Ergenekon soruşturması, Türkiye’yi dalgalandırmaya devam ediyor. Her dalga, büyük sarsıntılar yaratıyor. Anlaşılmaz bir şey değil bu. Zira soruşturmanın kendisi, kocaman bir tayfun. Darbelerin “normal” sayıldığı bir ülkede, ilk defa bir darbe girişiminin soruşturmaya ve yargılamaya konu olması, en ağır taşları bile yerinden oynatır. Türkiye’de yaşanan bütün klasik darbelerin, öyle ya da böyle bir “sivil ayağı” vardı. Ama onların hepsinin hem hazırlık hem de icra safhalarında ordu, tartışmasız bir şekilde belirleyiciydi. Sivil uzantılara düşen görev, terör yaratmak, yani kaos, korku ve yılgınlık ortamını yaygınlaştırmaktı. Esasen onlara sivil demek de mümkün değildi; hemen hepsi “paramiliter” yapıların unsurlarıydı. Bu tablo, 28 Şubat’ta değişti. Şartların dayatmasıyla, yeni darbe stratejisi geliştirildi. Yeni stratejide sivillere figüranlık değil, ana roller düştü. O zamandan beri, her yeni darbe hazırlığında bu stratejiye sadık kalındığını, gözlerimizle gördük. Darbe ve Balbay günlükleri, göremediklerimizi veya görmek istemediklerimizi de gözlerimize soktu. Savcılar, Ergenekon soruşturmasının hedefini, darbe girişimini açığa çıkarıp yargıya taşımak olarak açıkladılar. Özellikle ikinci iddianame, bu konuda çok net. Yeni darbe stratejisinin bir gereği olarak bu girişimde kritik işlevler üstlenen “siviller”in de bu soruşturmanın kapsamına alınmaları kaçınılmazdı. Öyle de oldu, oluyor. Nitekim yeni dalga da “siviller”e çarptı; hatta bu dalganın hedefinde, sadece “siviller” vardı. Bunların bir kısmının darbe girişimiyle bağlantılarını gösteren bilgiler, hem daha önce kamuoyuna sızdırılmıştı; hem de iddianamede yer almıştı. Bu nedenle, yeni dalganın bu kişilere uzanması şaşırtıcı olmadı. Ergenekon soruşturmasını engellemeye veya en azından sulandırmaya çalışanların da bu duruma şaşırmadıklarından eminim. O yüzden tepkilerinde pek inandırıcı olamıyorlar. Lakin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne ve Türkan Saylan’a yönelik böyle büyük çaplı operasyon için aynı şeyleri söylemek zor. Bu operasyonun resmî gerekçesini ve hangi delillere dayandığını bilmiyorum. Sızan bilgiler de, henüz cılız, tatmin edici olmaktan da uzak. Ama bundan önceki dalgalarda yaşananlar, burada da tekrar edebilir; kimsenin kolayca itiraz edemeyeceği bilgi ve deliller yayınlanabilir. Bekleyip görmek en doğrusu; ancak bu aşamada bile şu kadarını söylemek isterim: Soruşturmanın inandırıcılığı ve yargılamanın selameti açısından savcılara büyük sorumluluklar düşüyor. Kendilerine emniyetten gelen bilgileri, çok iyi tartmak zorundalar. Aksi takdirde, soruşturma ve yargılama süreci büyük zarar görür. Bunun bedelini sadece kendileri ve hükümet değil, asıl bu memleket ve bu toplum öder. Bir bütün olarak Ergenekon operasyonu, demokratik hukuk devleti zihniyetinin ve ilkelerinin yerleşmesi için büyük bir fırsattır; bunu heba etmenin sonuçları da vebali de gerçekten ağır olur. ÇYDD ve Saylan konusunda beni en çok, tepkilerin ortaya konma şekli rahatsız ediyor. Onlara destek verenlerin büyük bir kısmı, hamaset ve ajitasyon yüklü bir üslup kullanıyor. Türkan Saylan’ın özel kişiliği ve durumunu düşündükçe, ekranlara yayılan görüntüler benim de içimi sızlatıyor. Ama bunu, mutlak bir dokunulmazlık gerekçesi olarak göstermek, hem basit hukuk kurallarıyla bile bağdaşmaz, hem de bence en çok Saylan’ı yaralar. Diğer tarafta, ÇYDD’yi ve Saylan’ı, Ergenekon operasyonuyla ilgisi olmayan konuları gündeme getirip güya “karalamaya” çalışan bir kampanyanın işaretleri var. Mesela Zaman gazetesi, Saylan’ın “Hıristiyan misyonerliği” yaptığını iddia eden MİT ve Özel Kuvvetler Komutanlığı raporlarını haber diye yayınlıyor. Bu da yetmiyor, ÇYDD’nin PKK’lı öğrencilere de burs verdiği belirtiliyor. Aynı iddialar, Yeni Şafak gazetesinde de yer buluyor. Bu gazete, burs verilen öğrencilere, MLKP üyelerini de ekliyor. Neredesinden bakarsanız bakın, çirkinlik akıyor bu tutumdan. Tamam, bu zihniyet, misyonerliği bir “suç” olarak sunmaktan vazgeçmeyecek; ama bunun Ergenekon’la bağlantısı ne? Ayrıca burs alan öğrenciler arasında PKK’lılar ve MLKP’liler varsa, yani bunlar yasadışı örgütlere üyeyseler, neden yargılanmıyorlar? Ortada bir mahkeme kararı olmadan, bu öğrencileri nasıl örgüt üyeliğiyle itham edersiniz? Ve en önemlisi, bütün bunların Ergenekon soruşturmasıyla ne alakası var? Fethullah Gülen cemaatine bağlı kurumlar için benzer iddialar, başka örgüt adları kullanılarak gündeme getirildiğinde, buna isyan eden bu gazeteler ve onlarla aynı zihniyeti paylaşanlar, nasıl oluyor da, başkaları söz konusu olduğunda böyle pervasız davranabiliyorlar? Ergenekon sürecine verilebilecek en büyük zarar, onu inandırıcı olmaktan uzaklaştırmaktır. Bunu da, en çok, sürece karşı olanlar değil, destek olduğunu iddia edenler yapabilirler. Operasyonu engelleme ve sulandırmak isteyenler, bugüne kadar belki kayda değer bir başarı elde edemediler; ama soruşturma sürecinde sapma şüphesi uyandıran her tavır ve yaşanan her ihlal, onların elini biraz daha güçlendirdi. Operasyona destek verenlerin; hukuk devleti, demokrasi, çoğulculuk, eşitlik gibi bir dertleri olmadığını; yani operasyonun hedefinde olanlarla esasta aynı zihniyeti taşıdıklarını gösteren her hareket ve her söz, ortamı bulandırıyor ve kafaları karıştırıyor. Bu ise, Ergenekon soruşturmasını, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti ilkeleri temelinde yeniden yapılanması imkânı olmaktan biraz daha çıkardığı gibi, toplumsal kutuplaşmayı keskinleştirmenin vesilesi haline getiriyor. Dalgalanmak, durulmak için bir fırsattır. Zaten denizler de durulmuyor dalgalanmadan. Lakin Türkiye’yi bu şiddetli dalgaların ardından, demokratik hukuk devletinin durgun ve güvenli limanlarına götürecek toplumsal dayanaklara duyulan ihtiyaç da her geçen gün daha yakıcı hale geliyor. Zira mevcut destekçilerle, bu geminin bu limana sağlam bir şekilde ulaşması zor görünüyor. Memleket, demokrasiyi varoluş sebebi olarak kavrayacak ve amasız, fakatsız hareket tarzı olarak yaşayacak insanlarının etkili bir toplumsal güç haline gelmesini bekliyor nicedir...
Taraf, 16.4.2008