1980’li yıllardan itibaren ivme kazanan neoliberal politikalar sonucu işgücü piyasasının her geçen gün daha kırılgan ve güvencesiz hale geldiği bir dönem yaşıyoruz. Bu dönüşümün getirdiği en mühim sonuçlardan biri ülkedeki insanların büyük bir kısmının sosyal yardımlara bağımlı hale gelmiş olması. Denizcan Kutlu’nun derlediği kitapta işte bu can alıcı sorun oldukça farklı açılardan ve derinlemesine irdeleniyor. Kitaptaki dokuz makalenin her biri sosyal yardım alanyazınına kendi perspektifinden oldukça önemli katkılarda bulunuyor. Çalışmaların temelinde geniş bir saha çalışması var. Kitabın ikinci bölümü tamamen bu saha çalışmasına ayrılıyor ve burada söz Ankara’nın yoksullarına veriliyor. Çünkü Denizcan Kutlu’nun da belirttiği gibi sorunun derinliğini görmemizi sağlayan en önemli unsur bu insanların bilgelikleri: “Nazım’ın köylüler için yazdığı ‘Topraktan öğrenip kitapsız bilendir’ dizesini, kent yoksulları için, ‘hayattan öğrenip kitapsız bilendir’ olarak yeniden düşünmekte bir sakınca olmasa gerek...” (s. 14)
Derleme, alandaki çalışmaların daha çok kurumsal yapıya odaklanması ve sosyal yardım alanları ihmal etmesinden yola çıkarak, bu eksikliği giderme ve alanda farklı bir konuma yerleşme amacı taşıyor.
Kitabın bir bakıma Denizcan Kutlu ve diğer yazarların toplumsal duyarlılıklarının bir ürünü olduğu da söylenebilir. Şöyle diyor Denizcan Kutlu kitabın “Ön Not: Paylaşım ve Özür” kısmında: “Kimi görüşmelerde yardım alanlar, anlattılarını kime dinletebiliyorsan dinlet, diyorlardı. Bunu kamuya ve topluma dönük bir tür seslenme isteği olarak yorumladım” (s. 14).
Çalışma yaşamı ve yoksulluk görüşmelerin sunulduğu bölümün ana eksenleri. Bu yönüyle ve sosyal yardım alanların sözcülüğünü üstlenmesiyle eleştirel sosyal bilim geleneğine yapılan önemli bir katkı.
Sosyal Yardım Deneyimi Üzerine Gözlemler
Denizcan Kutlu, kitabın “Türkiye’de Yoksulların Sosyal Yardım Deneyimi Üzerine Gözlemler” isimli ilk makalesinde, Metin Özuğurlu’nun, sosyal politika, toplumsal yapı ve ilişkiler arasındaki bağa ait tespitine dayanarak, günümüz Türkiye’sinde sosyal yardımlar üzerinden toplumu okuyabileceğimizi belirtiyor. Özuğurlu’nun son derece yerinde olan tespiti ise şu: “Toplumun maddi yaşam koşullarının hangi politika setleriyle iyileştirildiği, o toplumun ve kamusal yaşam alanlarının hangi ilkeler çerçevesinde örgütlendiği ile yakından ilişkilidir” (s. 22). Buna göre, sosyal yardımlar devlet için sadece üretim ilişkileri ve koşullarını değil, aynı zamanda tüketim alışkanlıklarını, miktarını ve dağılımını da kontrol altına alma aracı. Öte yandan, Kutlu’nun bu manzarayı içine yerleştirdiği tarihsel çerçeveye başvurarak, sosyal yardımların bugün devletin önemli, hatta yazarın deyimiyle “başat” bir sosyal politika kalemi olmasının tesadüf olmadığını, bunun 1970’li yıllarla birlikte ortaya çıkan küresel kapitalist evrenin getirdiği güvencesiz çalışma koşulllarının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Küresel kapitalizmin, Zygmunt Bauman’ı hatırlatan bir deyimle, işçi-işsiz ayrımı yapmaksızın hepimizin altındaki zemini kayganlaştırdığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Böyle bir ortamda, sosyal yardımların yoksul kesimlerin hayatının asli bir parçası haline gelmesine, bir “geçim ve baş etme stratejisi”ne (s. 28) dönüşmesine şaşmamak gerek.
Denizcan Kutlu’nun yaptığı bu nitel araştırma oldukça etkileyici ve temsil kapasitesi yüksek bir çalışma zira Ankara’nın Keçiören, Altındağ gibi çeşitli mahallelerinde yaşayan elli dört sosyal yardım alan kişiyle yapılan derinlemesine görüşmelerin yanı sıra, kırk adet de hane incelemesine dayanıyor. Bu saha çalışmasının bir diğer ayırt edici özelliği ise, görüşülen tüm bu kişileri birer araştırma nesnesinden araştırma öznelerine dönüştürme iddiası taşıyor olması.
Derlemedeki makalelerin tümü, sosyal yardımları sınıf, istihdam, toplumsal cinsiyet, göç gibi kavramlar üzerinden çözümleyerek ülkenin siyasi yapısına dair ufuk açıcı bilgiler edinmemizi ve fikir üretmemizi sağlıyor. Üstelik bunu, kendi içinde tartışmacı bir yapı kurarak yapıyor. Örneğin, Özge Sinem Ateş yazısında sosyal yardım olgusunun kadınlarda özsaygı yitimine neden olduğunu iddia ederken, Emirali Karadoğan tam tersini savunuyor. Bu tartışmacı yapı eserin zihin açıcı etkisini perçinliyor.
Kapitalizmin Yoksulluğu
Denizcan Kutlu’nun sosyal yardım alanlarla yaptığı görüşmelerden fazlaca yararlanan Serdal Bahçe ve Ahmet Haşim Köse’nin “Kapitalizmin Yoksulluğu: Vatandaş ya da Toplumsal Sınıf Olarak Yoksullar?” isimli çalışması, Hegelci köle-efendi diyalektiğinden ve Marksist “kendinde sınıf-kendi için sınıf” dikotomisinden yola çıkarak bir “kendinde yoksul-kendi için yoksul” kavramı (s. 42) ortaya koyuyor. Ancak bu kavramın “kendi için yoksul” tarafı “kendi için sınıf”ın önünü kesen bir ket olarak belirlenerek yeniden Marksist dikotomiye bağlanıyor. Bu durumu ortaya koymak adına, Bahçe ve Köse Denizcan Kutlu’nun mülakatlarında ortaya çıkan cevapların özsel ortaklığına işaret ediyorlar. Sosyal yardım alan tüm bu kişiler farkında olmasalar da, aynı sınıfsal yapının içindeler.
Çalışma Yoklaması
Recep Kapar ise, “Türkiye’de Sosyal Yardım Sisteminde Çalışma Yoklaması” başlıklı makalesinde dikkatimizi sosyal yardım sistemi içinde merkezî bir role sahip olan çalışma yoklaması (work test) uygulamasına, sosyal yardım alanların işgücü piyasasındaki statülerini belirleyen uygulamaya çekiyor. Aslında bu uygulamanın sosyal yardım alan kesimlere duyulan bir önyargıdan beslendiğini görüyoruz: Çalışma yoklamasının uygulayıcılarına göre bu kesimden insanlar ya tembeller ya da yardımları suiistimal ediyorlar. Ken Loach’un I, Daniel Blake (Ben, Daniel Blake) filmini seyretmiş olanlar ve devletin, filmin kahramanı kalp rahatsızlığı olan Daniel Blake’ten sosyal yardım alması için ne kadar çok şey beklediğini ve onu nasıl değersiz hissettirdiğini hatırlayanlar, bu peşin hükmün sosyal yardımın alıcıları üzerinde nasıl bir psikolojik tahribat ve hatta kimi zaman da fiziksel (Daniel Blake’in hasta kalbi bir yerden sonra baskıya dayanamamıştır) yaratabileceğini görmüşlerdir.
Güvencesizlik Döngüsü
Elif Hacısalihoğlu ise, “Güvencesizlik Döngüsünde Vazgeçil(e)meyen Güvence Arayışı: Çalışma, Geçim ve Sosyal Yardım Bağı” isimli çalışmasında, Recep Kapar gibi, sosyal yardım alanların tembelleştikleri, “yardım bağımlısı” oldukları yolundaki yaygın eleştiriden yola çıkıp bu eleştiriyi yapanların gözlerinden kaçan bir unsura odaklanıyor: sosyal yardım ile güvencesizlik arasındaki ilişki.
Hacısalihoğlu, “Bu çalışmada güvencesizlik, kapitalist üretim koşullarına içkin, işçi sınıfı ve sermaye sınıfı arasındaki ilişkide kurulan, ilişkideki tabiiyeti niteleyen, üretim noktasından başlayarak, yaşamın tümünü kapsayan bir deneyim olarak görülmektedir” diyor ve Bahçe ve Köse’ye benzer şekilde, sosyal yardımı geniş bir çerçeve içinden görebilmemizi sağlıyor. Bu çerçevenin çizilmesinin tek yolu, yardım alan kişilerin geçim süreçlerini içeren, onların sosyal yardım olgusuyla etkileşimlerini ve tabiri caizse verdikleri sınavı odağına alan bir tahlildir. Hacısalihoğlu da bu amaçla süreci yardım alanların gözünden görmeye çalışıyor. Yazarın derlemeye yaptığı bir başka önemli katkı ise sosyal yardım, çalışma yaşamı ve güvencesizlik arasındaki bağlara toplumsal cinsiyet ilişkilerini de dahil ederek sosyal yardım alan kadınların iki kat kırılgan hale geldiklerini ortaya koyması.
İslâmcı Refah Rejimi ve Siyaset
Utku Balaban’ın “İslamcı Refah Rejimi ve Siyaset: Yeni Korporatizmin Bölgesel Oy Dağılımına Etkileri” başlıklı makalesi ise sosyal yardım sisteminde 2010 yılından itibaren gerçekleşen dönüşümlerin bu yardımların bölgesel bölüşümüne ilişkin sonuçlarına eğiliyor. Yazara göre iktidarın 2010’lu yıllardan itibaren kurduğu İslâmcı ögeler içeren refah rejimini biçimleyen üç etmen var: “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın sosyal politika alanında merkezileşen konumu, bölgesel tahsisatı sistematikleştirme çabaları ve aktarım programlarının hem uygulamanın geneli hem de faydalanıcıya sunum açısından nispeten süreklilik kazanmaya başlaması” (s. 129). Geniş çaplı olan, grafik ve tablolarla desteklenen araştırmanın ortaya koyduğu en çarpıcı sonuçlardan birine göre, sosyal yardım ile oy dağılımı arasında pozitif bir korelasyon olduğuna yönelik kanıya şüpheyle yaklaşmamız gerekiyor.
Sosyal Yardım ve Toplumsal Cinsiyet
Özge Sanem Özateş Gelmez ise, “Sosyal Yardımların Toplumsal Cinsiyetli Doğası: Cinsiyetçi İşbölümünün Yeniden Üretimi” isimli çalışmasında, “Cinsiyetçi işbölümü normlarının sosyal politika üretme süreçlerine eklemlendiği, yalnızca en zor koşullardaki kişilerin temel ihtiyaçlarının bir bölümünün karşılanmasının hedeflendiği ve böylece geleneksel toplumsal cinsiyet ilişkileri ile mevcut sınıf ilişkilerinin korunduğu rejimlerde sunulan yardımların, herkes için hak olarak tanındığından ve cinsiyetçi işbölümünü sönümlenmesinden söz edilemez” (s. 194) diyor ve derlemeye toplumsal yapının içkin bir unsuru olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği olgusu temelli bir analizi dâhil ediyor. Ankara’nın farklı ilçelerinde yaşayan altmış yedi kadınla derinlemesine görüşmeler yapan yazara göre, eşitlik temelinde bir sosyal yardım sistemini yaratmanın tek yolu sosyal yardımı ailenin reisi olarak kabul edilen erkeğin gelirinin yetersiz kaldığı durumlarda işleme sokan anlayışın terk edilmesi, kadınların da erkeklerle eşit hak sahipleri statüsünü kazanmalarıdır. Yazar bu sonuca, yalnızca teorik tartışma değil, aynı zamanda sosyal yardımlara kadınlar tarafından atfedilen anlam yoluyla da varıyor. Bu metodolojik unsur, araştırmaların en önemli hedeflerinden birine hizmet ediyor: Sosyal yardım alan kişileri “araştırma nesnesi” konumundan “araştırma öznesi” konumuna getirmek.
Bu kitap, sadece sosyal yardım alan yazını ile ilgilenenler için değil, toplumun tüm bireyleri için emek, geçim, siyaset, toplumsal cinsiyet gibi birçok konuda bütünlükçü bir anlayış, sorgulayıcı bir bakış kazandıracak güçte. “Hayattan öğrenip kitapsız bilenler”in hikâyeleri hem vicdanımıza hem de sorgulayıcı zekâmıza hitap ediyor. Ne diyelim, umalım ki bu özenli çalışma sosyal yardım alanların kamuya ulaşan sesi olsun ve bizleri “Güneşin Sofrası”na hep birlikte oturacağımız güne bir adım daha yaklaştırsın.
*Başlıktaki “Yoksul Şafaklara Uyananlar” ifadesi, kitapta yer alan İlhan Geçer’in “Bir Şehrin Hikâyesi” adlı şiirinden alıntılanmıştır.