiki Amerika Birleşik Devletleri’nin safında koşulsuz yer alıyor. Ödül törenleri iptal ediliyor, muhalif sanatçılar dışlanıyor, Türkiye'de kültür sektörüne uzun zamandır önemli desteklerde bulunan Goethe Enstitüsü de bu gruba dahil. Onun başkanı dışında kalmak isteyecekleri bir “dünya kültür savaşı”ndan dem vuruyor.[viii] Savaş deyimi bana ait değil, ama en yetkili ağızdan çıktığına göre gerçekliği su götürmez.
Tabloyu tamamlamak için şehirlere ve yerel yönetimlere bakmak zorunlu. Şehirler demek kültürel çeşitlilik demek. Bunu söylerken 2024 Mart’ındaki son seçimlerin sonuçlarını da kastetmiyorum. Yerel yönetimlerde kültürel faaliyetlerin çoğunluğunu ne teşkil ediyor? Yüksek bütçeli festivaller, milli ve dini bayramlarda popüler sanatçılara ve asıl aracılara ihale yöntemiyle yüksek meblağlar ödenerek gerçekleştirilen ücretsiz konser ve gösteriler, “çok amaçlı” kültür merkezleri, kısaca planlamasız bir kültür ve sanat arzı.
Evet, bir yandan bütün bunlar, şehirleri yöneten hangi siyasi parti olursa olsun, devam ediyor. Öte yandan, ben geleceğe dönük olarak gördüğüm iki şehirden iki örnek vermek istiyorum. İlki, 15 yıldır bence tutarlı kültür stratejisini sürdürmeye çalışan İzmir’den. İzmir Kültür Fonu (adına İzKF diyorlar) 2024 başında bir pilot uygulama olarak devreye girdi[ix]. Yerel yönetim bir açık çağrı yaparak kendi kültür stratejisi doğrultusunda belirlediği değerlenme kriterlerini açıkladı. Projeleri tarafsız kurullar (kurul üyeleri) değerlendirdi. Ve dokuz proje İzKF desteği ile uygulanmaya başladı. Asıl önemlisi, Fon’a başvuran tüm proje sahiplerine, başarılı olsun ya da olmasın herkese, yazılı geri bildirim yapıldı. Bu örneği yakından izlemekte yarar var. Çünkü ilk kez bir yerel yönetin kültüre yapılan desteği açık çağrı yöntemi ve şeffaf kriterlerle gerçekleştirdi.
İkinci örnek de İstanbul'dan. Büyükşehir Belediyesi eski ve şimdiki Başkan İmamoğlu’nun adaylık sürecinde önümüzdeki beş yıl içinde yapacaklarını açıklayan Kültür Hakkı Kent Hakkı başlığını taşıyan bir kitapçık çıkarttı[x]. Elimizde bugün böyle bir yazılı bir kaynak var yani. En azından. Bu kitapçıkta kültür hakkı bir kent hakkı olarak ele alınıyor. Kitapçıkta başka neler yer alıyor? Kısaca şöyle bir ifade yeni yaklaşımın özeti olabilir: “Kamusal alanda ifade özgürlüğü bakımından vazgeçilmez olan kent hakkıyla ayrım gözetilmeksizin herkesin kültür hayatından eşit biçimde yararlanmasını öngören kültür hakkının birlikte ele alınması, kültür politikamızın temelidir”. Yeni ve varolanı geliştirilecek kültür mekânlarının yanı sıra kitapçıkta “Kültürde Sivilleşme İçin” başlığı altında bir İstanbul Kültür Politikaları Merkezi (İKPM) kurulacağı, ayrıca İKF yani İstanbul Kültür Fonu adı altında da sinema, müzik, çağdaş sanat ve görsel sanatlar ve gösteri sanatları destek birimleri kurulacağı haber veriliyor.
Şimdiye dek alışık olduğumuz kültür yönetimi uygulamalarına benzemeyen bu yeni yapılanmayı yakından izlemeyip denetlemeli ve her aşamasında paydaş olmak üzere hazırlık yapmalıyız.
Dijitalleşmenin kültürün tüm sektörlerinde doğurduğu fırsatlarla yarattığı eşitsizlikleri doğru çözümlemek ve o doğrultuda dayanışma ve işbirliğine dayanan pratikler kurgulamak bir görev. Kültür ve sanat ekosisteminin neresinde olursak olalım, dijital ortam ve altyapı, bu alanda tüm dünyayı sarıveren tekelleşme eğiliminin doğurduğu riskler yaptığımız işlerin ayrılmaz parçası da olsa, birlikte geliştireceğimiz öneriler ve çözümlerimizde ona ayrı bir başlık ayırmak durumundayız. Kültürün ifadelerinin ve sanat ürünlerinin çeşitlenip yaygınlaşmasında şimdiye kadar görmediğimiz türden imkânlar sunan dijitalleşme ona erişimi olmayan ve ondan yararlanacak bilgiden yoksun olanlar için tümüyle dışlanma anlamına gelebilir. Bu alanda tüm dünyayı algoritmalarıyla sarıveren tekelleşme eğiliminin doğurduğu riskleri çalışmalarımızda göz önünde bulundurmak zorundayız.
Kültürün bugünkü konumunu belirlerken adına kültür endüstrileri, yaratıcı endüstriler ya da yaratıcı ekonomi ne dersek diyelim, kültürü ekonominin itici güçlerinden biri olarak ele alan yaklaşıma da değinmek gerekir. İngiltere'de Tony Blair'in başını çektiği “Yeni” İşçi Partisi (New Labour) döneminde ortaya atılan ve danışman/uzmanlar eliyle ve onların hazırladığı alet çantaları (tool box) üzerinden dünya ölçeğinde “yaratıcı sınıf”, “yaratıcı kent” gibi çekici kavramlarla yaygınlaştırılan ve şimdilerde Küresel Güney ülkelerinde de kültür politikalarının ana ekseninde konumlanan bu yaklaşım, kapitalist sistemin sürekli yenilik ve girişimcilik yöntemleri kullanılarak kültür ürün ve hizmetlerinin gayri safi milli hasılaya, istihdama, katma değere olumlu etkiler yapacağı varsayımına dayanıyor. Ülkemizde de özellikle dizi filmlerin olağanüstü ihracat başarısından sonra, bu alan Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Telif Hakları Genel Müdürlüğü bünyesinde sahiplenildi. Araştırmalar sipariş edildi, kapasite geliştirme seminerleri düzenleniyor, uluslararası kültür enstitülerinin know how’ına da başvurularak bilinirlik çalışmaları yürütülüyor. Bu çabalarda özellikle dijital oyun alanına hızla büyüyüp gelişecek sektör haline gelmesi umuduyla ağırlık veriliyor. Yaratıcı sektörlerin, kültür politikalarının içinde sadece bir başlık olduğunu unutmamak yararlı olur. Aynı zamanda bu alanın bir tür “hızlı politika” (fast policy) şeklinde hızla sonuç alınabilecek bir gelişme potansiyeli taşıdığını düşünmek kültürün ve özellikle sanatın kendi başına, içkin bir değeri olduğunun da unutulmasına yol açabilir.
Bu toplantı çağrısını yaparken İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Kültür Politikaları Araştırma Merkezi (KPY) içinde çalışan ekip olarak adına kısaca “bağımsızlar” dediğimiz tek tek sanatçıların ya da kültürün farklı alanlarında her gün ayakta kalma mücadelesi verenlerin hem içinde bulundukları ve etkilendikleri dışarıdaki bağlamı hem de kendi içlerindeki hareketlilik ve gelişme dinamiklerini göz önünde bulundurduk. Şimdi kısaca onlara değinip bitirmek istiyorum.
En başta belirttiğim gibi, “kaygılı bir arayış içindeyiz”.
Türkiye'nin her yanındaki bağımsızları bir ortak alanda iletişim içine sokmaya çabalayan “bağımsızlar” birbirleriyle temas ve dayanışma halinde gelecekte daha ağır olabilecek koşulları karşılayabilmek amacıyla çalışmalarını sürdürüyor (radyo programları yapıyor, haritalama çalışmaları sürdürüyorlar).
Ayrıca, başta da belirttiğim gibi “Buradan Nereye?” başlığıyla forumlar düzenleniyor. Çok önemli sorunların irdelendiği bu forumların katılımcılarına bakıldığında çoğunluğu çağdaş ve görsel sanatlar alanından olanların oluşturduğu dikkat çekiyor. Bunların yanında hemen hemen her sanat disiplinde ve tasarımda etkili meslek birlikleri var. Hemen hepimiz kendi grubumuzda olanlarla iletişim ve olabilirse dayanışma içinde olmak için çaba gösteriyoruz.
Özellikle Covid-19 pandemisi sonrasında yıllık ödenekleri, küçük ya da büyük bir bütçesi olanlarla her yıl en başa dönerek çalışmaya ve yaşamaya devam edebilmek için plan yapmak, fon ve ortak arayışına girmek, bütçe hazırlamak zorunda olanlar arasındaki başta değindiğim açık büyüyor. Kaygılı arayışımız bizi yeni işbirliklerine, yeni pozisyonlar almaya, yeni öneriler geliştirerek onları düzenli olarak savunmaya ve gerçekleşmelerini sağlamak için disiplinlerarası-sektörlerarası yatay değil, “çapraz” diyebileceğim bir yaklaşıma adeta zorluyor.
Bugün ayrıntılarına girileceğini umuyorum… Biraz önce belirtildiği gibi, 2013’de Galatasaray- Cezayir’de yapılan kalabalık bir toplantıda (ki o toplantıya katılanların bir kısmı ne yazık ki yurt dışındalar: Biri Viyana’da, biri Berlin’de, biri cezaevinde, biri Londra’da vb.) ilk adımı atılan Kültür Endüstrilerini Geliştirme Platformu (KEGeP)[xi] bu yeni yaklaşımı harekete geçirmek için uygun bir zemin oluşturabilir. 2005 yılında UNESCO bünyesinde imzaya açılan, Türkiye’nin ancak 2017’de yani 12 yıl sonra onaylayıp Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla taraf olduğu “Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi”[xii] sivil toplumu, oy hakkı olmasa da Sözleşme organlarında uygulamayı şekillendiren taraflardan biri olarak tanıyor.
Bu doğrultuda 24 ülkede kurulan “kültürel çeşitlilik koalisyonları” sekretaryası Kanada'da bulunan bir federasyon (Uluslararası Kültürel Çeşitlilik Koalisyonları Federasyonu- IFCCD) şeklinde örgütlendi.[xiii] Şu anda aktif olmasa da KEGeP de Federasyon’a üye koalisyonlar arasında yer alıyor. Ülkelerde örgütlü koalisyonlar kültür politikalarının tüm yönlerini kucaklayan 2005 Sözleşmesi’nin uygulanması ve geliştirilmesinde önemli bir rol oynuyorlar. Farklı kültür politikaları konusunda iletişim ve diyalog içinde çalışıyor, UNESCO'nun periyodik olarak izlediği sanatçının statüsü, yani sanatçının tanımı, sansür ve ifade özgürlüğü, sosyal güvence, işsizlik ve sağlık sigortası, emeklilik hakları, sanatçının hareketliliği gibi konulardaki raporlarında kendi ülkeleri adına içerik hazırlıyorlar. Kültür politikası raporlarının hazırlanma sürecinde paydaş olarak masaya oturuyorlar.
KEGeP’in UNESCO ve Kültürel Çeşitlilik Sözleşmesi çerçevesinde oynayabileceği rol bir yana, ülkemizdeki kültür sektörünün ve sanatçıların birlikte düşünme, çalışma ve üretme, kısaca sahici bir sivil toplum aktörü olma sürecine çok etkili bir katalizör olarak katılabileceğine inanıyorum.
İzninizle önerilerimi sıralamak istiyorum:
Tüm bu çalışmalar yapılırken en temel stratejik tercih olarak “kültür hakkı”nın başa yazılmasını öneriyorum. Yalnızca vatandaşların, çoğu kez adları kültür politikalarının öncelikli kesimleri arasında adları listelerin en sonuna yazılan çocukların ve kadınların değil, aynı zamanda tüm ihmal edilmişlerin ve dışlanmışların, göçmenlerin, sürgünlerin, sığınmacıların, işsizlerin de kültür hayatına katılımları, sanat ürünleri ve etkinliklerinden yararlanmaları. Uzun süredir kültür tanımından dışlanan doğanın bundan böyle kültürle aynı kelimenin içinde tanımlandığı “doğakültür”ün temel stratejik tercihlerden biri olması. Bir yandan her etkinlikte yeryüzünün tehlike altındaki geleceğini dikkate alırken, ekoloji alanında çalışan siviller ile kültürün bağımsızlarının ve sanatçıların dayanışma içinde çalışması. Kentlerin içerdikleri çeşitlilikle yeni ve katılımcı politikaların yeri olabileceğini dikkate alarak yerel kültür politikalarının izlenmesi ve dönüştürülmesi için çaba harcanması. Dayanışmanın şehirle, sektörle, ülkeyle sınırlı tutulmadan ülke ötesi işbirlikleri, iyi örnekleri izleme ve eş-öğrenme pratiklerinin geliştirilmesi. Kime bağımsız diyeceğimiz, bağımsızlığın nerede ortaya çıktığı hiç kuşku yok kaçınılamayacak ve hemen cevap bulunamasa da gündemden çıkmaması gereken bir soru. Çalışmalarımız süresince bağımsızlık kavramını ekonomik, politik, toplumsal ve ekolojik bağlamlarda sorguluyor olmalıyız. Belki de bu toplantının başka toplantılarla sürmesi halinde kavramın içeriği de yapılan çalışmalarla kendiliğinden oluşmuş olacak.
Son olarak böyle bir toplantıya neden ihtiyaç duyulduğunu anlatarak bitirmek istiyorum. Bir kere “Akademia” Platon tarafından ilk kurulduğunda insanın ve doğanın (onlar zaman zaman buna physis veya cosmos diyorlardı) ne olduğu, nereden gelip nereye gittiğini sorgulayıp duruyordu. Zamanla adına bilim denen şey “fildişi kule” metaforuyla anılır oldu. Özellikle sosyal ve beşeri bilimler, insandan ve yeryüzünden hızla uzaklaşarak göğe doğru yükseldiler ve bulutlar seviyesinde yalnızca kendilerinin anladığı bir dilin içine kendilerini hapsettiler. Bu yaklaşımı kabullenemeyenler çoğu zaman kendilerini izole edilmiş ve üniversite denen kurumun dışına atılmış buldular. Bizim bir araştırma merkezimiz var: Kültür Politikaları ve Yönetimi üzerine çalışıyor, KPY. Bir de UNESCO Kürsümüz var, onun da adı, Kültür Politikası ve Kültürel Diplomasi UNESCO Kürsüsü. İkisinin de misyonlarında sivil toplumun kültür alanındaki çalışmalarının içinde ve onlara destek olarak yer almak maddesi yer alıyor. Bu çabamızın, akademyanın ruhuna tam olarak uyduğu görüşündeyiz.
Bu toplantıyı yapabildiğimiz için büyük bir mutluluk duyuyorum. Şimdiye kadar yapılan tüm hazırlıkları bir tür girişim grubu olarak yürüten hepsi öğrencim-meslektaşlarıma[xiv] teşekkür ediyorum. Onlar bu girişimin devamında görev alacaklar.
Sizler de bugün burada olmakla hepimize şeref verdiniz. Katkınıza şimdiden teşekkür ederim.
Hoşgeldiniz.
* 17 Mayıs 2024 tarihinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen “Kültürel Çeşitliliğin ve Bağımsızların Geleceğini Konuşuyoruz” başlıklı toplantıda yapılan konuşmanın gözden geçirilmiş metni.
[ii] Çok sayıda bağımsız girişim ya da kolektifin girişimiyle “Buradan Nereye” başlığını taşıyan forumlar düzenleniyor ve sanat ve kültür dünyasının içinde bulunduğu sorunlar tartışılarak ihtiyaçlar saptanıyor ve talepler formüle ediliyor. Ayrıca, 2021’de kurulan KIRIK inisiyatifi bu yıl içinde “kültürel kutuplaşma ve kültürel hegemonya” kavramları etrafında bir dizi toplantı düzenliyor.
[iii] Osman Kavala, “Kültür Politikaları Sivil Toplum Girişim Grubu adına”, Sivil Toplum Gözüyle Türkiye Kültür Politikası Raporu, (der. Serhan Ada), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011, s.9.
[iv] Ulusal Rapor’un AK arşivinden ulaşılabilen hali için: Cultural Policy in Turkey – National Report. (2013). European Programme of National Cultural Policy Reviews. https://rm.coe.int/CoERMPublicCommonSearchServices/DisplayDCTMContent?documentId=09000016806963fd
Uzamanlar Raporu için: Experts Review Report. (2013). European Programme of National Cultural Policy Reviews. https://rm.coe.int/CoERMPublicCommonSearchServices/DisplayDCTMContent?documentId=09000
[v] Pınar Çelikel, “Türk Sanatını Türkten Başka Satın Alan Yok”, Gazete Oksijen, 26 Nisan 2024 (https://gazeteoksijen.com/o2/turk-sanatini-turkten-baska-satin-alan-yok-209582)
[vi] 64. Hükümet Sürdürülebilir Kültürel Kalkınma Programı Tanıtım Toplantısı. (2016). https://www.aa.com.tr/tr/pg/foto-galeri/davutoglu-kulturel-kalkinma-programi-tanitim-toplantisina-katildi-/0# ve https://basin.ktb.gov.tr/TR-159754/basbakan-davutoglu-kulturel-kalkinma-eylem-planini-acikladi.html
[vii] III. MİLLÎ KÜLTÜR ŞÛRASI, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2017. https://kultursurasi.ktb.gov.tr/Eklenti/50571,raporsurasonucpdf.pdf
[viii] Bu konudaki gelişmelerle ilgili olarak: Serhan Ada, “Birinci Dünya Kültür Savaşı Patladı,T24, 6 Şubat 2024 (https://t24.com.tr/yazarlar/serhan-ada/birinci-dunya-kultur-savasi-patladi,43424) .
[ix] https://www.izmir.bel.tr/tr/Projeler/izmir-kultur-fonu-izkf/2795/4
[x] Kültür Hakkı, Kent Hakkı, İBB Kültür, tarihsiz (Mart 2024).
[xi] https://www.facebook.com/kegep/
[xii] Sözleşme metni: https://www.unesco.org.tr/Pages/179/177/
[xiv] Miyase Çelen, Başak Erson, Funda Lena, Seda Naniç, Begüm Tunakan ve Can Zeren (soyadı alfabetiğiyle)