CHP Kaybederse? (VI): Cumhuriyetçi Halk Siyaseti ve Kurucu Muhalefet

19 Mart sonrası süreçte ana muhalefetin ısrarla erken seçimi gündemde tutması oldukça anlaşılır; fakat Türkiye’nin bir erken seçimden çok yeni bir siyasal başlangıca ihtiyacı var ve erken seçim sadece buna giden yolu açacağı için önemli. Muhalefetin aynı zamanda, iktidarın böyle bir kararı almasını bekleme lüksü varmış gibi de görünmüyor. Rejimin konsolidasyon krizini öteleyecek koşullar oluşmadan bir erken seçimin gündeme gelmesi de oldukça zor. Geleceği bugünden kurmanın yolu erken seçimi zorlamaktan çok, iktidarı devralmayı beklemeden, şimdiden cumhuriyetçi bir demokrasiyi örgüt, yerel iktidarlar ve toplumsal dayanışma ağları aracılığıyla inşa etmeye yönelen, kurucu bir ana muhalefeti hayata geçirmekten geçiyor. Bu nedenle ana muhalefetin Türkiye’nin temel sorunlarını çözmeye yönelik kapsamlı bir demokrasi ve yeni bir cumhuriyet projesini acilen geliştirmesi ve de seçim atmosferini beklemeden yeni bir başlangıç için harekete geçmesi lazım.

Yurttaşların tahakkümden ve keyfi iktidardan özgürleşme mücadelesini temel alan, sosyal, hukuki ve siyasi olarak güçlü bir yurttaşlığı hayata geçirmeyi amaçlayan, halkın kurucu gücü üzerine kurulu cumhuriyetçi halk siyaseti, bu başlangıç için gereken ideolojik temeli sağlayabilir. Sağın Kasveti’nde belirttiğim gibi, güncel sağ ve popülizm ile cumhuriyetçi-demokratik halk siyaseti arasında çok önemli bir fark var. Bu fark, sağ popülist liderlerin yaptığı gibi “iktidarı ele geçirmek için halk adına ve halk üzerinden siyaset yapmak ile büyükbaşların/kodamanların iktidarını sınırlandırmak için, “halk arasında, halk ile beraber ve haklaşarak siyaset yapmak arasındaki temel fark”tan kaynaklanıyor. Bu sağ ve sol popülizm arasındaki farktan çok, temelde temsil eden ile edilen arasındaki eşitsiz ilişki üzerine kurulu sağ popülizm ile halkın siyasal kudretini artırmaya odaklı, halkın öz örgütlülüğüne ve kurumlarına dayanan, dolayısıyla eşitliği merkezine alan cumhuriyetçi siyaset arasındaki fark ile ilişkili. Bu bağlamda söz konusu olan sadece iki farklı halk fikri de değil. Sağ popülizm tümüyle temsil siyasetinin alanında kalarak, demokrasiyi temsile, otoriteye ve lidere indirgerken, cumhuriyetçi halk siyaseti temsili siyaset ile doğrudan demokrasi arasında köprüler kurmaya yönelen ve dinamik bir halk anlayışı etrafında halkın kurucu gücünü zayıflatmayı ve bu gücü sınırlandırmayı amaçlayan oligarşik eğilimlere karşı, demokrasiyi yurttaşlık ve halkın öz yönetimi üzerine kurulu mekanizmalar, kurumlar ve politikalar etrafında yeniden güçlendirmeyi hedefleyen bir siyasal geleneğin devamıdır.[1]   

Bu ilkesel ayrım etrafında, sağ popülizm halkı değişmez bir öz, çoğunlukla da ulus olarak görerek, kendini siyaset sahnesinde onun yegâne temsilcisi addederken, cumhuriyetçi halk siyaseti, halk oluş sürecinde halkın parçası olabilmek için, öncelikle kendini de dönüştürür ve “halkta kalmayı” amaç edinir. Cumhuriyetçi halkçılığın özneleri, halkın, muktedirlerin halkı hesaptan düşürme ve imtiyazlarını mütemadiyen genişletme girişimine karşı verdiği tahakküm karşıtı mücadeleyi siyasetin temeli olarak görürken, “egemenlere karşı halk içerisinde siyaset yaparak,” halkla taraf olmanın araçlarını ve kurumlarını inşa etmeye çabalar. Bu anlamda temsil siyasetini tümüyle reddetmeden dönüştürecek, halkın kurucu gücünü ve tahakkümün sınırlanmasını teminat altına alacak, temsile ve doğrudan demokrasiye dayalı siyasal kurumları yaratmanın yeni yollarını arar.” (Yılmaz, 2025: 50-51).   

Cumhuriyet kavramının bu topraklarda başına gelen belki de en büyük talihsizliklerden biri, onun basitçe bir rejime tipine indirgenmesi ve cumhuriyetçiliğin devlet savunusuyla, sadece lider kültüne sahip çıkmakla, milliyetçilikle ve de devleti temsil eden sembollerin sahiplenilmesiyle özdeşleştirmesidir. Hal böyle olunca cumhuriyeti var eden eşitlik tutkusu, yurttaşların özgürlüğü ve yurttaşların kendi haklarını genişletmek yönündeki eylem kapasitesi yerine, devlet ve onun çıkarı adına hareket eden elitlerin devletçi siyasal görüsü cumhuriyetçiliğin içeriğini ve sınırlarını belirler hale gelmiştir. Bunun sonucu olarak, cumhuriyetçi ideolojinin, “halkın öz-örgütlülüğünü, halkın arasında kalmayı, onun iktidarının sürekliliğini sağlayacak siyasal kurumları yaratmayı ve dolayısıyla da “halkla halk olma”yı, yani mütemadiyen halk oluşun bir parçası olarak “halkta kalmayı merkeze alan” yönü büyük ölçüde  bastırılmıştır. (Yılmaz, 2025: 49-50). 

Oysa tıpkı dün olduğu gibi bugün de Türkiye toplumunda, kodamanlar, büyükbaşlar, seçkinler, bu topraklara has bir deyişle “dayısı olanlar” ve imtiyazlılar/elitler ile halk arasındaki çatışma, özgürlüğün muhafazasının temelidir ve demokrasinin kaderini belirleyecek olan da bu mücadele olacaktır. Bugün ana muhalefette ve genel olarak muhalefette eksik olan en temel şey, halkın bu kudretini kavramasını sağlayacak türde bir pedagojiyi parti siyasetinin temeli haline getirecek bir perspektifi benimsememiş olmasıdır. Halk, “orada bir yerde keşfedilmeyi bekleyen bir öz ya da ampirik olarak belirlenebilecek toplumsal kesimlerin montajıyla ortaya çıkan bir sosyolojik bütün” ya da milletle özdeş bir yapı olmaktan çok, tüm hesaptan düşülenlerin ortaklığı üzerinde yükselen bir kolektif eylem birliğidir (Yılmaz, 2025: 47). Halk, son derece anlamsız ve içeriksiz bir ifade olan “Türkiye sosyolojisi” adı altında tanımlanmaya çalışılan, etnik ve dini cemaat ve toplulukların bir araya getirilmesinden menkul toplum fikrinden farklı bir ortaklık ve öznelliği ifade eder. Bir anlamda Balibar’ın dile getirdiği gibi, “kolektif bir gücün pratik inşasıdır” (Balibar, 2019). Türkiye siyaseti, bakmasını bilene, “iktidar ve sömürü tarafından “eksiltilenlerin/hesaptan düşülenlerin” halk adı altında ve dolayısıyla ortaklık içinde kolektif bir aksiyonerlik” kazanarak “bir” haline gelirken, onu oluşturanların türdeş bir kimlik taşımadan “biz” olmayı başardığı anlarla doludur (Yılmaz, 2025: 51).    

Tıpkı oligarşik parti yapıları ve temsili sistem üzerine kurulu olan diğer rejimler gibi, Türkiye Cumhuriyeti de yurttaşlığı, önemli sorunlar içerse de kuruluş sürecinde “eşit statü” temelinde tanımlamış durumdadır; fakat bu statü temelli yurttaşlık anlayışı, anayasanın tüm iktidarı yurttaşlara verdiği ve fakat bunu “onlara cumhuriyetçi olma ve yurttaşlar olarak eyleme olanağı tanımadan” yaptığı bir sistemle ve yürütmenin gücünü aşama aşama artıran bir hukuki-siyasal gelenekle sınırlandırılmıştır (Arendt, 2017: 339). Dolayısıyla farklılıkları tanımakla ilgili sorunlarının ötesinde, mevcut anayasa ve siyasal sistem, başkanlık sistemi kurumsallaşmadan çok önce de yurttaşların kamusal eylemini ve kamusal özgürlüğünü sistemin işleyişi açısından ikincilleştiren ve hatta onu bastıran bir niteliğe sahip olagelmiştir. Bu bastırma eylemine karşı bugün Türkiye özelinde somutlaştırmamız gereken şey, Balibar’in ifade ettiği gibi, “halkı kendi gücünden mahrum bırakan” oligarşik, otoriter ve despotik yapılara ve süreçlere karşı ona gücünü yeniden kazandıracak, “demokrasisizleşmeye yol açan güçlere karşı onun direnme kapasitesini artıracak, yurttaşlık desteği gibi sosyal politikaları, karşılıklılığa dayalı yerel dayanışma yapılarını ve gençlik, çalışan ve öğrenci meclisleri gibi kurumsal mekanizmaları geliştirmektir.        

Uzun süredir deneyimlediğimiz kurumsal çöküş ve siyasal yozlaşmanın tersine çevrilmesini sağlayacak asli enerji, aslında, tam da iktidarı kâğıt üzerinde yurttaşlara veren; ama onların kamusal siyasete aktif katılımını olanaksızlaştıran formülün esastan revize edilmesiyle elde edilebilinir. Bugün Türkiye’de acilen yasama ve yürütme dahil tüm “temsilcilerin yurttaşlar tarafından düzenli olarak denetlenmesine etkin” bir imkan sağlayacak mekanizmaların “yaratılması, siyasal ve ideolojik çoğulculuğun teminat altına alınması, dolayısıyla iktidar karşısında muhalefetin meşruiyetinin tam ve eksizsiz olarak tanınması gerekiyor” (Balibar, 2019: 27). Bunu başarmak için elimizdeki yegâne araç, ana muhalefetin desteğiyle, “ekmek, adalet ve özgürlük” talebi etrafında seferber olmuş bir “yurttaş seferberliğini” ve “halkın zamanı”nı örgütlemeye koyulmak.[2] Balibar’ın ısrarla vurguladığı gibi demokrasi, “sadece kendileri de demokratik olan yollarla” kurulabilir ve yeniden canlandırılabilir (Balibar, 2019: 26). Yurttaş ve halk seferberliği, işte bu demokratik aracın ta kendisidir. Yöneticileri yeniden yönetilenlerin hükmü altına amaçlayan, yurttaşların tahakküm altına alınmaması için göreli sosyoekonomik eşitliği muhafaza etmeyi ve toplumda en dezavantajlı konumdakilerin yaşam koşullarını iyileştirmeyi hedefleyen, halkın siyasal kapasitesini zayıflatan oligarşik mekanizmaları ve kurumları ortadan kaldırma gayretinde olan ve canlı bir kamu hayatının vazgeçilmezi olan siyasal kurumları var etmeyi hedefleyen bir  cumhuriyetçi halk siyaseti, halkın zamanını ilan ederek, rejim dönüşümünü bugünden örgütlememizi sağlayacak bir siyasal başlangıcın önünü açabilir.  

Yeni bir siyasal başlangıç, ancak bir durumu veya olayı kendimize kalkış noktası alarak, onu sürdürecek kolektif eylem kapasitesini ve kurumları var ettiğimizde ortaya çıkar. Türkiye siyasetinin son yirmi yılı ana muhalefet acısından ıskalanmış başlangıçlarla dolu. 19 Mart 2025 Türkiye’de muhalefet hakkının askıya alındığı bir an olabileceği gibi, yeni bir cumhuriyet için yola koyulduğumuz ve de yeni halkçılık temelinde ortak bir gelecek, güçlü bir yurttaşlık ve canlı bir kamusal alan idealini içeren cumhuriyetçi bir demokrasi fikrini hayata geçirdiğimiz ve de yenilenmiş bir cumhuriyet fikrini filizlendirdiğimiz bir an da olabilir. Daha önce de belirttiğim gibi, “Türkiye’nin sembollere, güç siyasetine, milliyetçiliğe ve muhafazakârlığa dayalı baskıcı siyasal alanını dönüştürebilecek kudrette bir siyasal proje ortaya çıkmadığı müddetçe, muhalefetin, ne AKP’nin giderek şiddetlenen otoriterliğine karşı toplumda sivil bir direniş kapasitesi yaratabilmesi ne de sabra, kararlılığa ve örgütlülüğe dayalı dirençli bir muhalif siyaseti demokrasi taraftarları arasında hâkim kılabilmesi mümkün görünüyor.”[3] 

Bu nedenle, “maruz kalınan adaletsizliğe ve katlanılmaz addedilene direnme kapasitemizin kaynağını artık doğru saptamalı ve bu kapasiteyi sürekli kılmak için gerekli olan kolektif aklı ve kurumsal yapıları beraber oluşturmalı” ve de gençler, kadınlar, yoksullar ve toplumun demokrasi mücadelesine açık olan tüm kesimleriyle dayanışmanın yollarını bularak, sömürünün, adaletsizliğin ve eşitsizliğin reddi üzerine kurulu bir cumhuriyet/demokrasi bloğu inşa etmeye çabalamalıyız. Bu nedenle de ana muhalefetten bu yönde bir kurucu siyaseti hayata geçirmesini ve halkın birliğinin inşasını, baskı, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşıtı siyasetinin merkezine almasını talep etmeliyiz. Dün olduğu gibi bugün de bizden yanıt bekleyen asıl soru, haklarına sahip çıkan bir yurttaş olmak ve bu baskı ortamında yurttaş olarak kalmak için kolektif olarak neleri yapma kapasitesine sahip olduğumuz ve geleceğimizi “talan” eden günümüzün egemenlerine karşı, halk arasında kalarak, haklarımızı savunarak ve elbette haklaşarak, “halkın zamanı”nı artık ilan edip edemeyeceğimiz olmaya devam ediyor. Ana muhalefetin, şimdilik ufukta “sessiz ve sakin” şekilde bekliyor gibi görünse de,  “sıyrılıp gelmekte olan” bu zamanı bir kez daha ıskalama lüksü olduğunu hiç zannetmiyorum. Vakit, artık ona hazırlanma ve onunla buluşmak için yola düşme zamanıdır.


[1] Cumhuriyetçilik üzerine cok değerli bir derleme için bkz., Selman Saç (der.), Cumhuriyetçilik ve Cumhuriyetler

Düşünceyi Derinleştirmek, Pratiği Sorgulamak, Ankara: Nika Yayınları, 2023.

[2] Halkın zamanı tabiri, Fransız siyasetçi Mélenchon’a aittir. Bkz. Selman Sac, Birikim Güncel, 2022 Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimleri (II): Mélenchon’un Vaat Ettiği “Halkın Zamanı” Bu Kez Gelecek mi?, 9 Nisan 2022, https://birikimdergisi.com/guncel/10975/2022-fransa-cumhurbaskanligi-secimleri-ii-melenchonun-vaat-ettigi-halkin-zamani-bu-kez-gelecek-mi#_edn2.

[3] Bkz., Zafer Yılmaz, Yaklaşan Haziran Seçimleri (III): Yeni Bir Cumhuriyet için Uzun Soluklu Bir Muhalefet, 25 Mayış 2018, Birikim Güncel, https://birikimdergisi.com/guncel/8920/yaklasan-haziran-secimleri-iii-yeni-bir-cumhuriyet-icin-uzun-soluklu-bir-muhalefet.