Yasaklı Mekan Açılırken

İktidar pek çok şeyi örgütlediği gibi, mekânı da örgütlemektedir. Mekân örgütlenmesinden maksat, genel ve kuşatıcı kontrol alanlarındaki iktidar ilişkilerinin düzenlenmesi, bu esnada iktidarın sürgit kılınmasıdır. “Kontrol edilebilir” alanlar (caddeler, yollar, hapishaneler, kamusal alanlar, yatak odaları, insan bedenleri…), iktidarın kendisini ürettiği mekânsal düzlemlerdir. İktidar bu düzlemlere varlığının bekası açısından sürekli müdahalelerde bulunur. Bu anlamda yaşama/eyleme tarzlarımız, bireysel benliğimizden kolektif benliğimize uzanan değerler dünyamız, iktidarın biçimlendirici müdahaleleri altındadır. Bedenlerimizin neyi, nerede ve nasıl yapması gerektiği birtakım kurallarca belirlenmiştir. Bu durum aynı zamanda nelerin yapılmaması gerektiğini de içermektedir: yasaklar. Yasaklarla işleyen müdahaleler tamamen iktidarın/erkin kendi rasyonalitesini eksen almaktadır. Müdahalelerin rasyonalitesi toplumsal ilişkilerin içindeki bireyselliklerin (kolektif yapılar, kitle örgütleri vb.) yerlerini/konumlarını belirlemeyi esas alır. Mekânın şekillenmesi olduğu kadar, mekân içine sıkıştırılmış öznelerin de şekillenmesi söz konudur. Mekânla kurulan ilişki özneleşme sürecinin bir parçasıdır. İktidar, uygulamaları ve prosedürleriyle bu süreci sabote eder. Toplumsallığın kendisini var edeceği alanları sınırlayarak ya da bazen büsbütün yasaklayarak, öznenin mekânla olan ilişkisini kesintiye uğratır. Özne ve mekân arasındaki mesafelerin açılması, aidiyet duygusunun zedelenmesiyle sonuçlanır. Buysa bir sonraki aşamada kolektif benliğin ve belleğin yaralanmasına neden olur.İnsan ve mekân arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde meydanların/alanların siyasal protestolar bağlamında önemli bir işlevi bulunmaktadır. Meydanlar salt bir araya gelme mekânları değildirler. İdeolojik durumların/istemlerin de yansımasıdırlar çoğu vakit. Meydanlar kentin çeşitli yönlerden gelen parçalarının bir noktada kesişmesiyle oluşur. Kentlerin merkez imgesinin taşıyıcısıdırlar. Bu nedenle iktidar protesto şeklini almış siyasal karşı hareketlerin meydanlardan uzak tutulmasına bilhassa önem atfeder. Kitlenin muhalefetini dile getireceği alanlar olarak, kentin ücra bölgelerinde kimi yerler tesis edilir. İnin cinin top oynadığı bu mekânlarda sessiz ve görünmez bir biçimde kitlenin şikâyetleri geçiştirilmeye çalışılır.Öte yandan, kitlenin bir araya gelmesini önlemek için meydanlar olabildiğince parçalanarak, küçültülür; parklar, kavşaklar eklenerek daraltılır. Bu müdahaleler tamamıyla ideolojiktir. Nasıl bir toplumsallığın yaratılması gerektiği hususunda iktidarın zihniyetini deşifre eder. Siyasal protestoların meydanlarda gerçekleştirilmesi, bu anlamda kitlelerin merkezi kısa süreliğine de olsa işgal etmeleri, o alanda yer almaları/görülmeleri anlamına gelir. İktidarı toplumsal muhalefet karşısında tavır almaya, kimi durumlarda zor yöntemlerini uygulamaya teşvik eden şey de, bu görülme hali, onun yarattığı rahatsızlıktır. Rahatsızlıkların yatışması için tek çare, yasaklar koymaktır: buraya giremezsiniz, kanun var... Toplanmayın, kendinizi göstermeyin… Toplantı ve gösteri kanunlarına aykırı davranmayın… Bizi orantısız güçle önlem almak zorunda bırakmayın. Demokrasi ve insan hakları algılayışımıza halel getirmeyin…İktidarın en önemli özelliklerinden birisi, yasaklar koymasıdır. Biat etmek, yasakların sürekliliği açısından elzemdir. Kadim öldürmeyeceksin kaidesi, toplumsallaşmış insanlığın yasaklar silsilesinde önemli bir yere ve anlama sahiptir. Öldürmemelisin değil, öldürmeyeceksin! Otoritenin sesi, tam bir katiyetle işlemektedir. Öldürmeyeceksin, söylemeyeceksin, yapmayacaksın düsturlarıyla genişleyen yasaklar kümesine, modern hayata ve iktidar ilişkilerine girişle birlikte bir başka önemli yasak daha eklendi: görülmeyeceksin!


Gaz bombaları, keskin nişancılar, telsizler, coplu ve kalkanlı polisler, kuşatılmış köşe başları, kameraman orduları… Duvarlarda ve kulaklarda yankılanan bir ses, iktidarın sesi: “Dağılın!” Bu komut, Türkiye’deki siyasal iktidarın muhtevasını ifşa eden en önemli unsurlardan birisidir. Kitleye yapılan son ikazdır. Sözün bitip, iktidarın şiddetinin açığa çıkacağı eşiktir. Kitle dağılmaz. Eşik aşılır. Panzerlerden tazyikli sular fışkırtılır. Göz yaşartıcı bombalar birbiri ardına eylemcilerin arasına düşer. “Her şey vatan için” sloganını atan polisler, coplarını yerlere vurarak, düşman üzerine yürür. Kitle zorla dağıtılır. Kadınlar ve erkekler demir kafesli polis otobüslerinin içine kurbanlık hayvanlar gibi istiflenirler. Kaldırım kenarlarında saçlarından sürüklenen kadınlar, duvar diplerinde coplananlar… Plastik kelepçelerle etkisizleştirilmiş provokatörler… Sokak aralarında tek savunma araçları kaldırımlardan söktükleri taşlar olan, henüz etkisizleştirilmemiş eylemciler… Polis tarafından tokatlanan ve oracıkta kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden öğretmenler, gazlardan etkilenen “normal vatandaşlar”… Ve durmadan kendisini duyuran o ses: Dağılın! Dağılın ama nereye? Görülmeyeceğiniz yerlere… Kamusal alanın dışına, kendi mahremlerinize… Evlerinize!Üç yıldır Taksim Meydan’ında yaşanan tablo biraz böyle. Ertesi günkü gazetelerin manşetleri dünden hazır: “Taksim savaş alanına döndü”, “Kaldırım taşlarını söktüler”, ardından kara mizah: “Polis orantısız güç kullandı.”


1977’de otuz dört kişinin hayatına mal olan Taksim Meydanı bu yılki 1 Mayıs’ta emekçilere açıldı. Yasak kaldırıldı. Aslında kaldırılmak zorunda kalındı. Uzun bir aradan sonra Türkiye emekçileri kentin merkezinde görünecekler. Üç yıldır Taksim Meydanı hususundaki ısrar neticesiyle oldu bu da. Bu ısrar “meydan fetişizmi” gibi sinik yaklaşımlarla izah edilemez. Taksim ısrarı bir fetişizm değil, emekçilerin iradelerinin ve söylemlerinin dışavurumudur. Bu yönüyle de büsbütün politik bir muhtevaya sahiptir. Bu irade dışavurumu, kitlenin “İşte Taksim İşte 1 Mayıs” sloganında cisimleşti. Taksim Meydanı hususunda iktidarla bir parça restleşme içinde olunduğu malum. Ne var ki, restleşmek de direnişlerin mayasındandır. Körlük yaratmadığı müddetçe de, politik iradeyi teyakkuz halinde tutar.Beri yandan Taksim Meydanı Türkiye solu ve emekçileri nezdinde tarihsel bir öneme sahip. Emekçiler kurşunlanarak, katledilerek meydandan uzaklaştırıldılar. Emekçilerin yıllarca Taksim Meydanı’na, ama bilhassa Taksim Meydanı’na ayak basılmasına müsaade edilmedi. Çeşitli gerekçeler öne sürüldü bunun için. Ne var ki, yasakların ve gerekçelerin ardındaki zihniyet, iktidarın emekçileri ifadenin Ranciere’deki anlamıyla “akıl ve söylem varlıkları” olarak görmemesidir. Emekçiler sürekli “taşkınlık çıkaracak”, camları ve çerçeveleri kırıp dökecek, provokasyonlara alet olacak kesimler olarak değerlendirildiler. Fakat yıllardır süren direnişleriyle emekçiler, bu algıyı büsbütün kır(a)masalar bile aşındırdılar. Bu bakımdan Türkiye solu açısından Tekel direnişinde olduğu gibi, bir kazanım olarak tasavvur edilebilecek bir gelişmedir Taksim Meydan’ının emekçilere açılması.


İstanbul Valisi Muammer Güler, yanında Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ile beraber yine ekranların karşısına çıktı. Birkaç yıldır dilinden düşürmediği “provokasyon olacak”, “kitlenin güvenliği söz konusu” gibi klişeleri bu yıl sarf etmedi. Bu klişeler iktidarın çıplak şiddetinin de meşruluk kaynağı bir bakıma. Güvenliğiniz için sizi gözaltına alıyoruz, coplarımız vatandaşlarımızı değil onların içindeki birtakım hainleri hedef almaktadır.Güler ve onun nezdinde iktidar, “sınırlı sayıda” kişinin meydana çıkmasına müsaade eden yaklaşımdan geri adım attı. Ne var ki, zihniyet aynı zihniyet. Şöyle ki, Güler’in kitleden bir talebi var: Meydana çıkılsın, Taksim Anıtı’na çelenk konulsun... Sonra da sessizce dağılın. Bu yaklaşımı Güler üç yıldır tekrarlıyor. 1 Mayıs yasağının kaldırıldığını bildiren son açıklamalarında da benzer bir mantığı devam ettirdi: “Emekçilerin kendilerine Taksim alanı bir miting alanı olarak değil, bir şenlik kutlaması olarak kanun çerçevesinde müsaade edilmiştir.” Miting değil, şenlik… Protesto değil çelenk bırakılacak bir ritüel alanı… Şikâyetlerinizi dile getirmeyin. Bizi protesto etmeyin. Bu minvalde gelecek olanlara karşı ise şu veciz ifadeyi dile getirdi Güler: “Taksim’e sadece kutlama yapacaklar gelsin.” Sınırlar çok aşikâr: şenlik yapmaya gelenler ve miting yapmaya gelenler. İki olasılık da yürürlükte olduğundan, önlem almayı elden bırakmıyorlar: “Çevik kuvvete özel eğitim verildi, takviye personel de eğitimli ve deneyimlilerden seçildi.” Taşkınlık çıkaranların vay haline! Güler’e göre, şayet “şenlik” bir mitinge dönüştürülse, “yapılan taşkınlıklar elbette emniyet tarafından karşılığını bulacaktır.” Miting ve taşkınlık algısının paralel işlemesi de ayrıca ilginç. Her miting bir taşkınlık, her taşkınlık bir miting potansiyelidir. İnsan sormadan edemiyor: Türkiye devleti kadar vatandaşını tehdit eden, akıl ve söylem varlığı olarak görmeyen bir başka devlet var mı acaba yeryüzünde?