Bir Sınav Ritüeli: KPSS

Ritüel denildiğinde akla hemen belirgin dinsel törenler gelse de ritüelin aslında her zaman dini içerimleri olmayan, dini etkinlikten fazla bir şey olduğuna ilişkin pek çok antropolojik çalışma vardır. Bu çalışmalara şöyle bir göz gezdirmek bile ritüelin hayatın pek çok alanında yeraldığı ve hayattaki pek çok etkinliğin de ritüele has bazı özellikler taşıdığı görülebilir. Bu açıdan ritüeller evlilik ve sünnet düğünleri (bekar-evli), cenaze merasimleri (canlı-ölü), nişanlanma (nişanlı-nişanlı olmayan), mezuniyet törenlerinde (öğrenci-çalışan) olduğu gibi bir kişinin toplumsal durumundaki değişikliği işaretleyebilir; hıdrellez veya nevruz gibi baharı müjdeleyen etkinliklerde görüldüğü üzere kozmik bir dönüşümün anlarını tespit edebilir; rozet takma, and içme ve benzeri törenlerde olduğu gibi ferdin bir gruba mensubiyetini tesis edebilir; yahut bayrak törenleri, Cumhuriyet Bayramları ile Gençlik ve Spor Bayramlarında yoğun şekilde hissedildiği gibi fertlerde politik aidiyet hissi yaratabilirler.Peki ama bu kadar farklı alanlardaymış gibi görünen bu etkinliklerin hangi özellikleri ortaktır ki hepsi ritüel diye adlandırılabilsin? Amerikalı bir antropolog olan Roy A. Rappaport* bir edimi ritüel kılan özelliklerinden birinin, ritüelin ona katılanlar (yani ritüeli icra edenler) tarafından kodlanmamış -belirlenmemiş- söz ve hareketlerin belirli bir ardışıklık içinde titiz bir biçimde tekrar edilmesi olduğunu söyleyerek bu soruyu oldukça iyi yanıtlamaktadır aslında. Hakikaten kim katıldığı bir ritüelde, o ritüelin söz ve hareketlerini belirleme-kodlama- şansına sahiptir ki? Bu açıdan ritüel edim ister kutsal kitaplar, atalar, tanrılar ister devlet tarafından olsun hep ritüele katılanların dışında başkalarınca kodlanmış söz ve hareketlerin belli bir ardışıklık içinde titiz bir şekilde tekrar edilmesi ile diğer edimlerden ayrılmaktadır. Çünkü ritüeldeki söz ve hareketlere dair bir ihlal hainlik, kafirlik, heretiklik, sapkınlık, delilik veya en hafif ihtimalle beceriksizlik ve yetersizlik ile damgalanabilmektedir. Mesela bir bayrak töreninde heyecandan İstiklal Marşını yanlış okuyan bir öğrencinin karşılaşacağı tepkileri düşünmek bile ritüelin bu özelliğini anlamak için yeterlidir. Bu yüzden her ritüel, başkalarınca belirlenenin icrası olduğundan içinde iktidar barındırmaktadır. Çünkü çoğu örnekte ritüele katılmama şansı olan fert, rızasıyla ritüele katılmakta ve kendisine dayatılanı icra ederek onu kabullenmekte veya en azından diğer fertler nezdinde katılımcının kabullenişi ritüel ile tescil edilmektedir. Burada ritüel bir şeye inanmaktan öte onu kabullenmek anlamına gelebilmektedir; inanç daha çok içsel bir mesele iken ritüel edim tam da topluluk ile birlikte ve onun önünde sergilenen bir dışsallık olduğundan ritüeldeki unsurların rıza ile benimsendiğini göstermekte ve bu nedenle iktidarın meşruluğunu yeniden üretmektedir. Ritüel bu noktada katılımcıların itaatini garantilememekte ancak bazı değerleri kutsayarak o değerleri toplumsal düzenin değerlendirilmesinde sosyal bir ölçüt haline getirmektedir. Mesela evlilik ilişkisinin düğün ile gerçekleşmesinde, genç çiftin düğünün birlikte yaşamak için gerekli olduğuna inanması ve buna itaat etmesi evlilik ritüeli ile garantilenmemekte, ancak bu ritüel yalnızca evlenmeden birlikte yaşayan çiftlerin değerlendirilmesinde ahlaki bir ölçek yaratarak ve bu ilişkide ne kadar sadakat olursa olsun bu ilişkinin ahlaksızlık olarak yaftalanmasında iş görmektedir. Bu da ritüelin iktidar ile olan içli dışlı doğasını göstermektedir. Rappaport’un ritüele dair bu tespitleri, “modern dönemlerin vazgeçilmez işaretleyicileri olan sınavlar” bağlamında düşünüldüğündeyse oldukça ilginç sonuçlara varmak olası görünmektedir

2001 yılından bu yana her yıl yaz aylarında binlerce hatta milyonlarca insanın katılımı ile gerçekleştirilen KPSS’yi (kamu personeli seçme sınavı) acaba bir ritüel olarak değerlendirmek mümkün müdür? Bu soruyu yanıtlamadan önce ritüel form kavramını açımlamak, KPSS deneyiminin hangi açılardan bir ritüel edimi andırdığını temellendirmek açısından zorunlu görünmektedir. Ritüeller çok farklı aşkın unsurların aktarılabildiği ve çok farklı içkin pratiklerin kesişebildiği uzamlardır; mesela bir erginlik ritüelinin tanrıya yakarışlar ile başlayarak aşkın referanslara gönderimler içermesinin yanında; aynı zamanda kişinin yetişkinliğini işaretlemesi ve onu yetişkinliğe ait yeni sorumluluk ve haklar ile donatması gibi içkin unsurlar da taşıması sözkonusudur. Buradaki deneyimi, ritüel kılan aşkın referanslar ile içkin gönderimlerin birlikte yeraldığı ritüel formdur. Ritüel belirli bir özün aktarıldığı sembolik araçlardan birisi olmanın ötesinde biçimsel özellikleri üzerinde durulması gereken bir fenomendir. Rappaport’un da belirttiği üzere ritüel form bazı karakteristikleri ile diğer edimlerden ayrılmaktadır:

-Ritüel icra edenlerden başkalarınca kodlanmıştır

-Ritüeldeki davranış tekrarlamalı ve titiz bir biçimsel belirlenmişlik altında sergilenebilmektedir

-Ritüelde az ya da çok sabit olan unsurlar vardır

-Ritüel icrai bir karaktere sahiptir

-Ritüel psiko-fiziksel bir etki yaratmaktadır

-Rappaport’un bu tespitlerine ilaveten ritüel edime ait şu özellik de belirtilmelidir; ritüeller ritüelin öncesi, ritüel anı ve ritüel sonrasını belirli düzeylerde kurabilen zaman düzenleyicileri olarak da çalışan edimsellik biçimleridir. Her ritüel, öncesinde belirli bir hazırlık aşaması gerektirir, ritüel an ise sıradan zaman ile arasına kalın bir sınır çeker ve ritüel sonrasında toplumsal düzende bir dizi değişiklik yaratma potansiyeline sahiptir.

Eğer KPSS’yi ritüel ile kıyaslarken KPSS deneyiminin, mesela bir dinsel törendeki gibi aşkın unsurları içermeyen son derece içkin yani iş bulmak için soruları yanıtlamak gibi maddi pratiklere ilişkin bir edimsellik olduğundan hareketle ritüel ile alakasız olduğu düşünülürse korkunç bir hataya düşülmesi muhtemeldir. Burada öncelikle odaklanılması gereken husus KPSS deneyiminin biçimsel özellikleridir. Her yıl periyodik olarak tertip edilen bu etkinliğin bazı özellikleri, onun bir ritüel olduğunu ya da ritüele has bazı karakteristikleri hatırı sayılır ölçüde ödünçlediğini düşünmemizi gerektirecek ciddi ipuçları sunmaktadır:

- Tüm ritüellerde olduğu gibi bu etkinlik de ritüel öncesi yapılması gereken bazı hazırlıkları ve belirli düzeyde bir konsantrasyonu gerektirir; katılımcılar ciddi bir hazırlık sürecinden geçtikten sonra KPSS’ye girmekte, hayatlarını sınava hazırlık adı altında uzun ve meşakkatli bir çalışma ile örgütlemektedirler.

-KPSS deneyiminin yaşandığı an da, ritüel an gibi sıradan zaman ile arasına oldukça kalın bir sınır çekmektedir. Katılımcıların sınav anındaki heyecan, korku, panik, telaş içinde hissetmeleri veya en iyi ihtimalle yüksek düzeydeki konsantrasyonları deneyim anının sıradan zamanlardan ayrıldığının göstergesidir. Ayrıca bu, KPSS deneyiminin icracıları üzerinde yarattığı psiko-fiziksel etkinin de göstergesi sayılmalıdır.

-KPSS deneyiminde de başkaları tarafından kodlanmış hareketler belli bir ardışıklık içinde tekrar edilmektedir. Burada soruların yanıtlarının neredeyse hayati bir titizlikle cevap anahtarına peşpeşe geçiriliyor olmasındaki ritmik tekrarlama, ritüel edimin ritmikliğini anımsatmaktadır. Ayrıca bu edimin tek taraflı doğası yani katılımcıya biçtiği pasif icracı rolü de ritüel edimselliği çağrıştırmaktadır. Öte yandan soruları okuma-yanıtlama-titizce cevap anahtarına geçirme şeklindeki bu hareket dizisinin binlerce kişi tarafından aynı anda icra edilişi, deneyimin katılımcılar üzerinden varolan icrai özelliğini ortaya koymaktadır. Tüm bunlara ilaveten deneyimin sınav anında gözetmenlerce denetlenen katı bir biçimselliği de vardır. Mesela sınav kağıdının arka yüzündeki “sınavda uyulacak kurallar” başlıklı listenin altıncı maddesi şöyledir : “Adaylar, görevlilerin her türlü uyarılarına uymak zorundadır. Görevliler, gerektiğinde oturduğunuz yerleri de değiştirebilir. Sınavınızın geçerli sayılması, her şeyden önce sınav kurallarına uymanıza bağlıdır. Kurallara aykırı davranışta bulunanların ve yapılacak uyarılara uymayanların kimlikleri tutanağa yazılacak ve sınavları geçersiz sayılacaktır”

Tüm bu özellikleri dikkate alındığında KPSS deneyiminin ritüel bir forma sahip olduğunu düşündürecek özelliklere sahip olduğunu iddia etmek mümkün görünmektedir. KPSS deneyiminin bir ritüel olduğuna yönelik iddiaya itiraz etmenin pek çok makul dayanağa yaslanması olası görünse de unutulmaması gereken husus, çoğu ritüelin icra edildiği topluluk nezdinde ritüel olarak kabul edilmemesidir. Ancak deneyimin sahip olduğu ve yukarıda serimlenmeye çalışılan özellikleri, KPSS’nin ritüel olarak değerlendirilebilmesinin olanaklarına işaret etmektedir. Deneyimi ritüel olarak adlandırabilmenin olanaklarına işaret eden bu biçimsel özellikleri yanında, üzerinde durulması gereken bir diğer husus da KPSS ritüelinin içerdiği aşkın unsurlar veya bu deneyim ile aşkınlaştırılan unsurlardır. Tam da bu noktada sınavın rıza üretme potansiyeli üzerinde durulması gerekmektedir. Her yıl binlerce insan sınav sisteminin mantıksızlığına inanarak (inanç meselesinden bahsedilmişti), başkaları tarafından kodlanmış bazı hareketleri belli bir ardışıklık içinde yaklaşık üçer saatlik periyodlar halinde icra etmektedir. Dahası, tüm katılımcılar rızaları ile bu etkinlikte yeralmaktadırlar. Hepsinin beklentisi aynı olsa da maalesef bir kısmı için bu etkinlik toplumsal durumlarındaki önemli bir değişikliği (işsizlikten çalışan olmaya geçiş) işaretlemektedir. Bu etkinlikte de katılımcı ritüel edimi kendisinden istendiği gibi icra edemezse beceriksizlik veya en hafif ihtimalle yetersizlik ile yaftalanmaktadır. Öte yandan KPSS bu hususta katılımcılarında çok önemli bir kabulleniş de yaratmaktadır. Öyle ki Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) verilerine göre sadece sınavda başarısız olduğu için atanamayıp intihar eden öğretmen sayısı ondörde ulaşmıştır. Burada intihar vakalarının bireyselliğinden hareketle KPSS deneyiminin katılımcılarda yarattığı kabullenişe ilişkin argümana itiraz etmek, sosyal bilimlerde (Durkheim’in intihar çalışması düşünüldüğünde) en hafif deyimle çocukça olacaktır. Tüm bu özellikleri düşünüldüğünde KPSS’nin bir ritüel veya ritüele ait pek çok özelliği ödünçleyen bir etkinlik olabileceğini düşünmek mümkün görünmektedir. Bu haliyle de diğer pek çok ulusal nitelikteki ritüel arasında, katılımın belki de en yoğun olduğu ritüel olması hasebiyle üzerinde biraz düşünülmeyi hak etmektedir.

Peki ama KPSS bir ritüel olarak kabul edilecek olursa bu ritüelin ne gibi bir toplumsal işlevi olduğunu söylemek mümkündür? KPSS ritüelinin temel toplumsal işlevinin, belirli pozisyonlara aday birçok fert arasından liyakat esasına dayalı bir seçim yapılmasını mümkün kıldığına yönelik oldukça üst perdeden gelen bir söylemin ritüeller konusunda şüpheci bir kişiyi ikna etmeyeceği açıktır. KPSS ritüeli daha çok çarpık bir eğitim sisteminin ürettiği fertlerin yine çarpık bir eleme sistemi ile elendiği, dahası bazılarının elenmesi yani işsiz kalması gerektiği efsanesinin üretilmesi ve sınava katılan fertler nezdinde aksine inansalar da sessizce kabullenilişinin sağlanmasında; toplumsal düzenin aksaklıklarını, istihdam politikalarının yetersizliğini sınavda başarısız olanların yetersizliği ile yaftalanması hususunda işlev gören bir ritüeli andırmaktadır. Böylelikle dünyanın en fazla genç işsiz nüfusuna sahip ülkelerinden birinde, fertler kendilerinin neden işsiz oldukları sorusuna dair farklı bir cevaba inansalar da KPSS ritüeline katılım ile rekabet efsanesini kabullenirken, sınav sistemini ve meşruiyetini yeniden üretmektedirler. Çoktan seçmeli sınav sisteminin insan yetiştirme konusunda yetersiz ve dahası gereksizliğine inanan ancak KPSS ritüeline katılan milyonlarca kişi, bu sınav ile işsizliklerine çare ararken işsizlik çaresizliğinin süreğenliğini yetersiz olarak olarak yaftalanmayı göze alarak ama çalışan olarak işaretlenmeyi umarak yeniden üretmektedirler. Yine KPSS ritüeli ile fertler işsizlik gibi toplumsal bir meselenin çözümünü, bireyler arası rekabet esasına göre tertip edilmiş bir etkinliğin suskun kabullenicileri (pasif icracıları) olarak çözmek zorunda bırakılmaktadırlar. Sonuç itibariyle KPSS ritüeli, diğer ritüellerde de olduğu gibi itaati ve inancı garantilemese de işsizlik hususundaki çözümsüzlüğün bir çözüm gibi dayatılması ve dahası sorunun tüm muhatapları nezdinde kabullenilişinin ve dolayısıyla toplumsal düzenin aksaklıklarının meşruiyetinin sağlanmasında, beceriksiz iktidarların istihdam konusundaki beceriksizliklerinin ritüele katılıp da yetersiz bulunanlara yansıtılması hususunda, ve ilginçtir tüm bu toplumsal aksaklıkların içkin olduğu bir düzenin bizatihi kendisi de bir aksaklık olan sınav efsanesi ile sürdürülmesinde işlev gören bir ritüeli andırmaktadır.


* Çalışmada ritüele ilişkin teorik bir çerçevenin oluşturulmasında Roy A. Rappaport’un Ritual and Religion in The Making of Humanity adlı çalışmasından ve özellikle bu eserin “ritual form” (s.23-58) başlıklı kısmından faydalanılmıştır.