Meral Akşener’in seçim şarkısında kendisinin dış görünüşüne güzelleme yapılır: “Gözleri yıldız gibi, kaşları hilâl.” Diğer yandan yıllardır her seçime kendisini seçmek (ya da seçmemek) üzere dahil olduğumuz rakibi, uzun boyuyla karşımızda dikilir, diklenir. Bir hazırcevaplık sergileyen Muharrem İnce, “lafı gediğine oturtma” konusunda bir çaba içinde görünür. O da bir gösterinin, gösterişin parçası kuşkusuz. Bir de kapatıldığı yerde ses edemeyen, görünmeyeni var.
Gösteri Toplumu’nun varlığı uzun zamandır herkesçe malum olsa da, bu gösterinin gündelik siyasetin parçası olduğu sıklıkla unutuluyor gibi. Kanaatler bir yana, imajların çarpıştığı bir sahnede, gerçekten kimin planı ne, bu memleketle kim ne yapmak istiyor gibi bir sorudan kurtulmuş halde, biraz da uzaktan bakınca hoşumuza giden adayla ilgili bir algı yönetimi içerisinde etrafımızı anlıyor ve anlatıyoruz.
Oysa hakikatli gündelik siyasete kaydolan bir adayın, muhtemelen nasıl bir plana sahip olduğu, içerisinde yer aldığı teşkilatın, temsil ettiği ideoloji, çıkar veya sınıfın niteliği konusunda bazı sorulara yönelik cevapları vardır. Artık sıklıkla telaffuz edilen hakikat-sonrası sahnede, bu hakikatin duyumu ve ifadesinin yerini kanaatlere bırakmasıyla, sorular ve cevaplar arasındaki nedensel bağlar kaybolur; sonuçlar ve nedenler birbirine dolanır, biri diğerini yaratır, yok eder. Kanaatler ve imajlar etrafında şekil bulan seçimlerde, kemikleşmiş oylar dalgalanır. Büyük hakikat parçaları, örneğin sağcılık, solculuk, muhafazakârlık, sınıf bilinci gibi çok büyük oldukları için görünmez olan hakikat biçimleri yerlerini, kısa zaman aralıklarıyla yakalanıp kurtulduğumuz söylemlere, kanaatlere, yaşam biçimlerine bırakır. Kanaat, söylemler ve imajlar altında, dışarıdan bakınca farklı görünen adaylardan birisini seçmek gibi bir hürriyete sahip oluruz ya da kemikleşmiş oyumuza nedensizce sahip çıkarız. Biraz da ırsi nitelikteki bu kemik oyu niye savunduğumuzu çoğumuz unuturuz; neden Fenerbahçeli olduğumuzu bilmememiz gibi.
Böyle icra ettiğimiz seçimlerde, adayın arkasında herhangi bir toplumsal sınıf, iktisadi fikir veya çıkar yokmuş gibi, en önde teşkilatından ayrı poz veren bazı adayları seçeriz (ya da seçmeyiz). Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü’nün son metrelerini, arkasındaki insan karartısıyla, kitleyle, teşkilatla farkı anlaşılsın diye yalnız başına yürür. Kalabalık, hayran olunacak mizaca, çizgilere sahip lideri, kendisiyle karışmasın diye biraz geriden takip eder. Adaylar, bilboardlarda bu yüzden yalnız başına poz verirler.
Hakikatlerden, kanaatlere ve oradan imajlara doğru yol aldıkça, hakikat-sonrasının son alameti, fikirlerden kurtulmuş bazı imajlar olur. Sözde hakikatli siyasetin ideolojisi, kanaatlere, söylemlere yerini terk ettikten sonra, şimdi sadece bir lider adayının resminde ifadesine kavuşur. Zamanında bir toplumsal, ekonomik sınıfa atfen yürütülen siyaset, sadece bir kişiye gönderme yapmaktan ibaret olur; Karakteri nasıl? Nasıl görünüyor? Nasıl konuşuyor? Kadın bile olsa gerçek bir erkek gibi poz veriyor mu? Hakikatin yerini, çok uzun zamandır retorik, kanaat almış olsa da, yakın zamanlarda bir şahsın resmi tüm bu hakikati tek başına sırtlanır. Kitle, fikir yürütmekte o kadar mecalsizdir ki, hazır resimler üzerinden, kalıp sözler, sataşmalar, “çemkirmeler” marifetiyle kendisiyle iletişim kurulur. Bu ilişki, yüzeysel, bedensel ve fikirden kurtulmuş olduğundan, cinsel nitelikte bile değil, pornografiktir.
Bu sahnede hakikat o ölçüde mecalsiz düşer ki, suç işlediği türlü şekillerde tespit edilmiş olsa da, herhangi bir adayın yaptıkları kendi taraftarlarına inandırıcı gelmeyebilir. Kayıtların sahiciliğini ısrarla vurgulayanlar ise tam tersine diğer tarafın kanaatini güçlendirirler. Güç ilişkilerinin, kanaatlerin yapıştığı çıkarlar hakikati öylesine kuşatır ki, içeriye dışarıdan bir aydınlık giremez. Aşırı bilginin, gerçek-zamanlı iletişim biçimleri ortasında, içeriden aydınlık kanaat odakları arasında hakikat denilen daha da erişilmez olur.
Kadim bir ayrıma başvurursak, herkesin kendi iç aydınlığını, yerel bilgisi taşıyan lumen naturale türünden ışıklanmalar, kişiden, cemiyetten, hatta yeryüzünden bağımsız büyük aydınlıktan, Lux’ten bağımsız var olur. Yerel ışıklar öyle göz alıcı haller alır, yeterli görünür, kanaatler ve son olarak imajlar öylesine bir direnç yaratır ki, hakikatin ışığı Lux içeri giremez artık.
Kırşehir’deki çocukluk yıllarından biliyorum, henüz elektrik gelmemiş köyde, lüx denilen ve gaz lambasının lümen naturale’siyle karşılaştırmanın mümkün olmadığı bir yoğunlukta aydınlık yayan lambalar vardı. Elektrikli ampuller daha gelmeden, demokrasi-öncesi ışıklardı bunlar. Dışarıdan bakan için, bu şekilde aydınlanmış evlerin aynı zamanda en varlıklı evler olduğu hemen anlaşılırdı. Gaz lambaları altında ve hatta karanlıktaki evler, Lux’un yayıldığı haneye tabi olurlardı çoğunlukla. Köylü, bu ışıklı ev etrafında toplanırdı. Radyoyu, televizyonu da ilk o evde izlerlerdi; hangi partiye oy verecekleri orada karara bağlanırdı. Ama zamanla elektrikli ışıklanma altında bu sıradüzen kaybolur. Eşit şekilde aydınlanmış her evin kendi aydınlığı, kozmolojisi, kendine özgü seçimleri, kanaatleri ortaya çıkar.
Ekonomik veya despotik sermayeye sahip olanların yanında aynı köylerde, kültürel sermaye sahipleri, kitap okuyan, güzel cümleler kuranlara da kulak verilir, daha karanlık haneler, onların fikirlerinden yayılan Lux’u içeri alırlardı. Köylüler, Tanrı’nın varlığıyla ilgili mülahazalar hariç, sözgelimi bir Marksistin söylediklerini rahatlıkla dinler ve etkilenirlerdi.
Seçimler yaklaşırken adaylar, yakın zamanlı bir değişimle baş etmeye çalışıyorlar. İçine kapanmış, bilgiye, hakikate, dışarıdaki aydınlığa bağışık kapalı zihinleri aralamaya çalışıyorlar. Bunun tek yolu düşünmek, akıl yürütmek gibi yüklemleri aradan çıkaran imajlar yaymak şeklinde gerçekleşiyor; yüksek sesle konuşmak, sataşmak, hazırcevaplık sergilemek, efkârı yerine endamını göstermek gibi. Duyuları kapanmış, hakikatin büyük ışığına ya da başka yerel ışıklara olsun, farklı ışıklara, seslere dirençli, ezberden konuşan, kalıp ifadelere başvuran bir kalabalık için duyulur olmaya çalışıyorlar. Ama hakikat ve hatta kanaatler, imajlarla yer değiştirdikçe, artık herhangi bir ışıklanma, seslenme rejiminin diğerleri nazarında daha haklı, sahici olma olasılığı yok oluyor.