Solun "Terörsüz Türkiye" İle İmtihanı

Siyaset sahnesi irili ufaklı depremlerle çalkalanan Türkiye’de majör sorunlarla etkileşimli güncel meselelerin istikametini kestirmeye çalışmak fal açmak bir yerde. Kürt meselesini, yasadışı örgütlenmelerin varlığına son vererek sulha kavuşturma amacına bağlanmış yeni uzlaşma arayışı bu gibi meselelerin başlıcası. “Terörsüz Türkiye”yi o vesileyle önümüzde bulduk. Din ve milliyetçilik merkezli toplumsal militarizasyon Ortadoğu’yu salkım saçak kaplarken. Güney Mezopotamya’ya kadar genişleyen savaş atmosferinde kotarılan “Terörsüz Türkiye” bir tür savunma doktrini olarak yapılandırılmış görünüyor. Cumhuriyet’in 100. yıldönümü açıklamalarında anılmayan bir iç dinamik, sonuçları itibariyle İsrail’e stratejik avantaj kazandıran Aksa Tufanı saldırıları ardından hatırlandı. O sıra dile dökülen “inşallah bizim devlet sınırımız değişmeden kalır” kaygısı dikkat çekmişti. Vekillerini kıpırdayamaz hale getirerek Şii Hilali’ni geriletme, mümkünse İran’daki rejimi değiştirme hedefini saklamayan İsrail’in zorladığı yolun getirdiği ürküntü burada bir tür harbe hazırlık psikolojisini tetikledi. Devlet Bahçeli’nin önayak olduğu silahsızlandırma arayışı, son on yılda azami taarruza dayanan terörle mücadele konseptine ara vermeyi de zorunlu kıldı. Taarruzla alınacak sonucun sınırlılığını kabul mü bu yoksa dönemsel mecburiyet mi; amaç hasıl olduğunda anlaşılacak. Barışta tam tekmil mutabakat olunduğu varsayılıyor ama Cumhuriyet’i Kürtlerle Türklerin beraber kurduğu, bağımsızlık mücadelesi esnasında verilen sözlerin kuruluşun ardından yok sayıldığı kuvvetle hatırlatıldığına göre muhataplardan birinin hafızası negatif sonuçların bilgisiyle yüklü.

Çökertme planının yürürlüğe konulmasından bu yana birbirlerinden hızla uzaklaşan, hatta birbirinin varlığına kasteden iki muhatap, meseleyi gerekirse 1930’lardaki gibi ortadan kaldırmaya kilitlemiş MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin kefaleti üzerine yeniden uzlaşmayı konuşuyor sonuç olarak. Güvenilir muhatap sorunu bu yolla aşıldı. Böylelikle fiili sınır değişikliklerine rastlayan bir zaman diliminde, devletin ana eğilimi örgütün esneyip kolaylaştırıcı olma kabulüyle örtüştü. Çatısını kurduğu, yürütmesinde yer aldığı, geride kalan aylarda yaşananlara bakıldığında devlet kararına dönüştürerek ilerletmekte yer yer zorlandığı “Terörsüz Türkiye” çabasında Bahçeli’nin tutturduğu üslubun muhataplarında güven uyandırması, sıralanmaya kalkışılsa güvensizliği pekiştirecek pek çok çeldirici detayı bir süreliğine görmezden gelmeyi sağlamış gibi. Bahçeli geride kalan aylarda türlü açıklamalarla devlet geleneğinin azami esneme kapasitesinin sınırlarını çizmeyi elden bırakmadı ki bunu devlet kadrolarındaki endişelerin derinliğine yorabiliriz. Kürtleri, bir dış savaşta, yabancı güçlerin potansiyel işbirlikçisi sayanların ikrah ettirici ırkçılığına mesafe konulması, tartışma seviyesinin buralara düşürülmekten özenle kaçınılması da görmezden gelinemeyecek bir gayret. Gerçek milli misak sayılan Musul-Kerkük’ü kapsama arayışlarıysa bir tür mini Turan ideali olarak canlı tutuluyor. Bununla birlikte öncelikli amaç, bağ yerlerinden çözülmeye yüz tutan Kürt Türk ilişkilerini 1071’e, Yavuz Sultan Selim’le İdris-i Bitlisi ilişkisine, Cumhuriyet’in kuruluş demlerine referanslardan anlaşılacağı gibi, en azından birkaç asır daha sürdürecek önlemler almak.

Güncel mesele Kürtler hakkında belki ama henüz açıkça bahsedilmeyen diğer dinamik Aleviler. Gaye ikisinin de olurunu kazanmak. Öylesi eski tip uç milliyetçilikle yürürlükteki siyasal İslamcı programın geride bırakılmasını gerektirir. Böyle bir çaba var mı, henüz belirsiz. Kürt meselesi bağlamında taraflardan biri mevcut ilişki tarzını muhafaza ederek rıza kazanmayı kollarken diğer tarafın asgari zemini eşitlikte bulduğunu defaatle tekrar etmesine bakılırsa başlangıç koşullarındaki farklılaşma azımsanmayacak düzeyde. İrili ufaklı krizler doğabilir buradan, kesintiler, keskin virajlar. Temelli bir başarısızlık Ortadoğu’daki kronik savaş sarmalına bir yenisinin daha katılması, hatta toplumsal iç savaş potansiyeli. Ankara ve İmralı’nın engelleri en az hasarla aşmaya azmetme çabasını elden bırakmayacakları öngörülebilir bu durumda. Yasadışı konumda olan ve sistemin içine girmeyi isteyen taraf, yasal gereklerin yerine getirilmesiyle eş anlı olarak feshi pratikleştirme sözüyle kendisini bağlarken devlet adına konuşanlar buna dünden hazır olunduğunu açıkladıysa iyimserliğe bir mani yok.

Devlet Bahçeli’den gelen davetin İmralı’da karşılık bulması, oradan yapılan çağrı ardından örgütün fesih kararı alması, Serxabun gibi sembolik bir örgütsel yayının sonlandırılması gibi jestlerle yanıtlanması birkaç ay içinde gerçekleşince şimdi ne olacak beklentisi doğdu. Bir iki ayda her şeyin olup biteceği izlenimi uyandırılmıştı çünkü. Öyle olmadığını, olamayacağını gün gün izledik. Hatta iktidar sözcüleri silahların teslimi gerçekleşmeden adım atılmasının beklenmemesi gerektiği argümanını dolaşıma çıkardı. Devlet Bahçeli’nin konuşmaları, pazarlık dilinden hususen kaçınan İmralı’dan ifade edilen “gereklilikleri” karşılayabilecek bir esnemeyi dışlamazken iktidar partisinin “önce şu silahları ellerinden alalım, gerisine bakarız”ın ötesine taşan bir planı olup olmadığı sorusu tartışıldı Kürt siyasal çevrelerde. Devlet geleneğinin aktörleri aşan tarihsel eğilimleri hakim bizde, bu da herkesi ihtiyatlı davranmaya sevk ediyor haliyle. Sulhta hayır olmakla birlikte asgari risklerden kaçınmanın idarecilerde davranış çizgisine dönüşmesi önceki uzlaşma arayışlarının akıbetini akla getiriyor, başarısızlığın her seferinde daha büyük bir şiddet dalgasına yol açarak toplum olma duygusunu tahrip edişini. Bunca tahribatın adlı adınca toplumsal çöküntüye dönüşme olasılığını… Geçmişin bilgisi iyimserliği yer yer baskılıyor bu yüzden.

Sembolik jestlerden uzak durulmasından anlıyoruz ki devlet cenahında buzlar çözülmüş değil. Atılması beklenen asıl adımlara cesaret edilebilir, meseleyi basit bir silah bırakma-teslim olma çerçevesine sıkıştırmaktan vazgeçilebilir; dahası devlet “milleti” bu stratejiye hangi şartlarda dahil eder pek bilinmiyor. Oysa İmralı’nın genel stratejisinin “Ne inkâr ne isyan” arayışı doğrultusunda olduğu sarih. 1978’de illegal ve silahlı biçimde ortaya çıkılmasına neden olan şartların hukuki ve anayasal güvencelerle ortadan kaldırılması yoluyla yasal mücadele stratejisine bütünsel geçişe dayalı bir dönüşüm bu. Zafer veya yenilgi biçimindeki geleneksel düşüncenin ötesine taşmak, toplumsal hayatı aşağıdan yukarıya örgütlemeye talip olmak, illegaliteyi geride bırakmak isteyenlerin ilkesel arayışı. Amaca ulaşmanın gerek şartlarından biri iyi kötü işleyen bir demokrasi ama bu bahiste olacaklar da belirsiz ki bu da taraflardan birinin böyle büyük bir dönüşüme pek hazır olmadığını akla düşürüyor.

Anayasayla teminat altına alınmış yasal siyasal faaliyet, örgütlenme, talep üretme mekanizmalarının şarta bağlı olmaksızın tesis edilmesi çatışmalı dönemin temelli biçimde geride bırakılması demek. Ancak Türkiye solunda bazı kesimlerin bu tip arayışları peşinen tasfiyecilik, hatta teslimiyet olarak yaftalaması mümkün. Barış siyasetinin yaşama geçirilmesiyle muhtemel bir sol yükseliş arasında bağ kurma fikrinin rağbet görmemesi de. Uzlaşmanın şu veya bu biçimde yaşam bulmasının solun önünü tümden kapatacağı düşünülüyor da olabilir. Son kırk yıldaki süreğen ve kesintili harp ortamının çatışmalı veya fiili eylemsizlik dönemlerinin solun konumunda değişime yol açmadığına bakılırsa solun önünün açılması için barışın yanı sıra başka bazı esaslı değişimlere ihtiyaç olduğu düşünülebilir, solun kendi iç başkalaşımını gerektiren değişimler.

Kürt siyasal hareketinin uzlaşma-barış arayışları 1993’te görünürlük kazandığından beri solun da tartışma başlıklarından. Sol denilince bir ucunda CHP durur bir ucunda yürürlükteki yasalarla sınırlı olmadığını düşünen sol gruplar. Yelpaze geniş. CHP Ergenekonculuk dolaylarına savrulduğu uzun bir rötardan sonra şimdilerde 1989’daki raporunu savunarak tutarlı sosyal demokrat tutuma dönmüş görünüyor, en azından bu iyi. Ama ben daha çok sosyalist solla ondan sonrasının tavırlarını kastediyorum. 1993’te türlü sıkışmaların, ideolojik-teorik çıkmazların sonucunda ana akım Kürt siyasal hareketinin giriştiği tek taraflı ateşkes taktiği 1989-1991’deki yıkımın ilk esaslı sonucuydu. Sosyalizmin iç sorunlarından dolayı yaşanan yıkım yenilgiyi perçinlerken, yıkım öncesinin ürünü olan, oralara referans veren sol gruplar dünyanın her tarafında bir başına kaldı. Üstelik konusuz, meselesiz bir halde. Aceleye getirilmiş genellemelerden sonra yola yasal mücadeleyle devam edenlerle bunu ihanet sayarak alabildiğine yıkıcı bir dille illegalite fetişizmini bayraklaştıranlar saflaştı. Bir kez daha yanlış bir yerden bölündü sol. Temelde aynı öncüllere dayandıkları için hepsi birden paylaştı başarısızlığı, başarısız olduklarını kabul etmeme inadına rağmen. İllegaliteyi ilke sayanların ateşkes karşısındaki pozisyonu ağırlıklı olarak karşıtlık temelinde belirdi. Kürt hareketi küçümsendi, yer yer galiz ifadelerle hücuma uğradı. Yıkılanın sosyalizm değil revizyonizm, hatta sosyal emperyalizm olduğunu söyleyenler, üretici güçler teorisinden hareketle oralarda sosyalizm hiç yaşanmadığı için yıkımın yeni ve gerçek bir sosyalizmin önünü açtığını öne sürenler, yıkım gibi görünenin geçici olduğunu zira Sovyetler Birliği’ndeki altyapının sosyalist olduğunu bu sebeple devrimsiz bir geçişle yakında sosyalizmin yeniden galip geleceğini ısrarla tekrarlayanlar kaplamıştı o muhiti.

Kürt siyasal hareketiyse iç ortamlarında yaptığının aksine, retorik tartışmaya girmedi, bunun yerine bir dönemin temelli kapandığını görüp sistemin dışına düşmekten kurtulmasını sağlayacak manevralara başvurdu. O da diğerleri gibi sosyalizm-kapitalizm denge döneminde ortaya çıkan fraksiyoner bir örgüt olduğu halde bunu yapabildi. İtikatta Sovyetçi, amelde Maocu’yken 1991 sonrasında sezgisel olarak oralardan uzaklaşmaya çalıştı. İtikat ve amelde ilham aldıklarının günahlarını üstlenmediği gibi yerleştiği ideolojik zemini değiştirmeye çalışarak başka güzergahları yokladı. Ortadoğu’da köşeli kabullerle ayakta kalmak mümkün değildi muhtemelen. 2025 Şubatı’nda İmralı’dan yapılan çağrının 20. yüzyıl sosyalizminin eleştirisiyle açılması tesadüf değil. Kendini tekrardan tarihsel gereksizleşmeye, “Ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır” türünden belirlemelere uzanan zaman dilimindeki kök sebep konumuna reel sosyalizmin yerleştirilmesi de. Bu yol başka türlü de yürünebilirdi denilmiş oluyor, tekrarsız, aşınmadan, esaslı stratejik sorunlara saplanmadan yürünebilirdi ama olmadı. Tespitlerin mantıksal sonucu, reel sosyalizm döneminden kalan argümanların, yorum biçimlerinin, strateji ve taktiklerin terkidir. Geride kalmış, analiz unsurları ortadan kalkmış bir evrede edinilen zihinsel kalıplarla olmakta olanı anlama kapasitesi bulunmadığını sol ‘90’larda fark etse legal-illegal olarak değil daha başka bir ayrım noktası üzerinden saflaşacaktı örneğin. Dolayısıyla çağrı, yürümeyi düşündüğü güzergahın parkurlarını ve etaplarını tayin ederken Marksizm merkezli sosyalizme bir nebze mesafe koymayı öngörüyor. Bilhassa Marx’ın Blanqui’den aldığını belirttiği sınıf savaşı tezinden uzaklaşma amacı belirgin, bundan sonraki yönelimi inşa etmek biraz da bununla mümkün hatta. Tarihe ve topluma salt sınıf savaşı ekseninde bakar, her olayı onunla ve indirgemeci ekonomi politikle izaha kalkışırsanız sadece çevrenizdekileri ikna edersiniz. Her genişleme, yayılma, yeni alanlara açılma çabası öncesinde zihinsel hazırlığı içeriyorsa şayet, Kürt siyasal hareketinin iç dönüşüme hazırlandığı öne sürülebilir. Bunun, bazı bakımlardan kültleşmiş bir örgütün feshiyle eşzamanlı yapılması, örgüt formunda düşünmeyi geride bırakma arayışıyla etkileşimli. Dolayısıyla daha büyük sulara açılma arayışında Kürt hareketi. Şayet böyleyse, son derece dar insan ilişkileri ağına sahip sol grup ölçüleriyle yarı devletsi bir networka sahip Kürt hareketinin analiz edilmesi mümkün olmadığı gibi, aynılaştırma ısrarı iletişim ve etkileşimi ortadan kaldırır. Politik düzlemde ifade edilen bir tespitin felsefi düzlemde değerlendirilmesi nasıl bir kargaşaya yol açıyorsa tam olarak öyle.

Uçanı kaçanı tasfiyecilikle suçlamayı, türlü indirgemecilikle teslimiyetten bahsetmeyi meşgale haline getiren sol gruplar, 12 Eylül’den çıkışın yol açtığı geçici örgütsel canlanmayı 1990’ların ikinci yarısında yitirirken “ele avuca sığmazlığı” istihbarat raporlarına giren Kürt siyasal hareketinin kurucu ismi bu kez kapatıldığı İmralı’da daha güçlü ifadelerle ateşkesten, çözüm stratejisinden bahsediyordu. Haklarını yememeli, Türkiye’de sol grupların 1991’deki yenilgi üzerine konuşmaya zamanı da yoktu bir yerde. Türkiye bir ucundan tutuşmaya başlamış, düşük yoğunluklu harbin alevleri metropollerin çeperine vurmuştu. Dünyadaki altüst oluş biraz da bu gibi nedenlerle anlaşılamadı. Yolu hapishaneye düşmese devrimciler kitap okumayacaktı. Tartışmaların içeriğine bakıldığında kimselerin konjonktürel değişimin, esaslı bir kopuşun yaşandığının farkında olmadığı görülür. Türlü hafifletici sebeplere rağmen kendi deneyimlerinden, bir türlü düze çıkamayışlarından, tekrara boğulmalarından ders alabilirdi sol. Nasıl bir anaforda olunduğunun ayırdına varılamadığı için, hemen her konuda çekişen sol grupların ezici çoğunluğu, 1999 sonrasında ateşkes, silahlı militanları Türkiye dışına çıkarma, örgütsel varlığını sona erdirme gibi adımların da karşısında konumlandı. İhanet diyenler, teslimiyetten dem vuranlar, diz çöküldüğünü yayanlar…

Konuyu Marksist Leninist öncüllerle ele alanların referans metinleri Stalin’in ulusal sorun üzerine yazdıklarıyla Rosa Luxemburg ve Lenin’in iyice farklılaşmış tutumlarıydı. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin alıp yürüdüğü yıllardaki değerlendirmeleri tekrarladılar. Ama Stalin’in dediklerine inanacak biri Kürtlerin ulus olma şartlarını taşımadığını rahatlıkla öne sürebilirdi. Toprak birliği, Pazar birliği filan olmadığı gibi dil birliği bile yoktu Kürtlerde, yine de bir Kürt uluslaşması yaşanmıştı. Lenin ile Rosa’nın farklılaşmasında Lenin’in haklı olduğu kabul edilir ama öyleyse bile doğrular o konjonktürle sınırlıydı. Kaldı ki Lenin’in meşhur “birleşiniz” çağrısına eklediği “ezilen uluslar” ifadesi, sol grupların Kürt hareketiyle umutsuz polemiklere giriştiği yıllarda bile fiilen dolaşımdan düşüyordu. Birkaç örnek dışında “ulusal sorun” halledilmiş, geç dönemdeki ulus-devlet talepli çatışmalar Yugoslavya, Çeçenistan gibi örneklerde kıyımlara yol açmıştı. 1999’dan sonraki uzlaşma-çözüm arayışlarına getirilen eleştiriler söz düzeyinde kaldı bu yüzden. Geleneksel sol dünyadaki değerlendirmelerin Kürt siyasal hareketine etkide bulunmadığına, 2025’teki Çağrı’da özeleştiri öğeleri barındıran şu ifadeler tanıklık edebilir: “Aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.” Elli yıllık bir deneyimin ardından dile getirilen bu tespitler bana kalırsa Lenin dahil diğer bütün isimlerin kısıtlı zamanlardaki gözlem, analiz ve tespitlerinden daha önemli ve daha ikna edici. Bu durumda sekiz on yıl öncesine kadarki bazı çözüm biçimlerini de ardında bırakan Çağrı’nın kendi bağlamı içinde cesur bir değerlendirmeye vardığını da eklemek gerekir.

1993’teki ilk ateşkesten bu yana geçen otuz iki yılda, sol gruplar dünyasının ideolojik ve teorik düzeyi aşağı yukarı aynı kaldı. Politik-örgütsel açıdan ise daha bir geriye düştüler. Marksist, sosyalist, devrimci hareketlerin 1989-1991 yenilgisiyle birlikte dünya ölçeğinde siyaset sahnesinden çekilmeleri on yıllık bir zaman sekmesiyle sol grupların da başına geldi. Marksist devrimciliğin biyolojik döngüsü halini alan daralmanın siyasal, kültürel veçheleri sonraki on yıllarda ortaya çıkacaktı. Öncesi bir yana, bir daha 1990’ların ortasındaki taraftar sayıların dahi ulaşamayacakların farkında olmadıkları gibi, yaşananları geçici bir kesinti, kısa sürede hal yoluna girecek bir aksama saydılar. İmralı’dan yapılan “Çağrı” ve sonrasındaki feshin bir yeniden kuruluş için kimi imkanlar sunabileceği etrafında çoğalan değerlendirmeler yerine mutat tasfiyecilik, reformizm, liberalizm, teslimiyet yaftalamaların sürecek bu durumda. Solda adettendir, daralma kronikleştikçe söz şiddetlenip alev alır. Reddiyeciliğin görünür ilk nedeni, önceki yaklaşımları “tutarlı” bir süreklilikle kopyalama kaygısı. Çelişki yaşamayan tutarlı bir hat tutturulduğu izlenimi her şeyden önemlidir ki hemen her yeni metin geçmiş metinlere atıfla bezelidir. Değişimin bunca altını çizip değişmemeyi ilke haline getirme huyu kesti doktriner solun nefesini, eğer kestiyse. Daha somut bir sebep sol gruplar dünyasının örgütsel varlığının 2000’lerle birlikte tartışılır hale gelmesi, politikada vektör olmaktan çıkılması ve işleyiş mekanizmalarının akamete uğraması. Genel nüfusla sol arasında süreğen bir yaşantı boşluğu oluştu böylelikle. Yine dünyayı on on beş yıl farklı takip etmiş oldular. Mülteciliği seçtiklerinde veya mecbur kaldıklarında herkesin oralarda olduğunu şaşkınlıkla fark edeceklerdi. Herkesten kasıt dünyanın diğer taraflarındaki komünist yoldaşlar, devrimci dostlar, hatta ideolojik bakımdan kanlı bıçaklı muarızlar. Bütün takım taklavatıyla 20. Yüzyılın fraksiyoner Marksistleri, yenilgiden sonra yollarını burjuva demokrasisi diye horlanmış ülkelere düşürmüştü. Etme bulma dünyasında alınan sonuç acımasızdı: Evrensel düzeyde ideolojik, teorik, örgütsel, politik çoklu kriz.

Çağrı ve feshe dönük düşünsel itirazlarla akla gelen soruları dillendirmek olağan, mesela muhatapların güvenilirliğini merkeze alan değerlendirmeler bunlardan biri. Sübjektifliği yer yer analizlerinin kapsamını belirleyen Kürt hareketindeki aşırı yorumculuğa dikkat çekmek bir başkası. Bu bapta problem İmralı’dan yapılan çağrı ve ardından gelen fesih kararı karşısındaki pratik-örgütsel konumlanışta. Yapmadığımız, yapamayacağımız silahlı mücadeleden vazgeçen bir yasadışı partinin örgütsel akıbetini belirlemeye veya buna etkide bulunma hakkımız var mı acaba? Daha fazla ölümle sonuçlanması kaçınılmaz bir mücadelede biçimini sürdürmelerini dayatmak veya istemek, yapmıyorlarsa teşhire kalkışmak ayrı ayrı birer etik ihlal değil mi? Ya legal mücadeleyi benimsemelerinden hareketle devrimciliklerini, militanlıklarını sorgulamak? Nihayet insan canından, ölümden, telafisi imkansız kayıplardan bahsediyoruz. Ayrıca her eleştiri örtük bir vaat taşır. Hararetli eleştiri sahipleri, “madem öyle sırt çantalarınızı hazırlayıp boşaltacağımız dağlara çıkın”, gibi bir karşılığa muhatap olduklarında verecek cevap bulabilecekler mi? Bana kalırsa yapamayacağımız şeyleri başkalarından istemek veya onları buna yönlendirmek gerek kişisel gerek örgütsel düzlemde etik ihlaldir. Bu duruma düşmek saygınlık kaybını şiddetlendirir. Kaldı ki fiili tasfiye şartlarında her cümleyi devrime bağlamak, aşağısına razı gelmeyen bir eda takınmak, en başta itimat sorununa yol açar. Dünyanın tanık olduğu son devrimin 1979’daki Nikaragua devrimi olması geçen yüzyılda tasavvur edilen devrimlerin imkansızlığına işaret ettiği gibi, yerli yersiz kullanılan “devrim” ifadesini daha bir yıpratır.

İmralı çağrısında öne çıkan ve “olamaz” vurgusuyla altı çizilen “Demokrasi dışı bir yol yoktur”, kanaati devletle ilişkilerde yasal çalışma taahhüdü olduğu kadar kendisiyle gönül bağını sürdüren nüfusa bundan sonraki konumlanışın niteliğini açıklayan bir çerçeve ifade gibi de yorumlanabilir. Sadece bu kadar değil. Silah bırakma çağrısının tarihsel sorumluluğunu doğrudan üstlenmek bu girişimi riskli bulanlara dönük bir teminat. Elbette her vaat ve teminat kendisini oluşturan tarihsel-sosyal şartlarla bağlı ama çağrıyı taktik adım olmaktan çıkararak stratejik düzeye yükselten taahhüt amelde eskiden kopmayı kaçınılmaz kılıyor. Laclau-Moffue ile anılan radikal demokrasiden, Hard ve Negri’nin içeriden dönüştürmeyi merkeze alan İmparatorluk-çokluk yaklaşımına dek cari arayışların tamamında yasallık, içeridenlik, toplumla aracısız bütünleşme derdinin belirginleşmesi rastlantı olmasa gerek. Bütünleşmeden kasıt militanların toplumsal entegrasyonu olarak anlatılan eve dönüş işlemlerini aşan, bütün kadro ve taraftar ağının faaliyetiyle şu ana kadar temas edilmeyen kesimlerle ilişkilenmeyi amaçlayan, tutarlı sosyal demokrasiyle demokratik sosyalizmin kesişme noktalarını çoğaltan bir yere konumlanarak Türkiye siyasetinin merkezine yerleşme arzusu. Alarm butonuna basmaya yatkın devlet geleneğince engellenmezse, Türkiye siyasi hayatı demokratik eğilimleri sahiplenmiş çok geniş bir insan kaynağına kavuşabilir bu yolla.

Kendisini daha güçlü hissetse kötüyü çağıran yaklaşımları durmaksızın üretip hep en kötüsünü söylemez, jenerik itirazlara, mitleşen genellemelere, farklılıkları bidat saçma gibi katı ideolojik konumlanışa hapsolmazdı belki sol. Kuşatmaya alınmışlık hissi, her an taarruz altında tutulduğu inancı, farklı düşüncelerin kapitalizme teslimiyete götüreceği endişesi gibi açmazlarla kendi kendisini kıpırdayamaz hale getiren sol, halihazırdaki kesintili barış sürecinin sonuç vermesi halinde açılacak yasal çalışma imkanlarıyla kendisini elli yıllık serüveniyle birlikte tartışmaya açarak yenileyebilir, bilhassa 1900’lerdeki sol zihin dünyasından koparak. Kürt siyasal hareketi bugüne kadar kullandığı ve Fanonculuktan etkilenerek ürettikleri başta olmak üzere bir kısmı ağır eleştiri gerektiren araç ve biçimlerle kendi gelişim sınırlarına dayandı. Kürt siyasal hareketi fesih kongresinde bugüne dek elli bin kayıp verdiğini duyurdu ki bu Türkiye siyasi tarihinde devasa bir sayı ve ayrı ayrı elli bin hayat hikayesi. Bu şartlar altında eski biçimlerde ısrarın kaçınılmaz sonucu siyasal patinaj ve bu zorlanmalara bağlı gelişebilecek yeni bir tür fanoncu şiddet olacaktı. Tersi bir istikamete karar verilmiş görünüyor. Bu durumda, daha fazla insana ulaşmak ve “toplumla bütünleşmek” bugüne kadarki zihin ve eyleme dünyasının terk edilmesiyle mümkün. Kendi mantıksal sonuçlarına varması durumunda, yani anılan türden bir barış döneminin başlaması halinde politik sezgileri güçlü, toplumsal hayatı örgütlemeye hazır yüzbinlerce insanın faal olarak katılacağı yeni bir kültürel ortam doğacak. Sol açısından düşünürsek, kendi fikirleriyle vaat ettiği dünyanın dışarıdan nasıl göründüğünü anlamak için böyle bir dinamikle etkileşim son derece kıymetli. Kaybedilen zaman telafi edilebilir, dar grup tuzağından çıkabilir mi burası meçhul. Ama bir tazelenme başarılırsa bu yeni varlık düzeyi temel insani değerler etrafında yeni bir sol rönesansı besler. Kendisini tepeden tırnağa tartışmaya açıp elbirliğiyle yenileme imkânını bir kez daha dışlamaksa muhtemelen temelli olarak tarih dışına düşmekle sonuçlanacak.