Bir gece ansızın yayınlanan Beyoncé albümü tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Albüm sadece müzik yazarları tarafından değil, ciddiyetiyle tanıdığımız The New York Times, The Guardian, London Review of Books ve New Yorker gibi çeşitli yayınlar tarafından da yere göğe sığdırılamadı. Bazen bu kadar tantanayla reklamı yapılan popüler olaylardan sakınmak gerekir; bazen de tam içine dalmak gerekir. Beyoncé’nin Lemonade albümü de içine dalınması gereken bir olay. Sadece siyah kadının Amerikan tarihi ve kültüründeki yerini anlamak için değil, Amerikan feminizminin ve siyah hareketinin kendini popülerleştirmedeki başarısını anlamak açısından da bu albüm incelenmeye değer.
Albümdeki şarkılar, Beyoncé’nin kocası (Amerika’nın belki de en zengin müzik yapımcısı Jay-Z) tarafından aldatılışını, Beyoncé’nin kızgınlığını, üzüntüsünü ve sonunda da onu affetmeye meyledişini anlatıyor. Albüm bir yandan da bir saatlik bir filmle beraber yayınlandı. Bu görseller de en az sert şarkı sözleri kadar ilgi çekici. New Orleans’ın kasırga sonrası görüntülerinden, polis tarafından öldürülen Trayvon Martin, Michael Brown ve Eric Garner’ın resimlerine, Serena Williams gibi başarılı siyah kadınlardan, Amerika’nın Güney’inin İç Savaş öncesi gotik görüntülerine kadar tüm videolar siyah deneyiminden bahsediyor ve siyahlığa dair bir güzelleme sunuyor. “Freedom” şarkısında Amerika’yı “ikiyüzlülük ulusu” olarak tanımlıyor ve “baskıdan kurtulurken zihinlerimizi açalım, sokakları açalım” diyor. Özellikle son şarkı olan “Formation” ile kadınlara “Get in Formation” (yani “Hizaya Girin”) çağrısı yapan albüm, Kara Panter Partisi’nin öz savunma çağrısını ve geçtiğimiz sene polisin siyah gençleri sorgusuz sualsiz öldürmesine karşı başlayan Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Değerlidir) hareketinin mesajlarını yineliyor.
İçimizdeki sinik, “Aman ne olacak? Reklam işte. Tek amacı para kazanmak, düşmeyin bu tuzağa,” diyor olabilir. Fakat durum bu kadar basit değil. Bir kere bu mesajlar, albümdeki “argo” sözler, babasıyla ilgili olarak “elinde silahıyla gururlu biçimde bana ağlama dedi” demesi, Amerika’nın büyük bir kesimini kızdıracak cinsten. Öyle ki Beyoncé’nin bir konserde Kara Panterlerden esinlenen kostümleri bile sadece ırkçılar tarafından değil ılımlı muhafazakârlar tarafından da çok eleştirilmişti. Yani Beyoncé’nin, bu albümün sonunda çok para kazanacak olsa bile, cesur bir şey yaptığını da kabul etmek gerekir. Aslında zaten burada önemli olan Beyoncé’nin bu cesaretini teşvik eden ortam. Bir zamanlar (ve hâlâ muhafazakârlar tarafından) çok sert kabul edilen bu mesajlar nasıl oluyor da popüler kültürün bir parçası haline gelebiliyor?
İşte bu noktada hem Amerika’da Vatandaşlık Hakları Hareketi’yle başlayan siyah aktivizminin hem de feminizmin başarısından bahsetmemiz gerekir. Bir zamanlar pek çok beyaza radikal gelecek fikirler artık rahatlıkla konuşulabiliyor. Pek çok genç sanatçı açıkça feminist olduğunu, siyah haklarına inandığını, siyahın güzel olduğunu dile getiriyor. Beyoncé albümünde Malcolm X’in adını kullanıp onun siyah kadının Amerikan toplumundaki en az saygı gören grup olduğuna dair ifadesini hatırlatıyor ve bu hem siyahların (gururdan) hem de beyazların (korkudan) tüylerini ürpertiyor. Bu Amerika’da herkesin bu fikirlerle hemfikir olduğu anlamına gelmiyor, sadece ırkçı ya da cinsiyetçi olarak algılanmadan bu fikirleri eleştirmelerinin artık imkânsız olduğunu gösteriyor. Bu da siyah hareketin ve feminizmin en büyük kazanımı olsa gerek: Muhafazakâr fikirleri marjinalleştirmeyi başardılar.
Albüme dair herkesin hemfikir olduğu konu Beyoncé’nin kişisel deneyimini politize ettiği ve bunda da çok başarılı olduğu. Hatta London Review of Books’ta yayımlanan bir yazıda, “Moby-Dick ne kadar balıkçılıkla ilgiliyse, Lemonade’de o kadar aldatmayla ilgili”[1] deniyor. Bir yandan da albüm, dinleyicilerde o kadar derin hisler uyandırdı ki yukarıda adı geçen yayınlarda çıkan eleştiriler hep yorumcunun kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yazılmış. Son bir haftadır yayımlanan neredeyse her eleştiride “şahsi olan politiktir” ifadesi kullanılmış. İnsan ister istemez büyük yazar, aktivist ve şair Audre Lorde’un “beyaz babalar bize, düşünüyorum öyleyse varım dedi; her birimizin içindeki Siyah anne, yani şair ise hissediyorum öyleyse özgür olabilirim diyor”[2] sözünü hatırlıyor. Lorde’a göre hislerin rafine edilmiş hali olan şiir asla bir lüks ya da fazlalık değildi; siyah kadının kendini güçlendirme yolculuğunda en büyük yardımcısıydı.
Beyoncé’nin bu iddialı albümünü bir sanat eseri olarak inceleyeceksek, hakkı olan derinlikli eleştiriyi de yapmamız gerekir. Burada yine Audre Lorde’un “Efendi’nin evini, Efendi’nin araçlarıyla yıkamazsın”[3] lafını hatırlamak gerek. Popüler kültürün ürünleri ne yazık ki ancak o kültürün sınırları içinde, o kültürün dilini kullanarak var oluyor. Tüm politik mesajlarına rağmen albüm popüler kültürün muhafazakârlığını da koruyor. Albümdeki şarkılar İncil’den, babasının Beyoncé’ye verdiği öğütlerden, aldatan kocayı belki de affetmek gerektiğinden de bahsediyor. Beyoncé bu anlarda yine Başkan Obama’nın göreve başlama töreninde şarkı söyleyen cici kıza dönüveriyor. Fakat bana göre asıl sorun bunlar değil.
Asıl sorun, Beyoncé’nin bu albümde de (eski kliplerinde olduğu gibi) kendi bedenini nesneleştirmekten kaçınmaması. Kadın cinselliğin pozitif ifadesiyle, kadın bedeninin “popüler kültür efendilerinin” hoşuna gidecek şekilde nesneleştirilmesi arasında çok ince bir çizgi var. Son senelerde sadece seksi görünmenin kadının güçlenmesiyle eş tutulduğuna şahit olduk. Cinsellik satıyor, sosyal medyada çıplak görüntüler daha çok tıklanıyor. Bunun sonucunda kadın sanatçılar daha çok güçlenmiyor; aksine kendi imajlarını Efendi’nin hoşuna gidecek şekilde yaratıyor. Yine de burada Beyoncé’nin bu albümde siyah kadın bedenine dair olumlu bir imge yarattığını da belirtmemiz gerekir. Beyoncé, kendi kalçasından “şişko kıçım” diye bahsediyor; “Bebek saçımı seviyorum, bebek saçım ve afrolarımla / Jackson Five burun delikli ‘zenci’ burnumu seviyorum,” diyor ve kocasının beyaz sevgilisinden “güzel saçlı Becky” olarak bahsediyor (ki beyaz pop şarkıcısı Iggy Azalea, Beyoncé’nin beyaz kadını Becky olarak sterotipleştirmesini “ırkçı” buldu). Kısacası Beyoncé’nin kendi bedeni üstüne düşünmediğini ve bunu sorunsallaştırmadığını iddia etmemiz imkânsız.
[1] Ash Sharkar, “Get in Formation”, London Review of Books Blog, 29 Nisan 2016, http://www.lrb.co.uk/blog/2016/04/29/ashna-sarkar/get-in-formation/.
[2] “Poetry is Not a Luxury”, Sister Outsider: Essays & Speeches. Freedom, CA: The Crossing Press Feminist Series, 1984.
[3] “The Master’s Tools Will Never Dismantle the Master’s House”, a.g.e.