Bir kitabın ne öne sürdüğünü tanımlayan, ölçen, benimseyen ya da onu reddeden her zaman okuyucudur.
Diğer bütün temel faaliyetlerinin arasında okuyucu, yazar için bir kişilik uydurur. Burada söylemeye çalıştığım şey; bir kurgu yazarının, tamamlanmamış karakterlerine kendi tecrübelerini ödünç verdiği ve daha sonra, arzuları besleyecek bir hayal gücüyle onları tamamladığıdır: “Bu olmasını isteyeceğim şeydi.” “Bu başıma gelse korkacağım şeydi." Hafıza artık sessizlik içerisinde sinematografik montaja benzer bir teknikle neyin saklanacağını ve neyin bir kenara bırakılacağını seçer. Bir sonraki evrede, yazarın kattığı hayal gücü bahsettiğimiz montaja hükmeder, onu tekrardan arzularına göre uyarlar, saptırır. Fakat bu işlem ona belgenin görmezden geldiği kalbinden gelen bir gerçeği verecektir, kurgu neyi keşfeder? Okuyucu bunu hemen sezer. Kurgudan elde ettiği bu materyalle okuyucu yazarın kişiliğini inşa edecektir. Acaba kaç yazar kendilerinde bile eksik olan bir netlikle mahremiyetlerini görebilen okuyuculara denk gelmiştir?
Montaj
Hafızanın gerçekleştirdiği montajdan bahsettim, ve onu sinematografiyle ilişkilendirdim. Rus biçimciler edebi montaj ve sinematografik montajın arasındaki bağlantıya işaret etmişlerdir. Godard'ın filmi: Nefes Nefese, geç ama uygun bir örnek olabilir.
Filmin ortak yapımcılarından, o zamanlar Godard'ın arkadaşı olan Truffaut ya da filmin montajından sorumlu Cécile Décugis, (tam olarak kim olduğu belli değil) yeni sinemacıya filmin orijinalini takiben gerçekleştirilen montajda, sadece bilgilendirme amaçlı materyalleri, lüzumsuz anlatı bağlarını ve karakterlerin hareketlerinin devamlılığını öngören akademik eğilimi aşabilmek için inceliksiz, düzensiz sahnelerde büyük darbelerle kesintiler gerçekleştirme önerisinde bulunmuş. Bunun sonucu yeni bir sentaks olmuştur: ilk meydana geldiğinde göz kamaştırıcı, sonrasında taklitçilerinin yeni bir standart haline getirmesiyle sıradanlaşan.
Sinematografik montajın bir ikizi vardır: Sayfaya emanet edilen ilk metnin yeniden yazılması. Kes Yapıştır’dan çok önce, yazarın kendisinin ilk okuruna dönüştüğü ve illa yazmayı düşündüğü şeyi değil de asıl yazılan şeyin neyle ilgili olduğunu anladığı an. İlk metin, yazının hala bir tohumu andıran karakterini ortaya serer. Boşluklar ve yaklaşımlar arasında, en iyi ihtimalle, hala saklı olan zenginliklerinin az da olsa görünmesini sağlar.
Kintsugi
Aslında, okuyucu, yazar tarafından başlatılan kintsugi pratiğini tamamlar. Japon geleneklerinde, çatlamış bir objenin (örneğin bir porselenin) çatlaklarını, sulandırılan altın tozu zamkıyla doldurma sanatı kintsugi olarak adlandırılır. Çatlağı gizlemektense, onu parlayan bir maddeyle vurgulamak. Çoğu zaman bu çatlaklar objenin kendisinden daha fazla değer taşır. Obje, yaşamı boyunca oluşan izleri saklamaktansa onları sergiler ve bunu yaparak daha asil bir biçim kazanır.
Yazar, bazılarının tecrübe olarak adlandırdığı birikintilerin toplamıyla buna benzer bir şey yapar. Ve okuyucu da bunu hayal gücüyle yapar. Çatlakları doldurarak, yabancı birinin yazdıklarında fark ettiği etkileyici çatlakları: yabancı, yani yazar okuma sırasında satır satır, kelime kelime kendini ele vererek teslim olmaya başlar.
Erişkin yaşamının tamamını Japonya’da geçirmeyi seçen ABD’li yazar ve sanatçı Donald Richie, Japon resim ve kaligrafi sanatında “fırçayı takip etmek” diye adlandırılabilecek bir yazı türünden bahseder.
Doğu estetiği, düzenli bir yapının mahkum ettiğini, mantıklı bir açıklamanın taklit ettiğini ve birbirini takip eden argümanların zamanla sınırladığını ileri sürüyor. Japon sanatçı, birbirleriyle sezgisel yoldan bağlanan listelerden ve notlardan oluşan çağrışımlar düzenini tercih ediyor. O, yan yana dizmenin, birleştirmenin, birikolajın bağımlısı. Birçok Japon yazar, yazılarının yapısında bir nitelik olarak kararsızlığa değer veriyor. Yazarken çok fazla mantıklı ve simetrik olandan sakınıyor. Japonlara özgü bir cümleyle söylenecek olursa adeta fırçayı takip ederek yazıyor.
Bir Varis olarak Okur
Okunmuş bir kitap birçok şeydir. Alberto Manguel’i alıntılayacağım.
Bir kitap, hafızanın haznesidir, zamanın ve mekanın sınırlarını aşmak için bir araç, bir tefekkür ve yaratıcılık mekanı, bizim ve başkalarının tecrübelerinin arşivi, bir aydınlık, mutluluk ve bazı durumlarda teselli kaynağı, geçmiş şimdi ve gelecekteki olayların kaydı, bir ayna, bir yoldaş, bir usta, bir ölüler toplantısı, bir eğlence; kitap vücut bulduğu birçok farklı şekilde, kil bir tabletten, elektronik bir sayfaya bizim ürettiğimiz birçok kavram ve temel çabalarımız için uzun zamandır bir metafor görevini gördü.
Şimdi her haliyle, basılmış bir sayfa olsun ya da elektronik bir sayfa, kitap bugüne sağ salim varma şansına erişti. Örneğin sanat bir metaya dönüştü. Sanat borsasında, ona ayak uyduran ve kendini kullandıran eleştirmenler ve sanatçıların sayesinde milyonlara varan fiyatlar dolaşıyor.
Buenos Aires’in Corrientes Bulvarı'ndaki bir kitapçıda, okuyucu en çok satanların ölüm döşeğindeymiş gibi uzandığı ilk bir kaç masayı geçer, daha mütevazi fiyatlara satılan üç ciltlik kitapların durduğu, gürültü patırtının daha az olduğu bir alana gelir- belki burada onu hayatı boyunca unutamayacağı türden bir deneyim bekler.
Okuyucu: yazarın ve okuduğu metnin ona gelmesini sağlayan tüm dünyanın varisi.
İspanyolca'dan Çeviren: Sena AKALIN
Birikim'in Notu: Bu yazı Arjantin La Nacion gazetesinin kültür eki ADN Cultura’da yayınlanmış; yazarın ve yayıncının izniyle Türkçeye çevrilmiştir.