Aralarında Edgar Morin, Susan George, Barbara Cassin, Chantal Mouffe ve Alain Caillé’nin olduğu 200 entelektüelin birlikte yaşama ilkeleri ışığında sarı yelekliler hareketinin taleplerine yönelik somut politikalar öneren çağrısı.
Sarı yelekliler isyanının gün yüzüne çıkardığı demokrasinin günümüzdeki biçimlerinin krizi o kadar derin, o kadar karmaşık ve çok boyutlu, o kadar anlam karmaşası, güzel vaat veya ağır tehdit yüklü ki, sıcağı sıcağına yapılacak hızlı çözümlemelere meydan okuyor.
Bu olağanüstü belirsiz ortamda, krizin temenni edilebilecek sonucu ve doğası üzerine mümkün olduğu kadar sağlam birkaç tespitte bulunmak gerekiyor.
Hatırlanacaktır, Lenin, alttakilerin artık istemediği ve üsttekilerin artık yapamadıkları bir durumun devrimci olduğunu söylemişti. Bugünkü durum tam böyle değil, en azından sarı yelekliler bir devrime heves etmiyorlar; zaten böyle bir devrimin ne modeli var ne de şampiyonları. Buna karşılık toplumda “hiçbir şey olanlar”ın artık dayanamadıkları ve önde gidenlerin ise olayların gelişimini kontrol etme imkânlarının kalmadığı çok açık. Aslında hiç kimsenin hiçbir şey üzerinde denetimi kalmamış durumda ve bu akılda tutulması gereken ikinci olgu.
Atom parçalarına bölünmüş bir toplum
Kırk yıldır spekülasyoncu ve rantçı kapitalizmin hüküm sürdüğü ve neoliberal ideolojinin hegemonyası altında olan, atom parçacıklarına bütünüyle bölünmüş toplumda, artık ortaklıklar yok, sadece bireyler var. Brownian hareketine tabi temel parçacıklara dönüşmüş bireyler, kendilerini yarı gerçek yarı hayali cemaatlere ait hissederek biraz insani sıcaklık ve anlam arayışındalar.
Hep daha yoğun, daha hızlı bir küreselleşme yarışına takılıp takılmış Fransız toplumu, diğer toplumlar gibi, birbirlerinden habersiz ve birbirlerinden giderek uzaklaşan en azından dört büyük nüfus bloğu arasında parçalanmış durumda.
- Küreselleşmeden yararlanan ve burada veya başka yerde yaşayabilecek elitler;
- Gelir, statü ve konum açısından az veya çok güvenceli, sistemle iyi bütünleşmiş kategoriler (memurlar, büyük şirketlerde çalışan süresiz sözleşmeli ücretliler, işleri iyi giden KOBİ sahipleri, vs…);
- Şehir çeperlerindeki sitelerde yaşayan, çoğu göçmen ve emek piyasasına girmekte çok büyük zorluk çeken, marjinalleştirilmişler;
- Prekarya, asgari ücrete talim edenler, küçük bir emekli aylığı alanlar, gelecekleri güvencesiz küçük esnaf, işsizler, asgari gelir güvencesinden yararlananlar, genç işsizler, vs…
Bu dört blok Bir toplum oluşturmuyor. Sarı yeleklerin çoğunluğu “çevre Fransa”sına (la France périphérique) aşağı yukarı denk düşen dördüncü bloktan geliyor. Akaryakıttan, özellikle mazottan alınan verginin artışı bardağı taşıran son damla, patlamaya yol açan son benzin damlası oldu. Bu patlamanın hem öznel hem nesnel nedenleri var. Bütün istatistikî veriler en yoksul toplum kesimlerinin alım gücünün hükümetin çeşitli uygulamaları nedeniyle azaldığını gösteriyor.
Bu durum artık “Dayanışma için Varlık Vergisi” yükünden de kurtulan en zenginlerin görgüsüz biçimde artan alım güçlerine ilave olunca, kolay yatışmayacak bir adaletsizlik hissi ve öfke yarattı. Bu vergi artışının geri çekilmesi artık sorunu çözmeyecek. Bugün iktidarın ödediği bedelin nedeni, akaryakıt vergisi ve başka vergilerin miktarından öteye, yoksulluklarından kendilerinin sorumlu olduğunu iddia ettikleri alttakilere karşı sergiledikleri aşağılayıcı tavırdandır. Tanımama, ortak insanlığı veya ortak toplumsallığı reddetme tavrının affedilecek hiçbir yanı yok.
Bunun karşısında, ortak olmanın anlamı yükseliyor. Sadece tecrit ve perişanlığın olduğu yerde, şimdi birlikte olmanın sevinci ve sıcaklığı yeniden hissediliyor. Birkaç sene önceki meydan hareketlerinde olduğu gibi, şimdi kavşak hareketi olarak adlandırabileceğimiz bu hareketi aynı his besliyor.
Dört ilke
Fakat daha önce bilinmeyen başka bir boyut da devreye giriyor. Çeşitli meydan hareketleri çoğunlukla yerel diktatörlükleri devirmeyi amaçlıyorlardı. Sarı yelekliler demokratik biçimde seçilmiş bir iktidarı ve sonuçları dünya çapında önemli olan bir önlemi, enerji geçişini/değişimini hedef alıyor.
Buna bir de, büyük bir kısmı oy vermeye gitmeyen, cumhurbaşkanı Macron’un sergilediği dikey iktidar pratiklerinin tam tersine radikal biçimde “yataycı” bu kitlenin, seçilmişlerin kendilerine ihanet ettiklerine inanarak, kendi aralarından bile çıksa, her türlü temsili reddetmeleri ilave oluyor. Onların namına kimse konuşma yetkisine sahip değil. Fakat ortaya atılan sorunların çokluğu karşısında, tek bir ses olarak konuşabilmeleri zaten mümkün değil ve kendi arasında çelişkili talepleri çoğaltmaları kaçınılmaz.
İşte burada, “birlikte yaşama ilkesi” (convivialisme) etrafında birleşmiş çeşitli ülkelerden birkaç yüz kuramcı veya pratisyen entelektüelin geliştirdiği çözümlemeler yararlı olabilir. Kendi aralarındaki ideolojik farkların ötesinde, yerkürenin iklimsel, çevresel, iktisadi, demokratik ve ahlâki olarak çöküşü riski karşısının dayattığı aciliyetin birleştirdiği bu kişiler, bütün siyasal taleplere çerçeve oluşturabilecek dört ilkeyi savunuyorlar:
- Bütün ayrımcılıklara karşı çıkan ortak insanlık ilkesi;
- İnsanlar için ilk zenginlik olan, besledikleri toplumsal ilişkilerin zenginliği, birlikte yaşama zenginliği olarak ortak toplumsallık ilkesi;
- Her insanın öznelliği içinde tanınma hakkını ifade eden meşru bireyleşme ilkesi;
- "Birbirini katletmeden birbirine karşı çıkmak” (Marcel Mauss) gerektiğini ifade eden yaratıcı ve özdenetimli muhalefet ilkesi.
Elbette bunlar tek başlarına bir siyasal program oluşturmaz. Bugünkü ortamda özellikle geçerli olduğunu düşündüğümüz en azından iki dizi öneriyi bu ilkelerden türetmek mümkün.
Zenginlere tanınan vergi ayrıcalıklarını geri almak
Sefalet kadar aşırı zenginliğin de bu dört ilkenin uygulanmasını imkânsız kıldığı açık. Eşitsizliklerin patlayarak büyümesinin iklim ve çevre bozulmasının ilk etmeni olduğu dikkate alınırsa, ekolojik dönüşüm, en kötü durumda olanların maddi durumlarını en azından korurken (ve yoksul ülkelerde durumlarını iyileştirirken) önce en zenginlerin bu yükü paylaşmasıyla gerçekleşebilir. Benzinin, özellikle mazotun fiyatını arttırmak elzemdir ama bunun toplumsal olarak kabul edilir olması, düşük gelirlilerin gelirlerinin en azından aynı oranda yükselip, bu artışı telafi etmesiyle mümkündür.
Hemen, 2019 bütçe kanununda şirketlerin yararlanacakları bir kısım vergi avantajlarını iptal edip, 2019’da istisnai olarak yirmi milyar euro en düşük gelirlilerin yararına tahsis edilebilir. “İstihdam-rekabet edebilirlik vergi indirimi” son kez 2019’da işletmelere tanınacak. Bu vergi indiriminin takriben yirmi milyar euro olması bekleniyor. Ve aynı yıl işverenlerin ödediği sosyal sigorta primlerinin aynı miktarda azalması buna ikame olacak. Böylece işletmeler 2019’da iki defa yirmi milyar euroluk destek alacaklar. Bu hiç görülmemiş bir şey!
Daha genel olarak, vergi göçüyle aktif biçimde mücadele etme politikası çerçevesinde herkese onurlu bir gelir garantisi sağlayan gerçek ve kalıcı bir gelir politikası tesis etmek gerekir.
Birbirini katletmeden birbirine karşı çıkmak
Sarı yelekliler hareketi herkesin hissettiği bir şeyi açığa çıkardı: parlamenter temsilî demokrasi sistemimiz tükendi. Bu, tüm temsil biçimlerinden vazgeçmek gerektiği anlamına gelmiyor. Böyle bir vazgeçiş kolektif bir çaresizlik ve kaosa düşme riski barındırır. Temsilî demokrasi, kanaat demokrasisi ve doğrudan demokrasi arasında dengeli yeni biçimler yaratmamız gerekiyor.
Bu yeni biçim, kamu politikaları alanında önemli kararları aydınlatmak amacı taşıyan Yurttaş Konvansiyonlarının (veya Uzlaşma Konferansları) yaygınlaşıp genelleşmesiyle gerçekleşebilir. Buna ilaveten her yıl beş yüz kişinin kura ile seçildiği ve Millet Meclisi, Senato ve İktisadi, Sosyal ve Çevresel Konsey’in yanında dördüncü bir meclisle bu sistem güçlendirilebilir. Bu dördüncü meclis, Parlamentonun Yurttaş Konvansiyonlarının vardığı sonuçların tersi kararlar alması durumunda halk oylamasına çağırma yetkisiyle donatılır. Bu konvansiyonlar yerel, bölgesel ve ulusal seviyede var olabilirler. Toplantıları ve tartışmaları televizyon aracılığıyla yayınlanır.
“Birbirini katletmeden birbirine karşı çıkmak”, birlikte yaşama ilkesinin dördüncüsüdür. Olumlu demokratik ve toplumsal ilerleme ancak şiddetsizlikle mümkündür ve sarı yeleklilerin çoğunluğu da bunu savunuyor. Geriye, sarı yeleklilerin muhtemelen çoğu gibi, burada sıralanan önerileri benimseyenlerin birliğinin nasıl korunacağı veya besleneceği sorusu kalıyor.
Bir çözüm, bir dizi sivil ve çevresel ağ tarafından benimsenen bir simgeyi, hiçbir gruba özel olarak ait olmayan, herkese ve hiç kimseye ait olan bir simgeyi taşımaktır. Üzerinde AH! yazan, insanlıkta ilerlemeyi (Avancer en Humanité), Anti-Hubris’i, Alternatif Hümanizmi ifade eden rozetler, azametin, paranın, gücün ve ideolojilerin sürüklediği çılgınlığa karşı duruşu ifade ederler (www.ah-ensemble.org).
Birlikte Yaşama Manifestosu etrafında toplananların imzaladığı bu metin 12 Aralık 2018’de Le Nouvel Observateur dergisinde yayımlanmıştır. İmzacı listesi için bkz. https://bibliobs.nouvelobs.com/idees/20181212.OBS7039/le-convivialisme-un-programme-pour-les-gilets-jaunes.html