Bir gün Elaine Dundy Dr. Garipaşk’ın setinde yardımcı yapımcı Victor Lyndon’a şu soruyu yöneltir: “Çalıştığınız yönetmenler arasında sizce hangisi en iyi general olurdu?” Lyndon bir an düşünür ve “Bob Aldrich,” der. “Kubrick” cevabını bekleyen Dundy hayal kırıklığına uğrar. Sonra şöyle bir soru sorar: “Peki, Kubrick? Ona hangi rütbeyi verirsiniz?” Lyndon gülümser ve hiç düşünmeden “Mareşal,” cevabını verir.[1]
Bu anekdot duyguların karanlık dehlizlerinde dolaşıp dolaşıp insanlığın haletine ayna tutan çıkarımlar kotaran, insanlığın ahlâki değerlerini, bilincini sorgulayan, her filminde kendini tekrardan titizlikle kaçınan, sinemada yeni anlatım ufuklarının perdesini aralayan Kubrick’in sinema tarihindeki ayrıksı ve belirleyici konumuna ilişkin bize aydınlatıcı bir fikir veriyor.
Kubrick 2001: Bir Uzay Yolculuğu filmiyle bilimkurgu türüne sinema tarihi açısından bir başlangıç mahiyetinde yeni bir ruh vermiş, öyle ki Tarkovski’nin Solaris’i dahi onun bu türdeki sarih izini gölgeleyememiş, daha sonraki filmlerinde de bu çığır açan konumunu devam ettirmiştir. Kubrick sineması şöyle yorumlanmaya elverişli görünüyor bana: Kubrick filmlerinde diğer sanat türlerinden tevarüs edilen dili değil, sinemanın kendine has dilinin izini sürmüş ve 2001’le beraber sonraki her filminde de bu dilin “anlatım” kapılarını aralamıştır. Fakat buna rağmen onun filmleri aslında aynı sinema diline bağlıdır: “Çağdaşlarınız arasında kendinizi kiminle özdeşleştiriyorsunuz?” sorusuna, “Hiç kimseyle. Ben yalnızım,” diyen Kubrick’in sinema diline.[2]
“Film yapma konusunda ilgimi çeken orijinal fikrin bende yarattığı etkidir,” diyor Kubrick.[3] Bu sözü, aynı zamanda onun sanattaki izleğinin özetidir. Kubrick için filmin sözel boyutu başat bir nitelik taşımaz (o, sinemayı görsel bir sanat olarak öne çıkarmayı tercih etmiştir; sözgelimi 2001’i bu düşünceyle çeker). Bu yüzden edebî yapıtlardan uyarlama yapmaktan geri durmamış, asıl amacı olan “orijinal fikri” aramıştır. Lakin bu uyarlamaları yaparken çoğu kez metnin içeriğini kendi isteği doğrultusunda yontmuştur. Bu anlamda örnek olarak Rüya Roman’dan uyarladığı son filmi Gözleri Tamamen Kapalı’yı zikretmek gerekir. Thorsten Botz Bornstein’in Filmler ve Rüyalar adlı kitabındaki tahlil eşliğinde Kubrick’in Schnitzler’in Rüya Roman’ını büyük ölçüde değiştirdiğini gözlemliyoruz.[4]
Kubrick filmlerinde insanın içgüdülerinin derin panoramasını çizer. Mesela Otomatik Portakal’da şiddet bağımlısı Alex’in medcezirli serüveni, Full Metal Jacket’ta sergilenen militarizmin hoyratlığı veya özünün çıplaklığı ve 2001’de ilkel insan olarak maymunun onun meskenine girmek isteyen bir maymunu darp ettiği sahne hafızalardan silinmeyecek cinsten.
John Hofsess, Bergman’la karşılaştırarak Kubrick sinemasına ilişkin şunları söyler:
“Çoğu yönetmen, sanatçı olma isteği ile popüler olma isteği ikilemini başarılı bir şekilde çözemiyor. Entelektüel ve sanatsal gelişmenin ıstıraplı yanı, diğer insanlardan ileride olmaktır; sizin fikirlerinizi paylaşan ve anlatmaya çalıştığınız şeyi basite indirgemeden anlayabilenlerin sayısı gittikçe azalır. Kubrick’in buna bulduğu çözüm, ‘muğlaklık’. Sinema izleyicisi, Ingmar Bergman’ın Persona ya da The Passion of Anna filmlerinde ne anlatılmak istendiğini, Dr. Garipaşk ya da 2001 filmlerinde olduğundan çok daha kolay anlar. Kubrick filmlerini hem yüzeysel, hem de derinlemesine zevk alınabilecek şekilde yapıyor. Böylece, onun eserlerinde hoşuna giden bir şeyler bulabilecek seyirci sayısı artıyor. Oysa Bergman’ın filmlerinin böyle bir özelliği yok. Onun filmlerini ya iyice, derinlemesine anlıyorsunuz, ya da aklınız karışıyor ve sıkılıyorsunuz.”[5]
Hemen sonra Kubrick’in şu sözlerini aktarıyor: “İnsanların duyguları, zekâlarından çok daha fazla benzerlik gösterir. Bütün seyirciler arasındaki ortak bağ, bilinçaltındaki duygusal tepkilerdir. Film izlemek hayale dalmaya benzer. Film zihninizin, sadece hayallerin erişebildiği noktalarına ulaşır ve orada olayları bilinç ya da bilinçli egonuzun sorumluluğunu taşımadan keşfedersiniz.”[6]
Geçtiğimiz temmuz ayında, doğum gününün (26 Temmuz) yaklaştığı günlerde Kubrick’in 1950’lerde yazmış olduğu fakat Zafer Yolları filminin araya girmesiyle rafa kalkan bir senaryosu gün yüzüne çıktı. Senaryo metni Stefan Zweig’ın Yakıcı Sır adlı novellasından uyarlanmış. Haberin devamı şöyle:
“The Guardian’ın haberine göre senaryonun üstünde 24 Ekim 1956 tarihli bir MGM Stüdyosu damgası bulunuyor. Projenin neden bir sinema filmine dönüşmediğiyle ilgili iki faklı açıklama var. İlkine göre, Kubrick o sırada oyuncu Kirk Douglas’la birlikte savaş karşıtı filmi Zafer Yolları’nın çekimlerine başladığı için proje rafa kalktı. Diğer açıklama ise MGM’nin yapımcı ortağı James B Harris’in bu hikâyenin filme uyarlanamayacağını düşünmesi nedeniyle senaryodan vazgeçildiği yönünde. Yakıcı Sır, evli bir kadınla ilişki yaşayabilmek için o kadının 12 yaşındaki oğluyla iletişim kuran çapkın bir baronun hikâyesini anlatılıyor. The Guardian’ın haberinde, hikâyenin 1962 yılında Vladimir Nabokov’dan uyarlanan Lolita’nın tam tersi olduğuna dikkat çekiliyor. Lolita’da erkek karakter, kızına yaklaşabilmek için annesiyle evleniyordu.”[7]
Yaşasaydı 90 yaşına girecekti Kubrick. Fakat dünya sinemasına sinen ruhunun, çığır açan bilincinin ölmediği kanısındayım.
[1] Gene D. Phillips (der.), Stanley Kubrick, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2009, s. 13.
[2] Phillips, a.g.e., s. 15.
[3] Phillips, a.g.e., s. 15.
[4] Thorsten Botz-Bornstein, Filmler ve Rüyalar, Metis Yayınları, İstanbul, 2011, s. 97-112.
[5] Phillips, Kubrick, s. 131.
[6] Phillips, a.g.e., s. 131-132.