Bağımsızlık ve Bağımlılık

“Yıl 1920. İstanbul işgal altında. İşgal kuvvetleri gençleri bağımlı yapmaya çalışıyor. (…) Düşman bazen tüfekle gelir, bazen tuzakla. (…) Artık düşman üniforma giymiyor. Yeni yöntemler kullanıyor. (…) Atalarımız vatanımızı kurtardı. Ben de kendimi kurtaracağım. 29 Ekim bu bir yemin. Ne vatanımı ne irademi teslim edeceğim. (…) Bağımsızlık için can verdik. Bağımlılıklara esir olmayacağız.”

Bu sözler 29 Ekim 2025 günü vesilesiyle Yeşilay tarafından yayınlanan bir videodan

29 Ekim ve 10 Kasım anma günlerinde şirketlerin Atatürk ve Kurtuluş Savaşı temalı reklam videoları uzunca bir süredir tanık olduğumuz bir gerçeklikti. Bu yıl 29 Ekim vesilesiyle Yeşilay da, “Cumhuriyetimizin 102. yılında, geçmişte vatanı korumak için verilen mücadele bugün irademizi koruma sorumluluğuyla devam ediyor. Bağımsızlık sadece topraklarımızı değil, zihinlerimizi, kalplerimizi ve yaşam biçimimizi de kapsar. Bugün bizlere düşen görev, atalarımızın canları pahasına kazandığı bağımsızlığı; sigara, alkol, madde, kumar ve teknoloji bağımlılıklarına karşı korumaktır” açıklamasıyla bu sürece dahil oldu.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki; resmi veriler, ülkemiz için sigara (tütün), madde ve kumar bağımlılığının ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğuna işaret ediyor. Bu nedenle alkol ve teknoloji vurgusunu dışarıda bırakırsak Yeşilay’ın bağımlılıklar konusuna dikkat çekmek istemesi önemli. Ancak…

Biyopolitika

En genel tanımıyla yaşamın (bios) siyasetle kesiştiği alan olarak tanımlanan biyopolitika, Michel Foucault’nun çalışmaları ışığında, iktidarın dönüşümünü de kavramsallaştırabildiğimiz bir sürece karşılık gelir. Gerçekten de tarihsel zaman çizelgesinde krallık gibi, tebaanın “yaşaması ya da öldürülmesi” hakkını elinde tutan mutlak iktidarlık yapısından, yurttaşların “yaşaması ya da ölmesine izin vermek” biçimine dönüştü iktidar aygıtı. Bu dönüşüm sonucunda şekillenen modern devlet, vatandaşlarını birer biyolojik varlık olarak ele aldı ve nüfus hedefli olmak üzere sağlık, doğurganlık, hijyen, beslenme, göç gibi alanlarda düzenlemeler gerçekleştirdi. Bu bağlamda tam da bugünlerde Trump’ın, şişman olan veya şeker ya da kalp hastalıklarına sahip olan kişileri kamu yükü olarak tanımlayıp ABD’ye göçmen vizesi almalarını zorlaştıran bir talimat yayınlaması günümüzde biyopolitikanın geldiği noktayı tüm çıplaklığıyla sergilemektedir.

Kuşkusuz bu konuyu her zaman Giorgio Agamben’in çıplak hayat kavramıyla da birlikte düşünmek önemlidir. Çünkü istisna haline karar verme hakkını uhdesinde tutan modern devlet, “kimin yaşamı değerlidir” yaklaşımıyla, yeri geldiğinde vatandaşlarının tüm haklarını gasp ederek onları biyolojik bir varlığa indirgemekten de çekinmez.

Bu başlık altında ifade etmek gerekir ki; Yeşilay’ın 29 Ekim vesilesiyle yayınladığı “Bağımsızlık için can verdik, bağımlılıklara esir olmayacağız” videosu, bireyin bedeni ile vatan arasında paralellikler kuran ve Türkiye ölçeğinde biyopolitikanın ulaştığı noktayı layıkıyla tarif eden bir içeriğe sahiptir.

Sağlık Politikaları

Bir disiplin nesnesi olan bedenden, istatiksel olarak yönetilen bir biyolojik topluluğu ifade eden nüfusa geçiş modern devletlerin dönüşüm yönüne de işaret etmektedir. Ancak Foucault, devletlerin birden fazla rolü bünyesinde barındırdığını ve hatta zorlandığı durumlarda hükmedici pozisyona dahi geçtiğini de belirtmiştir. Bu bağlamda Yeşilay’ın videosunda ses bulan, “Atalarımız vatanımızı kurtardı. Ben de kendimi kurtaracağım” yaklaşımı, bireyin kendi bedenini kendisinin disiplin nesnesi haline getirme isteğine karşılık gelmektedir. Pekiyi ama vatanı kurtaran ataların kurduğu modern devlet, bireyi, kendi bedeni ile neden bir başına orta yerde bırakmıştır?

Türkiye Cumhuriyeti, madde ve kumar sorununun aksine sigara (tütün) salgını konusunda en azından ikibinli yılların başında Dünya Sağlık Örgütü’nden ödüller alan bir kontrol politikası izlemiştir. Tütün ürünleri üzerindeki vergi artışı, dumansız hava sahası, paket uyarıları ve sigara bırakma poliklinikleri bu kapsamda sayılabilecek uygulamalardır. Dikkat edilirse bu uygulamaların tamamı, klasik yasak anlayışından ziyade, bireyin anormal sağlıksız davranışını değiştirme ve yaşam tarzını yeniden düzenlemeyi hedefleyen girişimlerdir -Foucault’nun gözünden bakarsak “nüfusun refahını arttırmak için davranışların yönetilmesi”…

Kuşkusuz bu yönetim şekli aslında zımnen “ideal iyi vatandaş” tipini de bünyesinde barındırmaktadır:

Sigara kullanmayan, -Sağlık Bakanı’nın yakın zamandaki vurgularını da dikkate alırsak-, spor yapan ve organlarını bağışlayan “iyi vatandaş” Aksi durum ise -Trump’ın vurgusuyla söylersek- kamuya yük olan, sorumsuz ve sağlıksız vatandaş

Dikkat edilirse bu noktada Yeşilay’ın videosuna “29 Ekim bu bir yemin. Ne vatanımı ne irademi teslim edeceğim” sözleriyle yansıyan ahlâki söylem, ekonomi politiğin içerisine dahil olarak bir şeylerin üzerini örtmektedir.

Üzeri Örtülen

Tütün endüstrisi, iki kullanıcısından birisinin kesinlikle ölümüne izin veren bir piyasa sistemi kurmuştur. Modern devlet ise bu endüstri ile uğraşmak yerine hem bireyin anormal ve sağlıksız yaşam tarzını yeniden düzenlemeyi hedefleyen girişimlerde bulunmakta, hem de vergi gelirleri sayesinde tütün endüstrisinin kurduğu ölümcül sistemi (ticari) kazanca çevirmektedir.

Başka bir ifadeyle, modern devlet uygulamaları, “davranışların yönetilmesini” hedefleyen uygulamalarla yaşamın, tütün/alkol vergi gelirleriyle ölümün ekonomik değer kazandığı bir biyopolitika alanı yaratmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi ise -madde 5.3 sayesinde, tütün kontrol politikalarının belirlenme ve uygulamasını tütün endüstrisinin ticari ve diğer çıkarlarından korumayı devletlere yükümlülük olarak tanımlayarak ekonomi politikalarının karşısında ve yaşamın yanında konumlanır -ki o nedenle dünya genelinde uygulaması en sorunlu maddedir.

Oysa neoliberalizm, sadece ekonomik sistem değildir, aksine yaşamı yönetme biçimidir. Bu nedenle modern devletler, şirketler/endüstri/sermaye karşısında bireyi yalnız başına bırakırlar. Bireyin, “Ben de kendimi kurtaracağım” ya da “Ne vatanımı ne irademi teslim edeceğim” gibi cümlelerle kendisini kendisinin disipline etmesini ve neoliberal sistem bünyesinde kendisine uygun, kazanç odaklı yatırımlar yapmasını ister ve öğütlerler. Hatta bireye yönelik söylemleri, onu, adeta bir girişimci gibi sağlıklı kalarak daha çok çalışıp daha çok kazanması ve sigara/alkol/madde kullanmayarak ahlâki yükümlülüklerini yerine getirmesi pozisyonunda konumlandırır. Onun için tanımladıkları bu pozisyonu ona kabul ettirmek için geçmiş tarihsel mirası da sömürmekten çekinmeyerek “29 Ekim bu bir yemin” diyerek yeminler ettirirler.

Çünkü beden artık bir insan hakkı alanı değil, aksine risk ve kazanç ihtimallerinin bulunduğu neoliberal yaşamda bir yatırım alanına dönüşmüştür. Eğer bu ortamda birey kendisine uygun yatırımları yapamayıp başarısız olmuşsa “kendisine bakamayan” ve “topluma yük olan” bir kişi olarak etiketlenir. Modern devletin bu konuda yapabileceği uygulamalar sadece vergi artışları ile riskli davranışın bedelini başarısız bağımlı bireye ödetmek; sigara bırakma kampanyaları ya da meydanlarda vücut ağırlığını tartarak başarısız ve bağımlı bireyin kendi davranışını optimize etmesini önermek ya da e-sigara / ısıtılmış tütün ürünleri gibi endüstrinin daha az zararlı iddialarını kabul ederek biyopolitik pazarı genişletip sürdürmek olabilir. Bundan fazlasını yapmasına ise neoliberal ekonomi politiğinin kutsal yasaları izin vermez.

Böyle bir ortamda birey devletin “özgürsün ama yanlış bir seçim yaparsan bedelini sen ödersin” yaklaşımıyla atalarının ortak bir amaç için biraraya gelip tarih denilen sahneye toplumsal bir aktör olarak çıkmalarının aksine, “Atalarımız vatanımızı kurtardı” ama “Ben (sadece) kendimi kurtaracağım” diyerek atomize olması ve kalabalıklar içerisinde yalnız kalıp kaybolması kalır.

Sözün Sonu

Pekiyi ama Yeşilay’ın videosunda yer alan “İşgal kuvvetleri gençleri bağımlı yapmaya çalışıyor (…) Düşman bazen tüfekle gelir, bazen tuzakla. (…) Artık düşman üniforma giymiyor. Yeni yöntemler kullanıyor.” ifadelerinde karşılık bulan düşmanlar kim?

Yeşilay’a göre fesli gençler karşısında onları alkole/bağımlılığa alıştırmak isteyen omuzu kalabalık asker(ler) düşman…

Bilindiği gibi geçmişte Osmanlı İmparatorluğu iç ve dış borçlarını ödeyemeyince alacaklı ülkeler kurdukları Düyun-u Umumiye vasıtasıyla kendi Reji memurları ile vergileri toplamaya başladılar. Bu sistem aracılığıyla imparatorluğun en önemli gelir kaynağı olan tütün vergileri alacaklı ülkelerin kurduğu Reji şirketine bırakıldı ve Reji İdaresi silahlı kolcularla zorla vergi topladı. Reji kolcularının yaptığı zulüm ise “Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım / kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım / teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım” örneğinde olduğu gibi türkülere dahi yansıdı.

Ancak Yeşilay’ın videosunda bu gerçekliği ve Reji Şirketi’ni göremiyoruz. Tıpkı 1925’de Tütün Rejisi’nin lağvedilmesini ve Fransızlardan devletçe satın alınmasını görmediğimiz gibi -oysa 29 Ekim’e çok yakışırdı. Tıpkı devlet uhdesinde bulunan TEKEL’in 2008 yılında British American Tobacco’ya satıldığını görmediğimiz gibi…

Ve son olarak; videoda karşılık bulduğu gibi, eğer artık düşman üniforma giymiyor ve yeni yöntemler ve tuzaklarla gelip bağımlı yapmaya çalışıyorsa bu yeni düşmanlar kim?

Video bu konuda da bir yanıt vermiyor. Ancak tütün salgınının yıllar içerisinde arttığı ve son yıllarda sigara satışı konusunda her yıl, bir önceki yılın Cumhuriyet tarihi rekorunu kırdığımızı dikkate alırsak bu (yeni) düşmanların politikalarında çok etkili olduğunu ve hedeflerine ulaştıklarını kabul etmemiz gerekiyor.

Kuşkusuz ölüm ve vergi açısından ulaşılan bu başarının altında siyasi iktidarın en azından son on yıldır tütün kontrolü politikasından vazgeçmiş olması kadar, tütün endüstrisine verdiği teşvikler de yatıyor. Ancak kolaylıkla tahmin edileceği nedenlerden dolayı Yeşilay’ın videosunda da bu konuya dair de bir atıf görmek mümkün değil.

Hal böyle olunca mevcut siyasi ortam nedeniyle “yerli ve milli olmayan” hayali ve olmayan bir “dış” düşman yaratılarak ülke genelinde yapılan ve yaşananları temize çekmek en kolay ve baş ağrıtmayacak yol oluyor. Zaten videoda yer alan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı vurgusu tüm kiri örtüyor, aklayıp – paklıyor…