Geçtiğimiz ekim ayının son günlerinde, Bask kenti Bilbao’da World March of Women –Dünya Kadın Yürüyüşü (DKY)– hareketinin uluslararası toplantısı gerçekleşti. Gözlemci olarak katıldığım bu renkli toplantıdan izlenimlerimi aktarmadan önce biraz DKY ve tarihinden bahsetmek istiyorum. Dünya Kadın Yürüyüşü, kadın yoksulluğunun sebeplerini ve kadına şiddeti ortadan kaldırmayı amaçlayan, bu doğrultuda taban örgütlerini bir araya getirip onlarla birlikte çalışan uluslararası feminist eylem hareketi. DKY, bütün dünya kadınlarını içermek için kadınlar ve taban örgütleri arasındaki dayanışmayı koruyup güçlendirme amacı güdüyor. Kadınların yoksullaşmasında, marjinalize edilmesinde ve şiddete uğramasında payı olan finans kurumlarını, ekonomik ve askerî kurumları (IMF, NATO, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, ulus-aşırı şirketler gibi) ifşa etmeye ve onlara meydan okumaya çalışıyor. DKY 2010 yılında özellikle dört temaya yoğunlaşma kararı aldı: barış ve sivilleşme, ekonomik özerklik, kadına yönelik şiddet ve kamu yararı/kamu hizmetleri. İlk toplantısını 1998’de Quebec’te yapan World March of Women, Friends of the Earth International[1], CLOC[2] ve Via Campesina[3] gibi örgütlerle işbirliği içinde çalışıyor. Bütün bunlardan da anlayacağınız üzere sadece feminist değil, anti-kapitalist ve sömürgecilik karşıtı bir hareket Dünya Kadın Yürüyüşü.
Afrika, Amerika kıtası, Arap dünyası, Avrupa ve Asya olmak üzere beş bölgeden Filistin, Kürdistan, Galiçya ve Bask dahil olmak üzere 36 ulusal koordinasyonun katıldığı toplantı, dünyanın dört bir yanından genç-yaşlı onlarca feministi bir araya getirdiği ve dayanışma hissini kuvvetlendirdiği için bile kayda değerdi.
Gora borroka feminista![4]
Ev sahibi Basklı feministler, programı özenle hazırlamışlardı ve kendi tarihleri konusunda katılımcıları bilgilendirmeyi ihmal etmediler. Özerklik için yakın zamana kadar silahlı mücadele yürütülen Bask Bölgesi’nde feminist hareket epey canlı ve güçlü. Basklı feministlerin özerklik konusundaki görüşleri kendi içlerinde farklılık gösterse de çoğu, Basklıların kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesi gerektiğini söylüyor. “2008’deki ekonomik kriz AB’nin zorla uygulattığı neoliberal politikaları yoğunlaştırdı. Kamu hizmetlerinde kesintiye gidildi. Gayri meşru borçların bedelini halk ödemeye başladı. Özellikle işçi sınıfı kadınları yoksullaştı,” diyor DKY Bask delegeleri. Esnek çalışma politikaları, işyerlerindeki cinsiyetçilik ve şiddet, ev işçilerinin haklarını savunma araçlarına (sendika) sahip olmaması, özellikle Bask bölgesinde oluşturulan turizm fenomeni ve buna bağlı gelişen soylulaştırmalar feministlerin listelediği problemlerden birkaçı. Olumlu gelişmeler de var elbette: Kayıtlı işçilerin daha fazla örgütlendiğini, özellikle tekstil sektöründe kolektifleşmenin arttığını, bölgedeki feminist hareketin ağ oluşturma kapasitesinin çok yüksek olduğunu, feminizmin eskisi gibi ötekileştirilemediğini, yani daha fazla meşruiyet kazandığını da ekliyorlar.
Ortak dertler, farklı dertler
“Joining Forces, Moving Forward” (Güçlerimizi Birleştirip Yol Alacağız) sloganıyla 22-28 Ekim arası gerçekleştirilen uluslararası World March of Women toplantısı, birbirlerinden binlerce kilometre ötede yaşayan ve bambaşka dilleri konuşan kadınların fazlasıyla benzer sorunlara sahip olduğunu gösterdi. Farklı kıtalardan feministlerin dile getirdiği bu sorunları küreselleşme ve neoliberal kapitalizmin bir başarısı(!) olarak okumak da mümkün. Başta Latin Amerika ve Afrika delegeleri olmak üzere bütün feministler sınırları ve doğal kaynakları kontrol eden, gerekirse insanları yerinden eden hükümetleri, savaşın bir zenginleştirme sistemi olarak kullanılmasını, özelleştirmeleri ve beraberinde gelen ırkçılık ve faşizmi tartışmaya açtı.[5] Tartışmalar sürdükçe gördük ki kadınlar, neoliberalizmin tüm dünyada sürdürdüğü aile ideolojisini güçlendirme ve kadınları bölme stratejisi, hükümetler-kilise(veya din adamları)-şirketler arasındaki kirli anlaşmalar, kürtaj gibi edinilmiş hakların kaybedilmesi olasılığı, kadın emeğinin görülmez olması gibi pek çok başlıkta ortaklaşmakta. Öte yandan, Afrikalı delegelerin dile getirdiği suyun ve toprağın kirletilmesi[6] ve beraberinde gelen sağlık sorunları, Filistinli delegelerin yaşadığı savaş ve zamanlarının çoğunu sığınaklarda geçirmek zorunda kalmaları, Latin Amerika[7] ve Asya’daki indijen kadınların yaşadığı yoksulluk ve şiddet, Avrupa’daki göçmen kadınların maruz kaldığı ikincilleştirme, Venezuela’da ekonomik kriz nedeniyle insanların en temel ihtiyaçlara bile ulaşamaması (el işi üretim yapan kadınların da hammadde bulamamaları) ve Küba’ya uygulanan boykotun kadınlara etkisi gibi daha yerel sorunları da dinledik.[8] Ve elbette, çoğu Afrikalı olmak üzere pek çok delegenin İspanya’ya vize alamadığından toplantıya katılamaması biz Türkiyeli delegelerin de empati kurabildiği bir sorun olarak dillendirildi.
Umudu yitirmemek
Yukarıda sadece bir kısmını sayabildiğim sorunlara rağmen World March of Women kadınları, dönüştürücü “dişil” güce inanıyordu. Her sabah “mistika” adını verdiğimiz ve yine her sabah farklı bir bölgeden gelen kadınların yönettiği ayine benzer bir şarkı/türkü seansıyla açtılar toplantıları. Genç delegeler kendi aralarında bir iletişim ağı oluşturmak ve ülkelerinde olup bitenleri, kendi eylem planlarını paylaşmak adına harekete geçtiler. Delegeler, daha fazla genç kadını Yürüyüş’e dahil etmek, ataerkiyle kapitalizmi birbirine bağlayan şeyleri yakından analiz etmek, mücadelelerimizi feminizm çatısı altında birleştirme yolları aramak, daha fazla göçmen kadına erişmek gibi gündemler oluşturdu. Türlü yılgınlıklara ve kaynak bulma zorluklarına rağmen kadınlar toplantıdan bir araya gelmiş olmanın neşesiyle ve birbirlerinden aldıkları umutla ayrıldılar.
2020, DKY için önemli bir yıl çünkü ilk uluslararası eylemin 20’inci yıldönümü. Kadın hareketine ekonomik bir boyut ekleyen, feminist bir ekonomi için kapıları zorlayan ve ataerki-şiddet-ekonomi arasındaki ilişkiyi vurgulayan DKY’nin 2000 yılında düzenlediği eylemin gücü, onun kalıcı bir örgüt olmasını sağladı. 2020’de gerçekleşecek ve şiddet, ulus-aşırı şirketler ve ekonomik kriz konularına odaklanacak 5. Uluslararası Eylem’in sloganı ise şimdiden hazır: “Yaşamak için direniyoruz, dönüştürmek için yürüyoruz.”
Not: Toplantıya katılabilmem için vize almamda yardımcı olan DKY kadınlarına ve Sivil Düşün AB Programı’na destekleri için teşekkür ederim.
[1] Çevre ve toplumsal konular üzerinde çalışan, 5 bin yerel grup ve örgütten oluşan bir ağ. 1971’de kurulan FOEI, bugün beş kıtada 69 ülkeyi birbirine bağlıyor. FOEI, ulus-aşırı şirketlerin belirlediği mevcut ekonomik modele ve küreselleşmeye karşı çıkan kampanyalar yürütüyor. Kendisini anti-kapitalist, anti-patriyarkal, anti-faşist ve anti-emperyalist bir çevre hareketi olarak tanımlıyor. FOEI ayrıca ekolojik olarak sürdürülebilir ve toplumsal açıdan adil toplumlar oluşturmak için alternatifler üretme tartışmaları yürütüyor. http://www.foei.org/
[2] The Coordinadora Latinoamericana de Organizaciones del Campo – CLOC (Latin Amerika Kırsal Örgütler Koordinasyonu) 1994’te, Latin Amerika ve Karayipler’in toplam 18 ülkesinden 84 kırsal örgütün katılımıyla kuruldu. CLOC, “İndijen, Siyahî ve Halk Direnişinin 500 Yılı Kıta Seferberliği” (1989-1992) gerçekleşince güç kazanan özerk bir uluslararası alan ağını oluşturma süreci sonucunda ortaya çıktı. Söz konusu seferberlik kampanyası, And bölgesindeki indijen-köylü gruplar ve Brezilya’daki Movimento de Trabalhadores Sem Terra – MST (Taşra Mülksüz İşçiler Hareketi) tarafından organize edilmişti.
[3] Köylüler, küçük ve orta ölçekli üreticiler, taşra kadınları ve gençler, mülksüzler, indijen halklar ve tarım işçileri hareketi. 1993’te kurulan ve 56 ülkeden oluşan hareketin temel amacı eşit iktisadi ilişkiler, toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal adalet, doğal kaynakların korunması ve kontrolü, gıda bağımsızlığı, sürdürülebilir tarım üretimi ve küçük ve orta ölçekli üreticiler arasında eşitliği sağlamak için üye örgütler arasında dayanışma geliştirmek. http://viacampesina.org/
[4] Bask dilinde “Yaşasın feminist hareket!” anlamına geliyor.
[5] Toplantı sürerken Brezilya seçimleri henüz yapılmamıştı ama Brezilyalı feminist delegeler aşırı sağcı Bolsonaro’nun seçilecek olmasından endişeliydi. Korktukları da başlarına geldi.
[6] Afrika’daki kadın hareketinin patriyarka ile en fazla ilişki kurduğu meselelerin extractivism (özellikle yaşamın sadece doğal kaynaklara bağlı sürdüğü yerlerde, söz konusu doğal kaynakları dünya pazarında satmak için kullanmak) ve land grabbing (büyük çapta araziye kâr amaçlı el konulması) olduğunu söyleyebiliriz. Bu sömürü biçimleri, kaçınılmaz olarak doğal yaşamın, suyun ve toprağın kirlenmesine yol açıyor.
[7] Amerika kıtasının farklı ülkelerinden gelen delegeler, Latin Amerika ve Karayipler’in özellikle 2005’ten sonra -yani FTTA - Free Trade of the Americas (Amerika Kıtası Serbest Ticaret) projesinin çöküşünden sonra- doğan progresif hükümetlere keskin bir neoliberal saldırı sürecinde olduklarını söylüyor. FTTA projesinin çöküşünden sonra ülkelerin devletleri, nüfusun çoğunluğunun yararına kamu politikaları uygulamaya başlamış ve yoksulluğu azaltmak ve toplumsal olarak kapsayıcılığı artırmak gibi uygulamalarda ilerleme kaydetmişti. Bu süreçte ALBA (Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) ve UNASUR (Güney Amerika Uluslar Birliği) gibi bölgesel bütünleşmeyi amaçlayan kurumlar oluşturulmuştu.
[8] Üç dilde (Fransızca, İspanyolca -Basklıların deyişiyle Kastilya dili- ve İngilizce) yapılan toplantılarda gönüllü çalışan ve katılımcıların birbirlerini anlaması için hiç durmadan çeviri yapan simultane tercüman kadınları da bu vesileyle anmak ve onlara teşekkür etmek isterim. Onlar olmasa bu toplantı gerçekleş(e)mezdi.