I.“Konuş, kim olduğunu söyleyeyim” (Sokrates)
Pierre Bourdieu, dilin, bir iletişim aracından öte, iktidar ve güç ilişkilerinin sürdülmesinde önemli bir kültürel ve sembolik sermaye olduğunu haklı bir şekilde belirtmektedir. Sokrates’in ikibin dörtyüz yıl önce ima ettiğine ve Bourdieu´nun söylediklerine ilaveten dil, bu kısa yazının dokunduğu boyutlarıyla bir açıdan, hayali toplumlardaki en büyük hayalet olarak da görülebilir. Ayrıca, milliyetçilik teorilerinin neredeyse hepsinde etnik farkındalık ve farklılık söylemlerinde dilin önemi oldukça fazla vurgulanmaktadır.
Dilin,Türkçe’nin, Cumhuriyet iktidarı tarafından ne kadar önemsendiğini bir çok örnekte görmek mümkün. Başta Mustafa Kemal olmak üzere, Kemalist elitin büyük bir kısmında yer yer histeri halinde görünen (öz)Türkçe meselesi ve dilin, kendilerini, modern Türk kimliğini, tanımlamadaki önemli rolü her zaman altı çizilerek karşımıza çıkar. Geoffrey Lewis, The Turkish Language Reform: a Catastrophic Success, isimli önemli çalışmasında Türkçe’nin özelikle 1928 yılında Latin alfabesine geçilerek ve 1934 yılında derlenen Tarama Dergisi isimli yeni sözlük (kitabi sözlük) ile ivme kazanan “öze dönme” hareketine değinir ve milliyetçi-Kemalist iktidarın bunun için ne kadar çaba harcadığını çok yerinde bir şekilde ortaya koyar. Yine de, yapılanların elit ve entelektüeller ile sıradan insanlar arasındaki “dil uçurumu”nu daha da derinleştirdiğini ayrıca Arapça ve Farsça kelimelerin yerine konulacak çok fazla kelime bulunamadığını, her ne kadar başarılı olsa da bu hareketin, kuşaklar arasında yarattığı kopuş açısından katastrofik/trajik olduğunu belirtmektedir.[1]
Türk kimliğinin kendisini tanımlamasında olduğu gibi, “kendi ötekileri”ni de tanıma/ tanımamada Türkçe’nin yeri başka olmaktadır. Nitekim siyasal hafızanın yerinden edilip yerine “yeni” bir hafızanın konulmasında da Türkçe ve Türkçeleştirme önemli bir rol oynar. Örneğin Bitlis, Siirt, Bingöl,Hakkari, Muş ve Van illerinde Ermenice, Kürtçe, vb Türkçe olmayan yer isimlerinin %75 oranında sözümona Türkçeleştirilmesinde de bu temel zihniyet işlemekteydi.[2]Fakat bu yazının asıl amacı, Türkçe’nin kendisi olmadığından Trt6’e giden süreçte Kürtçe’nin serüvenine bakmakta fayda var.
II.Var olanı Yok Etmek, Yok olanı Var etmek yahut Masal Dil Kürtçe
Kürtçe’nin de Türkçe’nin geçtiği benzer bir süreçten geçtiğinin altını çizmek lazım. En önemli fark Türkçe’nin aksine, Kürtçenin bir asırdır geçirdiği dönüşümleri yaymak için gerekli olan yapılardan ve kurumlardan (okullar bunların en başta geleni) mahrum olması, dili kurguladığı coğrafya ve halk üzerinde hakim kılamamasıdır.
Önemli Türk münevveri Lütfi Fikri 1913 yılında Roji Kurd dergisinin dördüncü sayısında şöyle yazmaktadır: “Bugün kimse Arap nedir, Arnavut nedir, Kürd nedir, demiyor ve bunlarin neler demek olduklarını pek güzel anlıyor....er geç o milliyetlerin varlığını kabul etmek mecburiyetinin zorunlu oluşu, sosyal kanunların gereği idi.”[3] Aynı derginin üçüncü sayısında Babanzade İsmail Hakki, “KürtlüğünTealisi(Yükselmesi)” başlıklı yazısında, “Kürtçenin yazı dili halinde zenginleştirilmesi, Kürtçeye uygun alfabe düzenlenmesi,,, Kürtçeye uygun kitapları yazma”[4] nın altını çizer. Öncelikle İkinci Meşrutiyet döneminde Arabça ve Farsça’nın, ki aynı ölçüde Osmanlıca’nın ağır etkisi altında olan Modern Kürtçe, Celadet Ali Bedirxan’ın bitmek bilmez çabalarıyla kendi başına konuşma cesaretini 1932 yılında Şam’da ilk sayısı çıkan Hawar dergisi ile bulmuşsa da yaygınlaşamamıştır. Öyleki, Kürtlerin bugün kullandığı Latin alfabesi Celadet Ali Bedirxan alfabesi olarak da adlandırılmaktadır.
Fakat, Kürt entelektüellerinin ve siyasi yazımının büyük bir kısmı “Türkçe olarak,” Kürtçe’nin varlığını ispat etmeye ayrılmıştır. Bunların ilk akla gelen örneği Celadet Ali Bedirxan’ın Mustafa Kemal’e Açık Mektup isimli küçük kitapçıktır. Detaylı örnekler vererek Kürtçenin müstakil bir dil olduğunun altını çizer. Ayrıca buradaki gelenek daha sonra muhtelif mahkeme savunmalarında da (1971 DDKO tutuklanması bunlardan bir tanesidir) devam edecektir.
22 Nisan 1898 yılında ilk sayısı çıkan Kürdistan gazetesi, Bismillahirrehmanirrehim diye başlar. Bu, önemli bir nokta. Zira konuşulan dilin ve kullanılan kelimelerin değiştiği 1970 ve 1980’lerin Kürt hareketi ve basını dilde, sosyalist ağırlıklı bir sekülerleşmeye gitti. Bu durum, modern Kürtçe’nin en kayda değer endişesi olarak karşımıza çıkmaktadır.1970’lerin ortasına kadar çeşitli dergi ve yayınlarda yer yer Kürtçe yazılmış şiirlere ve yazılara rastlamak mümkün.1960’larda Musa Anter 10.000 kelimelik Kürtçe sözlük hazırlamış, aynı dönemde Kemal Badıllı’nın Türkçe İzahlı Kürtçe Grameri de yayımlanmıştır. Yine de asıl hamle 1974 yılında genel afla dışarı çıkan Kürt aktivistlerinin çabalarıyla atıldı. 1974 yılından sonra yayımlanan Kürt siyasi dergilerinin neredeyse hepsi iki dilde yayın yapmaktaydı. 1974-1984 yılları arasında tüm Kürt siyasal gruplarının program ve tüzükleri de Türkçe ve Kürtçe olarak basılmaktaydı.
Malmisanij ve Mahmud Lewendi’nin birlikte hazırladığı , Li Kurdistana Bakur û li Tirkiyé Rojnamegeriya Kurdi (1908-1992)[5]isimli derleme kitapta, Kürt gazeteciliği veya basını başlığı altında 132 tane gazete ve dergi ismi verilmektedir. Her ne kadar oradaki yayınların çoğu Türkçe yazılmışsa ve bazı yayınların Kürt basını altında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği problemli bir sınıflama olsa da Kürt yayıncılığının ve Kürtçe’nin hikayesi için önemli bir başvuru kitabıdır.
Benim üzerinde çalıştığım 1959-1984 zaman aralığındaki Kürtlerin çoğunluğu Kürtçeyi otuz yaşından sonra öğrendi desem abartmış olmayacağım. Diaspora Kürtlerinin, özellikle de Stockolm ekolünün, ki Mehmet Uzun da bunların arasına sokulabilir, Kürtçe’nin bir dil olarak her alanda kullanılması için yaptıkları katkı azımsanmayacak derecededir. Örneğin, Kürdistan gazetesini ve Jin dergisini Arapça harflerden Latin harflerine çeviren ve Türkiye’deyken yazdığı birkaç kitabı Türkçe yazan Mehmet Emin Bozarslan, birçok hikaye ve öykü kitabını Kürtçe yazmıştır. Hevi, Helin, gibi çocuk dergileri, Mirkut ve Zengil gibi mizah dergileri, Helwest ve Nudem gibi edebiyat dergileri akla ilk gelen yayınların yanında Paris Kürt Enstitüsünün Kurmanci gibi yayın organları, Kürtçeyi politik yahut siyasi yazımdan kurtarıp zenginleştirmiştir.
Aşağıda tekrar döneceğim gibi Trt6 Kürtçesinin de aslında bu kanallardan beslendiği çok aşikar. Nitekim, gündelik konuşmalara yetecek kadar Kürtçeyi ortalama her kürt Türkiye ‘de konuşabilmektedir. Fakat orta düzey bir roman vb bir yapıt okumak istediğinde her Kürdün bir şekilde son 30 yılın çabalarından faydalanması ve Kürtçeyi o seviye de (çoğu zaman kendi imkanlarıyla) öğrenmesi zaruri bir durum gibi görünmektedir.
Var olan birşeyin varlığını bas bas bağırmak kadar sıradışı bir durum yoktur. Sokakta, çarşıda vb yerlerde konuşulan ve aslında ondan başka birşeyin konuşulmadığı bir dili “aa varmış aslında” diye sürekli bir varlık ve yokluk sınavına tabii tutmak, kanaatimce bir asırlık devlet siyasalarının Kürtçeye bıraktığı en ağır tahribatlardan birisidir. Nitekim Abidin Parıltı ve Özlem Galip’in Kürt Romanı Okuma Kılavuzu isimli yakın zamanda basılan önemli kitabı üzerine yazdığı tanıtım yazısında, Mehmet Uzun’un Kürtçe romanlarını Türkçe’ye çeviren ve dil konusunda önemli çalışmaları olan yazar Muhsin Kızılkaya şöyle diyor:
Evet, Kürt romanı var!Kürtçe bilmeyenler, bu edebiyatından romanından haberdar olmayanlar için de en sağlam delil elimizdeki kitap ve Türkçeye çevrilen binlerce sayfalık romanlar.Bir dilin varlığı, o dilde roman yazılıyor anlamına gelmez. Filologlar, bugünyeryüzündeyaklaşık 3 bine yakın dilin varlığından bahseder. Bu dillerin içinde sadece 76 tanesinin edebiyatı yapılabiliyor ve hemen hemen her gün, geride kalanlardan birkaç tanesi ölüyor. Bir dilin kalıcı olabilmesinin tek yolu, o dilden edebiyat yapılıyor olmasına bağlıdır. İşte Kürtçe o dillerden biridir. Bu kitap da bize gösteriyor; hem roman yazılıyor, hem de yazılan romanların önemli bir kısmı başka bir dile çevrildiği için o dilde bir anlam ifade edebiliyor.[6]
Evet, var! Bunu demek/dedirtmek ihtiyacı aslında bu ispatın ve paranoyik haleti ruhiyenin nedenlerine dair önemli ipuçları vermekte. Kürtçe üzerine çalışan Fehim Işık’ın da aralarında olduğu bir grup sosyal bilimcinin Tarih Vakfı aracılığıyla hazırladıkları Ortaöğretim Kürt Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı, isimli bir diğer yeni çalışmayla ilgili tanıtım toplantısında Fehim Işık şunları ifade ediyordu:
“Geçmişte Kürt Dili ve Edebiyatı üzerine çalışmalar yapmış bir grup arkadaşla bu kitabın yazılması için bir araya geldik. Üzerinde etraflıca tartıştık zira bu işin bir öncesi yoktu. İlk etapta dil üzerinde uzlaşmaya çalıştık. Türkiye’de Kürt Dili ve Edebiyatını bilmeyen tüm kesimler için bir eğitim materyali hazırlamanın daha doğru olacağını ve bu yüzden kitabın Türkçe yazılmasının daha iyi olacağını düşündük. Uzun bir emekten sonra böyle bir kitabın ortaya çıkması alanında bir ilk olması açısından önemliydi. Temel olarak da bir farkındalık yaratmak istiyorduk. Kitabın Kürtçe yazılmaması özellikle tercih edildi. Zira bu kitabın hedefi Kürtlerden ziyade Kürt Dili ve Edebiyatına ve genel olarak Kürt kültürüne dair bilgisi olmayanlar ya da bilgisi eksik olanlar.”
Yukarıda bahsettiğim ve 78ler kuşağı olarak da adlandırabileceğimiz ve modern Kürtçe’nin gelişiminde çok büyük katkıları olan Kürt aktivistlerinin büyük bir kısmı daha çok Avrupa’da mülteci olanlar, 1980’lerde bir yol/yöntem değişikliğine gittiler. Kürtler ve Kürtçe ancak Kürtçe vardır: Bunların Türkçe olarak varlığı ve yokluğu yöntemsel açıdan daha baştan sonuçsuz bir girişimdir. Bu kuşağın edebiyat vb alanlarda Kürtçeye bıraktıkları mirası Türkçe ispat etmeye neredeyse gerek olmasa da, bu mirası bir nevi “tanıtma” durumlarında bile var mı-yok mu tartışmalarının yapılması, bilgi eksikliğinin doldurulması misyonunun yanında sürekli inkar edilmiş olmanın getirdiği bir paranoyik haleti ruhiyeyle de açıklanabilir.
Bugünlerde, 70lerin ve 80lerin yazılı basınının aksine her siyasal oluşumun kendine ait ekseriyeti Kürtçe olan internet sayfaları mevcut. Ayrıca Kürtçe haber, yorum vb birçok temada faaliyet gösteren onlarca internet sayfası mevcut. Bir de bunlara ilaveten, televizyon yayıncılığında Roj Tv’nin miras aldığı Med Tv geleneği 1995 yılından beridir Kürtçe olarak devam etmektedir.
III. “Büyük Ülke” Türkiye yahut Trt 6
1965 yılında radyo 1968 yılında da televizyon yayıncılığına başlayan TRT’nin,13 televizyon kanalından bir tanesi olan Trt6. 2008 Aralık ayında test yayına başlayıp 1 Ocak 2009’da resmi olarak kuruldu. Yayınıyla ilgili yapılan resmi açıklama şöyleydi: “01.01.2009’da farklı dil ve lehçelerde yayın yapan ilk kanal TRT-6 Kürtçe yayına başladı.” Başka da bir açıklama yok. Fakat haktan görünmek maksadıyla kurulan Kazakça, Kırgızca, Türkmence ve Azerbaycan Türkçesi gibi dillerde yayın yapan Trt Avaz, (2009 Nisan ayında kuruldu) ile ilgili olarak şöyle denilmekte Trt tarihçesinde:
‘Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Ortadoğu’dan Kafkaslara 27 ülke ve 13 muhtar cumhuriyette yaklaşık 250 milyon nüfuslu bir coğrafyaya hitap edecek olan TRT Avaz, 21.03.2009’da yayın hayatına başlayarak Türkçe, Azerbaycan Türkçesi, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe ve Türkmence programları ile yayın coğrafyasındaki bütün ülkelerin yer alacağı ve her ülkeden izleyicinin kendinden bir şeyler bulacağı “ortak kanal”[7] oldu’
Buna ilaveten Arapça yayın yapan Trt Arapça 2010 Mart ayında yayına başladı. Trt Arapça kanalı ile ilgili yapılan açıklamada, “kanalın 350 milyonluk nüfusu olan bir çoğrafyaya hitap edeceği ve Türkiye ile Arap dünyası arasında köprü kuracağı belirtiliyordu.”[8]
Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil Ve Lehçelerde Yapılacak Radyo Ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik çerçevesinde kurulan Trt 6’in “sadece kurulmuş olması” meselenin asıl kısmını teşkil ediyor. Trt Avaz ve Trt Arapça gözönüne alındığında, ortada “kime ve nereye” hitap ettiği belli olmayan bir Trt kanalı mevcut. Buna bir açıklık getirmek için, bu yazının başlığının bir kısmını oluşturan “Büyük Ülke” Türkiye benzetmesini kullanabiliriz. Fakat burada kastedilen Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve belki de Recep Tayyip Erdoğan’ın kullanacağı anlamda “Büyük Ülke” Türkiye değil. Mehmet Uzun’un kullandığı anlamda Büyük Ülke.
Nitekim kendisinin de belirttiği gibi Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık romanını okuyan Suriyeli okuyucuların, romanın (Büyük Ülke bağlamında) Suriye’yi anlattığını, Iraklı okuyucuların Irak’ı anlattığını ve Türkçe olarak okuyanların bazen Kafkasya’yı bazen de Çeçenistan’ı söylediklerini belirtir.Zincirlenmiş Zamanlar, Zincirlenmiş Sözcükler isimli çalışmasında Mehmet Uzun, savcının Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık romanıyla ilgili ‘terör örgütüne yardım ve yataklık eden’ yorumuyla ilgili şöyle yazmaktadır:
Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık romanı tümüyle bir kurgu, yani hayal ürünü. Romanda geçen semalarında üç renkli ulusal bir bayrağın dalgalandığı, kuzeyi dağlarla, güneyi çöllerle çevrili... ‘Büyük Ülke’diye bir ülke gerçekte yok... Tüm roman, kahramanlarıyla, yapısıyla, olaylar yığınıyla tam bir kurgu. Ne zaman ne mekan belli ne de isim ve sıfatlar... Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık Kürtçe orijinalin Ronî mîna evînê-Tarî mina mirinê’nin çevirisidir. Yukarı Mezepotamya’nın en eski dillerinden biri olan ve Mezepotamya uygarlıklarının izlerini taşıyan Kürtçe neredeyse tüm Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca eğitim öğretim, radyo televizyon dili olarak yasak. İnsanların kendi anadillerini seçme özgürlükleri yoktur ama anadillerine karşı bir sorumlulukları her zaman vardır...[9]
Trt 6 kanal olarak izleyici sıralamasında otuzuncu sıralarda yer alıyor Türkiye genelinde. Bölgede ise Roj Tv en çok izlenilen kanal olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca bir habere göre bölge’de Trt 6’in ilk 10 kanal arasında bile yer almadığı iddia ediliyor.[10] Trt’nin 30 dakikalık zamanda yaptığı Kürtçe yayınların her birinde devlet ideolojisinin çok net bir propagandasını görmek mümkündü. Trt 6’te durumun tam böyle olmadığını düşünüyorum. Kısmı bir özerklik olduğunu, bunun da Trt6’in program satın almasından kaynaklandığını düşünüyorum. Doğrudan personeli durumunda olmayan taşeron şirketlere program yaptırıp onları satın aldığından, sürecin yayın kısmı dışında yapımını çok kontrol etmemektedir. Bu, Trt 6’nin siyasal iktidarın etkisi altında olmadığı anlamına gelmesin.
Trt 6 programlarının içeriği ve siyasal söylemi üzerine çok durmak istemiyorum. Fakat kısaca üzerinde durmak istediğim ve başlığın ilk kısmını oluşturan ‘masal olma halini Kürtçe’nin’ tartışmakta fayda var. Televizyonda, Trt 6 ekranında, adamın birini mahkemeye götüren askerler, mahkemedeki herkes,savcı dahil olmak üzere Kürtçe konuşuyor. Fakat duvarlardaki tüm ikaz vb notlar Türkçe. Mesela “Ciran Ciran” isimli sit-com programda iki çocuk her sabah “servisle okula gidiyor” okulda ne yaptıklarını bilmiyoruz...ama servise kadar öyle ya da böyle hayat her şeyiyle Kürtçe.
Yukarıda da belirttiğim gibi, aslında Trt6 programlarının dili, ekseriyetinde ortalama bir Kürdün, Trt 6’teki farazi Türkiye’nin dışındaki, Türkiye’de doğmuş büyümüş Kürtlerin, Kürtçesinden iyi. Özellikle stüdyo dışındaki Kürtçe’de, mesela gezi, kültür vb programlarında, sıradan Kürdün Kürtçesinin, Türkçenin ne kadar ağır bir etkisi altında olduğunu görmek mümkün. Bunun nedenlerine yazının son kısmında dönüyorum.
Mehmet Uzun’un yukarıda işaret ettiği bağlamda “anadile karşı sorumluluk” düzeyinde Trt 6’in faydalarını azımsamamak lazım. Öyle ki, Kürtlerin de bir kısmı hala Kürtçeye olan inanç ve tam güvene sahib değil. Bu açıdan, önce Kürtlere, farzedelim ki Kürtçe’nin yukarıda bahsettiğimiz hikayesinden habersiz olan, Kürt klasiklerini ve modern Kürt edebiyatını bilmeyen, televiyozculuk açısından Med Tv, Medya Tv ve Roj Tv’den haberi olmayanlara, bir güven vermektedir. Fakat Türkiye siyasetinde Kürt Sorunu’nun durumu sözkonusu olduğunda, Trt 6’in yaptığı: Kürtçeyi ‘olmayandan’ alıp ‘masal diline’ ve Türkiye’yi de o dilin “Büyük Ülke’sine” çevirmekten ve Kürtlerin yüz yıllık siyasalarla oluşmuş toplumsal şizofrenilerini biraz daha derinleştirmekten başka nedir?
Yukarıdaki durum bana, İngilizce eğitim veren üniversitelerde ders veren İngiliz ve Amerikan arkadaşlarımın deneyimlerini anımsatıyor. Türkçe düşünüp İngilizce konuşmaya çalışmak, öyle ki yeri geldiğinde çok anlamsız şeylere dönüşebiliyor. Kürtlerin örneğine bu paralelde bakılabilir. Bir sınıfta, kitap ve hoca, yabancı lisanı konuşuyor ve siz biliyorsunuz ki arkadaşlarınızın hepsi sizin dilinizi konuşuyor. Tenefüs olunca veya ders bitince o öğrendiğiniz dil ne ise artık o da etki alanını yitirmiş oluyor. Çünkü ne bakkalınız ne bankadaki memur ne de postanedeki çalışan o dili konuşmaktadır.
Kürtçe de maalesef o durumda. Siz Trt6 i kapattığınızda iş bitmiş oluyor, eğer bir arkadaşınız diyelim hala ısrarlıysa sizinle pratik yapmada, o zaman belki bir tiyatro oyunu gibi oynarsınız hepsi bu. Yoksa ne mahkemeniz, ne polisiniz ne de postacınız o dili konuşuyor. Ayrıca Trt 6’in Kürtçeyi iğdiş edercesine özenli bir şekilde Kürtçeyi modern siyasi tarihinden ve kültürel çağrışımlarından ayıklaması bambaşka bir mevzu. Sonuç olarak Christmas nedir bilmeden İngilizceyi öğrenemezsiniz, tıpkı Newroz nedir bilmeden Kürtçe öğrenemeyeceğiniz gibi.
IV.Kurmanci Qoniş Çoq Qoniş yahut Kürtçe Konuş çok Konuş
Çok yerleşik bir söylemdir: dil yaşayan bir varlıktır diye. Herhangi bir yabancı dili öğrenmiş olanlar bilir ki o dili konuşmayınca insan bir süre sonra tökezliyor ve hatta düşebiliyor bile. Ama Trt 6 söz konusu olduğunda, “edebiyatı yapılan,” “var olan” ve “varlığı iddia edildiği için” bir çok kişinin “bölücülük yaptığı,” “linç edildiği” bir anadilin televizyon ekranları dışında konuşulamama durumu var. Yani Mehmet Uzun’un romanlarında kalacak, Trt 6 ekranlarına sıkışıp orada sanal olarak, Kürtçeyi ayakta tutan ve bir şekilde var eden hikayelere dokunmadan, görmezden gelinen bir etnik kimlik var.
Kalkıp iyi Kürd kötü Kürd ayrımları yaparak meselenin ontolojik çıkmazlarını daha da derinleştirmemekte fayda var. Nitekim, modern Kürt hareketlerinin büyüğünden küçüğüne hepsinin, bu hareketlerin yayın organları başta olmak üzere, siyasal söylemlerini, kendilerinin “iyi Kürd,” “makul Kürd” vb. alarak görülmesi fikri üzerine kurguladığını hatırlamakta fayda var. Yani bu ayrımı en çok da Kürtlerin yapageldiği unutulmamalıdır. Böyle bir ayrımın mümkün ve olumlu olduğu kanaatinde değilim. Trt 6 ve Kürtçe sözkonusu olduğunda Kürt grupları arasında yine benzer bir içerden ötekileştirmenin yaşandığını biliyoruz. Fakat herşeyden önce Trt 6’te çalışan düzeyli ve bilgi birikimi yüksek bir çok namuslu insanın emeklerinin hakkını vermek de insani bir sorumluluktur.
Son olarak Kürtçe Okul Boykotunun ve Diyarbakır’daki KCK davasındaki Kürtçe ısrarının arkasında da yukarıda belirtilen Kürtçe’nin ancak Kürtçe var olabileceği fikrinin yattığını belirtmek lazım. Zira mesele, bilindiği gibi oradaki insanların Türkçe bilmediğinden yahut kendilerini Türkçe ifade edemediklerinden değil tam aksine Kürtçenin, kimliğin olmazsa olması olarak kabul edilmesine ek olarak gündelik hayatın tüm mecralarında, tıpkı Trt 6’teki gibi, işlev görebileceği yaklaşımıyla anlaşılabilir. Yani Sokrates’in “.“Konuş, kim olduğunu söyleyeyim” dediği yönde olmasa da, “Kürtçe konuş, Kürt olduğunu soyleyeyim” olarak da yorumlamak mümkün
Sırrı Sakık’ın mecliste geçenlerde sorduğu ve bir çok sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan; “varlığım neden Türk varlığına armağan olsun?” sorusu aslında sorulması gereken ilk soru-ydu. Sorun, özellikle milyonlarca Kürt çocuğunun, her sabah ‘içtiği’ o “andımız”da. Başka bir ifadeyle, sorun Büyük Ülke Türkiye’de. Sorun Trt6’te değil. Öncelikle, Kürtçenin en azından seçmeli dil olması var, belki kısmetse eğitim dili olması var, edebiyat dili olması var, “kamusal alanda konuşulan bir dil” olması var, yani Büyük Ülke Türkiye’nin ve masalların gerçek olması var, ama şairin dediği gibi ‘oysa kapılar var duvarlar var perdeler var’ (TurgutUyar).
[1]Geoffrey Lewis, The Turkish Language Reform: a Catastrophic Success, Oxford University Press Inc., New York, 1999
[2]KeremÖktem, 'The Nation’s Imprint: Demographic Engineering and the Change of Toponymes in Republican Turkey', European Journal of Turkish Studies, Thematic Issue, no. 7