Rock, Adana, Freddie ve Müslüm

Müzik asla (bana) ait olamaz. Her zaman “öteki”dir ... özgün biçimlerinden sorumlu tarihin enkazında (buradan) başka bir yere yerleşmiştir (Richard Middleton).[1]

Müslüm filminde “Müslüm’ü Müslüm yapanların” yer almadığı söylendi. Ne zaman Arabesk’in kime ait olduğuna dair bir tartışma olsa, benim aklıma rockın kültürümüze yerleşme hikâyesi gelir.

Aynı Müslüm’ünki gibi benim müzik tarihim, farklı biçimlerle ve zamanda olsa da, Adana’da yazılmaya başladı. Benim büyüdüğüm sıralar, İncirlik’in en şaşaalı zamanlarıydı; şehrin o zamanki göbeğinde ikinci el Amerikan eşyası satan Boşboşçular’dan toplanan plak ya da kasetlerden kasetlere kayıt yapan bir gri piyasa; bu kaynaklarla beslenmiş, benim de bir parçası olduğum, rockçı bir topluluk vardı.[2] Gri piyasanın ve biz Adanalı rockçıların benzerleri yurt genelinde de mevcuttu ama Amerikan üssü faktörünün bizlerdeki Batı’ya açılma arzusuyla flörtü her şeyi değiştiriyordu: Yeni çıkan şarkıları dünya ile aynı anda takip edebilecek İncirlik radyomuz, olmadı piyasada bulamadığımız plakları bize ödünç verecek Amerikalı komşularımız mevcuttu. Queen yeni bir albüm mü çıkarmış? Freddie Mercury solo albüm mü yapacakmış? Rolling Stones gibi dergilerden birkaç hafta gecikme ile de olsa haber alabilir, rock dünyasında neler olup bitiyor öğrenebilirdik. Piyasanın henüz serbestleşemediği, televizyonda iki kanalın bulunduğu ve ortalığın ithal ürün kaynamadığı seksenleri anımsayanlar bunların ne denli önemli olduğunu bilirler. “Rock tarihindeki” en iyi grubun hangisi olduğu üzerinde ahkâm kesebilen bizler, 60-70’lerde küreselleşme başlamadan önce rockın kültürle ilk teması olan Anadolu Rock’ı rocktan kabul etmez, Bulutsuzluk Özlemi gibi yeni ortaya çıkan gruplara da iyi niyetli girişimler olarak bakardık. Özetle, neyin rock, neyin daha iyi rock, kimin rockçı ve kimin olmadığı üzerinde kesin fikirleri olan küresel rock kültürünün Akdeniz sahillerindeki küçük bir yansımasıydık.

O ortamda yetişen biz Adanalı rockçılardan Feridun’dan, Haluk’a hangi müzisyenlerin çıktığını herkes bilir.[3] Bambaşka yerlerde, hiç umulmadık anlarda Kurtuluş’u ya da sonradan Mavi Sakal olacak Echo’yu ne çok dinledik! Bizler, ülke genelinde, rockın küreselleşmesinin ikinci ve büyük dalgasını oluşturan, ortaya çıkarttığı müzisyenlerle doksanların sonundaki patlamasının altyapısını kuran kuşaktık.[4] Seksenlerde ortaokul lisede olan bizim o dönemin rockçıları, rockın Türkiye’deki yersiz yurtsuzlaşma tarihinde farkına varmadan başrolde oynayanlardık. En önemli tartışma konumuz rockın Türkçe söylenip söylenemeyeceğiydi. Ancak bu tartışmanın sonunu göremeden gençlik alt-kültürlerinden başkalarına geçmeye, yerli piyasayı takip etmemeye başladık; özetle ve kabul etmede zorlansak da, büyüdük. Bizim kuşak rockçıların çoğu hâlâ evlerinde rockı Türkçe dinlemez; rock barlarda cover şarkılarının arasına sıkıştırılmış hallerini tercih eder. Bizden öncekiler, hani bir kısmı rocka “rok” diyen büyüklerimizin çoğu bunu da yapmaz. Onlar için rock sadece İngilizcedir.

Bu yüzden 2004 yılında, rock festivallerini incelemek için başladığım(ı sandığım) araştırmada görüştüğüm birçok üniversite öğrencisinin benim ortaokuldan beri dinlediğim Queen gibi ikonlaşmış rock isimlerinin çoğundan habersiz olmalarına çok şaşırmıştım. Dahası birçoğu güncel Batılı grupları da bilmiyordu. Onlar için rock, Anadolu Rock’la başlamıştı. Mülakatlarda, en eski rock şarkısı olarak neyi anımsadıklarını sorduğumda, ağırlıklı olarak Erkin Koray’ın şarkılarından birini söylüyorlardı. “Rockçı olup, Queen’i dinlememek, hatta bilmemek nasıl olur” diye düşünürken, etnografimin ileri aşamalarında rockın yeni yurdunu bulduğu ve kendi tarihini yazdığı ortaya çıkmış, durum açığa kavuşmuştu: Rock artık yerelleşmişti ve kendisini ciddi bir rockçı addeden ben, bu yerli rock kültürüne yabancıydım. Artık karşımda tarihi ve şarkıları ile sil baştan öğrenilmesi gereken başka bir rock kültürü vardı.[5]

***

Rockın küreselleşme hikâyesi birbirine benzer örneklerle doludur. Rock daha yaygın dinlenebilmek için, diliyle, bazen de ezgileriyle bulunduğu ülkelerin kültürüne biraz olsun uyum sağlamaya çalışır; yalnız öyle fazla uyum sağlayarak özgünlüğünden feragat etmek de istemez. Araştırmam küreselleşme zamanındaki tüketimi esas aldığı için çok detaylı söz etmediğim Anadolu Rock örneğinde olduğu gibi, kültüre fazla uyum sağlayıp neredeyse farklı bir tür yaratmak, rockı “sound”undan saptırıp kitlesel bir piyasa ve kültür oluşturması için engeldir.

Altmışlardan sonra rockın farklı kanallarla ve zaman aralıklarında Türkiye’ye ithal edilişi esnasında ideolojik gücünü kaybedişi, “sound”u epeyce farklı olan İsrail’deki haline benzer: Ne Berlin Duvarı’nın yıkımında ne de Sovyet Rusya’nın dağılışında olduğu gibi devrimci bir kuvvet yaratabilir.[6] Rock müzik piyasasının iyi para kazandığı bir pop müzik türü olsa da, kendini ideolojik olarak pop’un tersi olarak tanımlayan ve gücünü de bundan alan bir müziktir; ülkemizde bu durumunu korur, ismini de İsrail’de yaptığı gibi değiştirmez, kültüre uydurur; Anadolu Rock’la yaptığı giriş doksanlarda tamamlanmıştır. Rockın ismi artık Türkçe Rock’tır.

Rockı rock yapan, en büyük küresel müzik piyasalarından biri olsa da, piyasa karşıtlığı, özgürlük ve isyankârlık gibi değerleridir. Bu değerler ülkemize kültürel geçişi esnasında biraz hafiflese de özünde aynı kalır. Türkçe Rock kültüründe bu değerlerin üstlerine bir de samimiyet eklenir.

Türkçe Rock, belki de isyankârlıkta önce Arabesk’in sonra da hip hop’ın gerisinde kaldığı için, ülkemizdeki en popüler olduğu iki binlerin başında bile müzik piyasasındaki pazar payı yüzde on beşleri pek aşamaz. Gerçi bu bile, karşısındaki müzik türlerinin kültürün neredeyse birebir ürünü olduğu düşünülürse, önemli bir başarı olarak tarihine yazılır; sonra da Türkçe Rock, malum, yerini hip hop’a kaptırır. On-on beş yıl önce görüştüğüm rockçı gençler acaba şu an ne dinlerler; şimdi sorsam aynı soruları, acaba ne anlatırlar?

***

Herkesin müzik hikâyesi farklıdır ve hiç müzik sevmez denilenin bile müzikle bir ilişkisi vardır. Müziğin evrensel bir dil olduğu, ne kadar klişe söz sevmesek de, ısrarla vurgulamamız gereken bir durumdur: En eğitimsiz kulak bile, hiç bilmediği bir müziğe ait şarkının yanlış çalınan notasını ya da o şarkıyı söyleyen müzisyenin ne zaman detone olduğunu anlayabilir; dahası güzelliği konusunda fikir yürütebilir. Müziğin varlığını çoğunlukla hissetmesek de o illaki etrafımızda bir yerlerdedir.

Bütün bunları bilseydim, bir gün Arabesk doksanlarda tekrar popüler olduğunda eski şarkıların çoğunu ezbere bildiğimi fark ettiğimde o kadar şaşırmazdım. Rockçı geçinirken Adana’da yazlık sinemalarda Müslüm’de de gördüğümüz tahta sandalyelerin üstüne tünemiş çekirdek çitleyip o filmleri izlerken, sokaklarda yürürken ya da otobüslerde giderken, bin bir çeşit ortamda çalınıp duran Müslüm şarkılarını kulağıma hoş geldiklerinin farkına varmadan ezberlemiştim. Şarkılar çalındıkça sözlere ben de, hem de şevkle, eşlik ediyordum. Sebeplerini, bir kısmını bir üstteki paragrafta alıntıladığım, müzik üzerine yapılmış onlarca araştırmayı okurken buldum. Müzik bizler için oksijen gibidir: Vardır ama görmeyiz. Yaşamımızın önemli bir parçasıdır ama fark etmeyiz.

***

Müslüm’de de, Bohemian Rhapsody’de de bütün şarkıları ezbere bilmek işte kültürleri birbirine bağlı dünyamız ve müziğin aslında kimseye ait olmadığı eksenlerinde anlatılabilecek bir hikâyedir. Müzik, ta seksenlerde, her zaman olduğu gibi bir pusula görevi görmüş, küresele uyum sağlasa da içindeki yereli koruyarak, bizi gelecekte, yani bugünlerde, neyin beklediğini göstermiştir.[7]

İşte rockın ülkemizdeki bu yerelleşme hikâyesinde, bazılarımızın farkına varmadan Arabesk sevip kendini rockçı addettiği de oldu. Birbirinden farklı coğrafyalardan aynı zamanda ortaya çıkmış ve bambaşka şeyleri farklı biçimlerle anlatan şu iki şarkıya bir bakın: “İtirazım Var” ve “Another One Bites The Dust”. Bazılarımız için bu ikisi de birbirine denktir; dünyaya geliş anlarından itibaren büyümemize eşlik eden bu şarkıları filmlerinde izlerken ezbere söyler, neşeyle karışık bir garip hüzün yaşarız. Bizim neslin, belki de kültürün, çelişkileri sadece bunlar değildir.

Neticede müziğin kime ait olduğunu kimse bilemez.

Müslüm filmini bu şekilde eleştirenler, Bohemian Rhapsody’de biz Adanalı rockçıların bulunmadığını söyleyebilirler mi?


Not: Bu yazıyı yazmam, bundan on dört yıl kadar önce henüz bir doktora öğrencisiyken, rock festivallerine ait yaklaşık “bin” fotoğrafa baktırıp kıymetli saatlerini umarsızca harcattığım hoşgörülü editörümüz Tanıl Bora, (fotoğrafta 2006 yılında topladığı devasa kalabalığı görülen) Barışarock’ı düzenleyen aktivistler ve araştırmama gönüllü olarak katılan rockçılar sayesindedir. Bu vesile ile değerli yazar ve Adanalı rockçı Behçet Çelik’e araştırmam sırasındaki türlü yardımları ve ilk rock kasetimin listesini hazırladığı için tekrar çok teşekkür ederim. Hepsinden önemlisi araştırmamın önemli bir bölümünü birlikte yürüttüğüm A. Fuat Fırat’a minnettarlığım sonsuzdur. Böylesi gecikme ile yazdığım ilk Türkçe yazıdaki bu not kendilerine teşekkürümün sadece küçük bir ifadesidir.



[1] Richard Middleton, “Musical Belongings: Western Music and Its Low-Other”, Western Music and Its Others: Difference, Representation, and Appropriation in Music, Georgina Born ve David Hesmondhalgh (der.), Berkeley: University of California Press. 2000, s. 59-85 (alıntıdaki parantezler asıl metinde de aynı şekildedir).

[2] Topluluk sosyolojik anlamıyla kullanılmıştır. Rock da artık yerelleştiği için yazıda Türkçe bir kelime muamelesi görmüştür.

[3] Feridun Düzağaç, “Gözlerimde Hüzün Dolu Bir Tebessümdür Adana”, Adana’ya Kar Yağmış, Behçet Çelik (der.), İstanbul: İletişim Yayınları. 2006 (6. Basım), s. 261-266. (Detaylı Adanalı rock müzisyenleri listesi bu yazıda vardır.)

[4]  Birikim’in 1995’teki “Halleriyle İmajlarıyla Gençlik” başlıklı 196. sayısında o zamanın gençleri anlatılır.

[5] E. Taçlı Yazıcıoğlu, “Contesting the Global Consumption Ethos: Reterritorialization of Rock in Turkey”, Journal of Macromarketing, 30(3): 238-253, 2010.

[6] Daha fazlasını merak edenler için birkaç kaynak: Peter Wicke, Rock music: Culture, Aesthetics and Sociology, Cambridge: Cambridge University Press. 1995. Motti Regev, “Musica Mizrakhit, Israeli Rock and National Culture in Israel,” Popular Music, 15: 275-284, 1996. Thomas Cushman, Notes from Underground, Rock Music Counterculture in Russia, SUNY Press: New York, 1995.

[7] Jacques Attali, Gürültüden Müziğe: Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, (1985), 2001.