Bir Ekolojik Dayanışma Geleneği: Manda Festivali üzerine Dört Ayaklı Şehir Derneği’nden Nazım Çapkın’la Söyleşi

İstanbul'un sulak alanlarında sürdürülen mandacılık faaliyetlerine odaklanan Manda Festivali’nin dördüncüsü 27 Eylül’de Akpınar köyünde yapıldı. Daha önceki yıllarda İKSV paydaşlığında yapılan festivalin bu yılki organizasyonunu üstlenen Dört Ayaklı Şehir Derneği’nin Genel Koordinatörü Nazım Çapkın festivale dair sorularımızı yanıtladı.


 - Manda Festivali nedir, kaç yıldır yapılıyor?

Manda Festivali, İstanbul’un kuzeyinde yer alan sulak alan ekosistemlerinde yaşamını sürdüren su mandalarının ve onlarla birlikte var olan kırsal toplulukların ekolojik, kültürel ve toplumsal önemini görünür kılmayı amaçlayan bir buluşmadır. Bir etkinlik olmanın yanı sıra, kent ile doğa arasındaki kopuk bağları onarmaya yönelik bir kamusal karşılaşma alanı olarak düşünülmüştür. Festival, bölgedeki üreticiler, çevre savunucuları ve kültür aktörlerinin bir araya gelmesiyle doğdu. Her yılın Eylül ayında, İstanbul’un kuzeyinde kalan son meraların ve göletlerin çevresinde düzenleniyor. Bu yıl itibarıyla dördüncü kez gerçekleştirilen festival, zaman içinde bir ekolojik dayanışma geleneğine de dönüştü. Mandalar, festivalin merkezinde yalnızca bir tür olarak değil; suyun, toprağın ve ortak yaşamın sürekliliğini temsil eden bir canlı olarak yer alıyor. Dolayısıyla festival, türler arası bir dayanışma çağrısı yapıyor: mandalarla, köylülerle, kuşlarla, sazlıklarla, insanlarla ortak bir yaşamın imkânını merkezine alıyor.

- Festivalin paydaşları kimlerdir?

Festival, Climavore Jameel ve sürdürülebilir gıda pratikleri üzerine çalışan sanatçı ikilisi Cooking Sections tarafından yürütülen Manda Müşterekleri (Buffalo Commons) projesinin farkındalık yaratma ve kamuyla paylaşım ayağı olarak organize ediliyor. Daha önce üç kez İKSV iş birliğinde İstanbul Bienali kapsamında düzenlenen festivalin bu yılki yerel yürütücü ortağı Dört Ayaklı Şehir oldu, bundan sonraki yıllarda yola birlikte devam etmeyi umuyoruz.

Manda Festivali, çok katmanlı bir ortaklığın ürünü; birçok farklı paydaşı bulunuyor. Dört Ayaklı Şehir Derneği, yürütücü kurum olarak festivali düzenleyen ana yerel partner.  Mandaların yaşamını ve haklarını öne çıkarmasına, festival hazırlıkları sürecinden kavramsal çerçevenin hayvan hakları mücadelesini de gözetmesine, tüm projenin ekolojik ve etik çerçevesine müdahil olarak katkı sunuyor. Ağaçlı, Akpınar, Gümüşdere ve Demirciköy köylüleri, üretici ve tanık olarak sürecin öznesi oluyor. Kuzey Ormanları Savunması (KOS), ekoloji örgütleri, iklim aktivistleri, akademisyenler ve fotoğrafçılar gibi topluluklar festivalin bilgi ve deneyim ağını oluşturuyor. Sanatçılar ve kültür kurumları ise festivalin toplumsal hafıza boyutuna katkı sunuyor. Bu ağ, klasik anlamda bir organizasyon komitesinden çok, ekolojik müşterekler etrafında örgütlenen bir dayanışma topluluğu oluşturuyor. Manda Festivali, katılımcıları konuk değil, birlikte yaşamın paydaşları olarak kabul ediyor.

- Bu yılki festival kimlerin katılımıyla ve nasıl geçti?

2025 yılında festival, “İstanbul Mandaları Forumu” başlığıyla yeni bir boyut kazandı. Parma Kültür’de gerçekleşen forum, moderatörlüğünü Aslı Odman ve Mine Yıldırım’ın üstlendiği; Sakine Yıldıran, Cenk Çalışır ve Onur Akgül gibi konuşmacıların yanı sıra çok sayıda köylü, aktivist ve araştırmacının katıldığı bir buluşmaydı. Forum boyunca İstanbul mandalarının ekolojik rolleri, tarihsel hafızadaki yerleri ve günümüzde karşılaştıkları tehditler tartışıldı. Katılımcılar, 1970’lerde 200.000 civarında olan manda nüfusunun 2025’te yalnızca 3.900’e düşmüş olmasının, yalnızca bir hayvanın değil, bir ekosistemin kaybı anlamına geldiğini vurguladılar.

Bu yılki festivalde fotoğraf sergileri, bellek paylaşımları, yerel üretici stantları ve çocuklara yönelik doğa atölyeleri de yer aldı. Etkinlik, “mandalar yalnızca süt üreticisi değil, bir ekolojik direnişin taşıyıcısıdır” düşüncesini merkezine alarak büyük bir etki yarattı.

- Festivalin bu yıl Dört Ayaklı Şehir tarafından organize edilmesi hakkında aldığınız tepkiler nasıl oldu?

Bu yıl festivalin yürütücülüğünü Dört Ayaklı Şehir’in üstlenmesi, farklı çevrelerde güçlü bir yankı uyandırdı. Katılımcılar, derneğin hayvan hakları ile ekolojik mücadele arasında kurduğu bağın festivale yeni bir derinlik kazandırdığını ifade ediyor. “Kısırlaştır–Aşılat–Yerinde Yaşat” ilkesiyle yürütülen çalışmalar, kırsaldaki mandaların refahı ile kentteki sokak hayvanlarının yaşam hakkı arasında bir süreklilik kuruyor. Bu sayede festival, yalnızca mandaları hatırlatan bir etkinlik değil, türler arası adalet fikrini kamusal düzleme taşıyan bir dayanışma pratiği haline geliyor. Tepkiler büyük ölçüde olumlu; birçok katılımcı Dört Ayaklı Şehir’in hem yerel üreticiler hem kentli ziyaretçilerle kurduğu kapsayıcı diyalog biçimini örnek gösteriyor. Festival, ekolojik mücadeleyi kentsel bağlamda düşünen bir hayvan hakları hareketi olarak görülüyor.

- İstanbul Havalimanı ve Üçüncü Köprü’nün kentte yarattığı değişimler, kuzeydeki köylerdeki mandacılığı nasıl etkiledi? Meralardan geriye ne kaldı?

Havalimanı, Kuzey Marmara Otoyolu ve Kanal İstanbul gibi mega projeler, İstanbul’un kuzeyinde mandacılığın yaşadığı ekosistemi köklü biçimde dönüştürdü. Bu projeler yalnızca mera ve su kaynaklarını yok etmedi; aynı zamanda kırsal hafızayı, topluluk bağlarını ve geçim modellerini de parçaladı. Bir zamanlar su kenarlarında özgürce otlayan binlerce manda, bugün parçalanmış arazilerde, çoğu zaman döviz kuruna bağlı pahalı yemlerle beslenmek zorunda kalıyor. Bu durum, meraların kaybı ile birlikte ekonomik bir bağımlılığı da beraberinde getiriyor. Mandacılığın sürdürülebilirliği artık, doğal meralar yerine ithal yem zincirine bağlı hale geliyor; bu da hem ekolojik hem ekonomik olarak kırılgan bir tablo yaratıyor. Bugün köylüler, mera hakkı için mücadele ediyor. Bazı bölgelerde mandalar hâlâ direniyor; bu direniş, yalnızca bir hayvan türünün değil, yerel bilginin ve ortak yaşamın da savunusu anlamına geliyor.

- Manda Festivali’nin bu bağlamda yaratmak istediği farkındalık nedir?

Festivalin hedefi, kamuoyuna, mandaların korunmasının yalnızca hayvan refahıyla sınırlı bir mesele olmadığını; ekolojik süreklilik, iklim adaleti ve kültürel mirasın korunmasıyla doğrudan ilişkili olduğunu hatırlatmak. Festival, İstanbul’un kuzeyindeki sulak alanların “kritik habitat” olarak tanınmasını ve mandacılığın iklim uyum politikalarına entegre edilmesini savunuyor. Aynı zamanda, festival kırsal kadın emeğinin görünür kılınmasını, üreticilerin kooperatifleşmesini ve genç kuşakların “Manda Okulu” gibi projelerle mandalarla birlikte yaşam bilgisini öğrenmesini teşvik ediyor. Bu yönüyle Manda Festivali, hem geçmişe dönük bir bellek çalışması hem de geleceğe yönelik bir ekolojik eğitim platformu oluşturuyor. Kısacası festival, “mandalar için değil, mandalarla birlikte düşünme”nin alanını yaratıyor.

- Mandalar ve mandacılık, tüm hayvanların kentsel alandaki yaşam mücadelesi açısından neyi sembolize ediyor?

Mandalar, Dört Ayaklı Şehir’in çalışmalarında sıkça vurgulanan, hayvanın kentteki görünmez emeğinin kırsal karşılığını oluşturuyor. Kentin sınırına itilmiş ama kenti beslemeyi sürdüren bu canlılar, direnişin, dayanıklılığın ve sessiz bir müşterekliğin sembolü oluyor. Mandaların kaybı, yalnızca bir türün eksilmesi değil, doğayla kurduğumuz karşılıklı ilişki biçiminin bozulması anlamına geliyor. Bu nedenle mandalar, tıpkı kentte yaşayan sokak hayvanları gibi, yok sayılan ama yaşamı mümkün kılan varlıkları temsil ediyor. Manda Festivali bu sembolizm üzerinden, insan-merkezli kentsel tahayyüllere alternatif olarak birlikte yaşama etiğini savunuyor.

- Hayvan hakları ve kent hakkı mücadelelerinin kesişim alanı hakkında neler söylemek istersiniz?

Hayvan hakları ve kent hakkı mücadeleleri birbirinden ayrı değil; aynı ekolojik bütünün farklı yüzlerini oluşturuyor. Birinde hayvanın yaşam alanı, diğerinde insanın barınma ve nefes alma hakkı savunuluyor — ama özünde her ikisi de yaşamın müşterekleri için verilen mücadeleleri ifade ediyor. Manda Festivali bu gerçeği görünür kılıyor: Sulak alanların, meraların ve kentin kamusal alanlarının korunması, ortak yaşamın adaletine işaret ediyor. Bu nedenle festival, yalnızca bir ekolojik farkındalık etkinliği değil, kent hakkını hayvanın bakışıyla yeniden tanımlayan bir düşünsel zemin oluşturuyor. Bu kesişim, Dört Ayaklı Şehir’in genel yaklaşımını da yansıtıyor: Hayvanların haklarını savunmak, aslında kentin ve doğanın müşterek hafızasını savunmak anlamına geliyor.