Yüzsüz düşünülemeyen ve günümüzde anlamını yitiren güzellik anlayışı çağlar boyunca dönemden döneme farklılık göstermiştir. Şu da var ki; bakıldığı anda görülen yüz, bakan özneyi aynı zamanda bir nesneye de çevirir. Yüz takındığı varlıksal donanımla kendini ötekine teşhir eder. Teşhirin getirdiği ise yüz ve yüze uygulanan müdahalelerin pornografiye varan gerçekliğidir. Kendini sergilemekten imtina etmeyen yüz estetize edilmiş güzelliğin aracı haline gelir. Bu, bir yüzün dişi veya erkek yüzü olma ayrımından değil ideal bakışın erkek olmasından kaynaklıdır. Ötekine bağımlı bir güzellik anlayışının altında yatan da budur zaten.
Bu bağlamda, Grimm Masalları’ndaki Kurbağa Prens adlı öyküden de bildiğimiz gibi prensesin güzelliği karşısında kendinden geçen kurbağanın da düştüğü durum trajikomik olarak masalın “güzel yüz” üzerinden ders niteliği kazanmasındandır. O yüzden masalların bize sunduğu parlak ve güvenli dünyanın ardında, bazen görmediğimiz ya da görmezden geldiğimiz karanlık bir gerçeklik vardır.
Külkedisi masalı, yüzyıllardır güzellik, erdem ve ödüllendirilen sabır üzerine kurulmuş en bilindik anlatılardan biri: Kötücül üvey anne ve çirkin üvey kardeşler aracılığıyla güzelliği erdem, çirkinliği ise kötülükle eşitleyen bir dünya kurar. Güzelliğin ödülü, prense, yani iktidarın ve toplumsal onayın sembolüne ulaşmaktır. Masalda prens, Külkedisi’ni yalnızca güzelliği sayesinde tanır; sevgi ya da karakter değil, yüz hatları belirleyicidir. Bugüne dek, birçok farklı yorumu yapılmış olsa da, Emilie Kristine Blichfeldt’in yönettiği Çirkin Üvey Kardeş (The Ugly Stepsister, 2024) filminde ise bu denklem tersine çevrilir. Artık prensin bakışı bir kurtuluş değil, bir tahakküm aracıdır. Güzellik, bireyin özgürlüğünü değil, toplumun onayını temsil eder. Filmde, “çirkin” olan üvey kardeş değil, sistemin kendisidir. Bu nedenle Blichfeldt, masalın yüzeyindeki romantik kurtuluşu alıp, altındaki karanlık pazarlığı açığa çıkarır: Güzellik, kimin sevileceği ve kimlerin görünmez kılınacağını belirleyen politik bir güçtür. Bunlar elbette ilk bakışta göze çarpanlar. Film, yalnızca bir aile dramı ya da masal yorumlaması değil; güzellik, toplumsal cinsiyet rolleri ve beden politikaları üzerine sert bir sosyolojik yorum içeriyor.

Filmin merkezinde Elvira var. Annesi Rebekka’nın gölgesinde, estetik operasyonlarla daha “istenir” olmaya zorlanan bir genç kadın. Kızını yalnızca yapacağı evlilikle sosyal statü atlamanın aracı olarak gören Rebekka, bireysel bir anne figürü değil, aynı zamanda modern kapitalist toplumun, kadın bedenini bir yatırım aracı olarak gören zihniyetinin temsilcisi. Elvira, günden güne bedenine yabancılaşıp, güzellik baskısının giderek boğucu ağına düşüyor. Tam bu noktada üvey kardeş Agnes sahneye çıkıyor: doğallığı ve cazibesiyle Elvira’nın rakibi. Masalın klasik anlatısında hor görülen üvey kardeş, gölgede kalmış Külkedisi, bu kez parlak bir yıldız. Üvey kardeş Agnes’in “güzel” olarak kodlanması, toplumsal hiyerarşinin bedenler üzerinden kurulmasına iyi bir örnek. Agnes’in çekiciliği, Elvira’nın görünmezliğini derinleştirir. Bir kadının varolabilmek için zengin ve saygın bir erkekle evlenmesinin gerekmesi, iki kardeş arasında rekabeti ölümüne bir savaşa dönüştürüyor. Kardeşler arasındaki rekabeti körükleyen Rebekka, çocuğunu koşulsuz seven anne idealinden çok farklı bir karakter çiziyor. O kadar ki, zayıflatmak uğruna, kızının midesine tenya gönderip, günden güne ölmesini izleyecek derece hırstan kör olmuş durumda. Böylece film, masalın karakterlerini sosyolojik bir düzleme taşıyarak, “kız kardeşlik” fikrinin patriyarkal düzen tarafından nasıl parçalandığını gözler önüne serer.
Blichfeldt, bu ters yüz etmeyi yalnızca karakterler üzerinden değil, görsel estetikte de hissettiriyor. Parlak renkler, grotesk detaylarla yer değiştiriyor; sahneler, rüya ile gerçek arasındaki çizgide ilerliyor. Masalsı dünyadan beklenen büyüleyici atmosfer, yerini gerilim ve rahatsız edici gerçekliğe bırakıyor.
Filmin belki de en güçlü yanı, güzellik anlayışını toplumsal bir şiddet biçimi olarak ele alması ve bunu gösterirken kullandığı güçlü dil. Estetik ameliyat masasında acıyla kıvranan Elvira, yalnızca bir birey değil, aynı zamanda modern toplumun “güzel ol ya da yok ol” mottosunun sembolü. Annesinin ekonomik çıkarları uğruna kızına biçtiği rol, kadın bedeninin ne kadar kolay metalaştırıldığını gözler önüne seriyor. Elvira’nın bedenine yapılan müdahaleler, yalnızca kişisel değil, toplumsal şiddetin de tezahürüdür. Burada birey, kendi iradesi dışında normlara boyun eğdirilir.
Nitekim film, herkes için kolay hazmedilecek bir deneyim değil. Bazı sahnelerde şiddet ve cinsellik öğeleri o kadar yoğun ki, izleyiciyi rahatsız etmeyi bilinçli bir stratejiye dönüştürüyor. Bu noktada, masalın güvenli alanını yıkarak bizleri karanlık bir yüzleşmeye davet ediyor ki, filmin en düşünülmesi gereken kısmı da bu.
Rebekka karakteri, toplumsal beklentilerin bir taşıyıcısı olarak öne çıkar. Kızını “iyi bir evlilik” yoluyla konumlandırmaya çalışırken aslında annelikten ziyade patriyarkal sistemin ajanı gibi hareket eder. Bu durum, annelik rolünün de toplumsal düzenin yeniden üretiminde nasıl kullanıldığını gözler önüne serer. Anne-kız ilişkisi, sevgi ya da korumadan çok, disiplin ve kontrolle tanımlanır.
Film, yalnızca bireysel hikâyeleri değil, masalın kendisini de yıkar. Masalların 'mutlu son' vaat eden güvenli dünyası, filmde yerini rahatsız edici bir karanlığa bırakır. Bu çöküş, aslında modern toplumun da masallar kadar kurgusal olduğunu ima eder: güzellik, mutluluk ve toplumsal kabul, tıpkı Elvira gibi, bedenini toplumsal bakışa gore biçimlendirmeye zorlanan bir kadındır; onun görünmezliği, yalnızca kişisel bir trajedi değil, aynı zamanda ekranlarda, reklamlarda ya da sosyal medyada “ideal kadın” imgesiyle bastırılan milyonlarca benzer hikâyenin sessizliğidir. Bu nedenle filmdeki Elvira, tek bir karakter değil, toplumun içinde görünmez kılınmış sayısız kadının sembolüdür. Bu bağlamda film, bize bir masal anlatmıyor, topluma ayna tutuyor. Ve soruyor: "Bizim görünmez kılınmış Elviralarımız nerede?”
Blichfeldt’in filmi, izleyiciyi yalnızca bir masalın ters yüz edilmiş versiyonunu izlemeye değil, aynı zamanda içinde yaşadığı toplumsal yapıyı sorgulamaya çağırıyor. Güzellik ideali, beden üzerindeki baskılar, annelik ve rekabet; hepsi filmin karanlık atmosferinde yeniden düşünülüyor. Herkesi memnun edecek sahneler sunmasa da, ele aldığı konular ve bunu işleyip-gösterme biçimi ile daha fazla övgüyü hak ediyor.





