Visegrad dörtlüsü olarak bilinen Macaristan, Polonya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti’nin 2004’te Avrupa Birliği’ne tam üyelikleri ile beraber serbest pazar ekonomisine geçişlerinin de tamamlandığına dair yaygın bir kanı mevcuttu. Özellikle dışarıdan gelen yatırımlar ve küresel likidite bolluğu sayesinde bölgede gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) ve hem şirketlere hem de hanehalklarına sağlanan krediler hızla büyüdü. Ek olarak, AB üyesi ülkelerin ekonomik göstergelerini yakalama ve avro sistemine dahil olma beklentileri de 2008’in son çeyreğine kadar bölgenin ekonomik performansına olumlu yönde katkıda bulundu. Küresel krizin derinleşmesi ve yabancı yatırımcıların yükselen piyasalara karşı güvensizliklerinin artmasıyla Visegrad dörtlüsü de diğer gelişmekte olan ülkelere benzer şekilde krizden olumsuz etkilenmeye başladı. Fakat, Orta ve Doğu Avrupa genelinde krizin doğurduğu gelişmeler her ülke için aynı olmadı. Macaristan gibi finansal entegrasyonu ve iç piyasadaki kırılganlıkları daha yüksek ülkeler büyüme oranlarında hızlı düşüşler ve borçlarını geri ödemede büyük sorunlar yaşadılar. Sermaye piyasalarandaki likidite darlığı da bunlara eklenince IMF ve AB’den yardım istemek zorunda kaldılar. Çek Cumhuriyeti gibi kamu ve özel sektör borçlanmasının az olduğu ve ihracatın yüksek kalite mallara dayandığı ülkeler ise kısa süreli küçülmeler yaşasalar da ekonomilerindeki toparlanma hızlı oldu. Kriz Visegrad ekonomilerinin hepsinde belli sorunlar yaratsa da Macaristan’ın tarihsel ve yerel koşullarıyla birleştiğinde önce Orban hükümetinin 2010’da seçimden zaferle çıkmasına, daha sonra da ülkenin “liberal olmayan demokrasi” yolunda ilerlemesine ön ayak oldu.
Aşağıdaki şekilden de görüldüğü gibi 2008 krizi tüm Visegrad ülkelerinde GSYH’nin küçülmesine yol açtı. Fakat Macaristan’da ekonomik durgunluk diğerlerine nazaran daha erken başladı ve 2006 yılından sonra GSYH büyüme oranı %1’in altında kaldı. Oysa Polonya ekonomisi aynı dönemde %7’nin Slovakya ekonomisi ise %10’nun üzerinde büyüdü. Yine Visegrad dörtlüsüne göre Macaristan 2009 yılında %6,6 küçülerek krizden en fazla hasar alan ülke oldu. Tüm bunlara ek olarak toparlanma süreci de daha uzun sürdü ve Macar ekonomisi ancak 2014 yılında kriz öncesi GSYH rakamlarını yakalayabildi. Her ne kadar Visegrad ülkelerindeki bankacılık sistemi yüksek riskli kredilerin doğurduğu krize doğrudan maruz kalmasa da bankaların çoğu Batı Avrupa merkezli olduğundan uluslararası sermaye piyasalarındaki hareketlere karşı oldukça duyarlıydılar. Macaristan’ın yüksek dış borcu, cari ve mali açığı, hanehalkı ve şirketlerin kullandığı kredilerdeki vade ve kur uyumsuzlukları avro bölgesindeki resesyon beklentisi ile birleşince ülkeye dair risk algısı katlandı ve dış sermaye akışı aniden yavaşladı. Ayrıca, yüksek faizler Macar özel sektörünü kriz öncesinde döviz cinsinden borçlanmaya itti. Kamu sektörü borcu da büyük oranda yabancıların elinde olan ülkede, para birimi forintin hızla değer kaybetmesi sonucu Macaristan hükümeti IMF’den yardım almak zorunda kaldı. Burada belirtmek gerekir ki Macaristan’ın kamu borcu sosyalist rejimin sonlarından itibaren bir hayli fazlaydı ve kamu harcamalarının en yoğun olarak kısıldığı 2001 yılında dahi borçluluk ancak %50 seviyelerine indirilebildi. Bu yıldan sonra tekrar artmaya başlayan kamu borçlarının GSYH’ye oranı 2007’de %65 seviyelerine çıktı. Aynı dönemde Polonya’da kamu borcu GSYH’nin %50’sinin, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da ise %30’unun altında seyretmekteydi.
Şekil 1. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Büyüme Oranı
Kaynak: Eurostat
Tablo 1 emeklilik ödemeleri dışındaki sosyal transferler öncesi yoksulluk oranlarını göstermektedir ve tablodan anlaşılacağı üzere 2000’lerin başında Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da yoksulluk %18’ler seviyesindedir. Polonya’da ise 2000’lerin ortasına kadar maddi yoksulluk %30 civarında seyretmiştir. Sosyal transferler sonrası oran ise Çek Cumhuriyeti’nde %10, Polonya’da ise %15 olarak ölçülmüştür. Macaristan bölgede yoksul nüfusun yıllar içerisinde arttığı tek ülkedir ve ufak da olsa bir iyileşme ancak 2017 yılında sağlanabilmiştir ki yine de 2000’deki düzeye inilememiştir. Diğer Visegrad ülkelerinin aksine küresel krizin derinleştiği 2008’de Macaristan’da yoksulluk oranı yükselmiş ve %29 olarak tespit edilmiştir. Elbette finansal kriz yoksulluğun artmasında etmenlerden sadece bir tanesidir. Aşağıda daha ayrıntılı bahsedilecek sosyal politikalar ve vergiler de Macaristan halkı arasında maddi zorlukların yaygınlaşmasına yol açmıştır. Yoksulluğun artmasındaki en önemli nedenlerden biri 1990’lardan bu yana durağan bir seyir izleyen reel ücretlerdir. Örneğin, özel sektörün katma değeri 1992’den 2008’e kadar neredeyse on kat, brüt işletme kârları ise yirmi kat artarken ücretler yalnızca yedi kat artmıştır. Bu yıllardaki enflasyon da göz önüne alındığında reel ücretlerin aslında yerinde saymıştır ve toplam ulusal gelirden emeğin aldığı pay yine aynı dönemde 11 puan gerileyerek 2008’te %46,3’e inmiştir (Pitti, 2010). Diğer Visegrad ülkelerinde ise ücretler Batı Avrupa ekonomilerinin gerisinde kalsa da 2000’ler boyunca ortalama maaşlarda ve emeğin payında Macaristan’daki gibi düzenli bir düşüş olmamıştır.
Tablo 1. Yoksulluk Oranları
2000 |
2005 |
2008 |
2017 |
|
Çek Cumhuriyeti |
18% |
21% |
18% |
16% |
Macaristan |
17% |
29% |
30% |
25% |
Polonya |
30% |
30% |
25% |
24% |
Slovakya |
- |
22% |
18% |
18% |
Kaynak: Eurostat
Yine de Macaristan’da sosyal transferlerin vatandaşların yaşam koşullarını iyileştirmede önemli bir rol oynadığını unutmamak gerekir. Örneğin sosyal transferler göz önüne alındıktan sonra 2008 yılı için yoksulluk oranı %12,4 olmuştur ki bu da Macar hükümetinin halkı krizin olumsuz etkilerine karşı bir nebze de olsa korumayı başardığına işarettir. Her ne kadar sosyal harcamaların GSYH’deki payı serbest piyasa ekonomisine geçişten sonra çok gerilemese de bazı kalemlerde harcamalar gerekenin çok altında kalmıştır. Özellikle sosyalist dönemdeki altyapı ve fabrikaların özelleştirilmesi ve sanayisizleşmenin sonucu olarak katlanan işssizliğe karşı yeterli önlem alınmamıştır. Bu da emek piyasasından tümüyle ayrılmak zorunda kalmış grupların ve hiçbir kamu ya da özel yatırımın yapılmadığı metropolden uzak yerleşim yerlerinde yaşamak zorunda kalmış vatandaşların çoğalmasına yol açmıştır. Bu bireylerin faydalanabileceği sosyal transferler ise oldukça sınırlıdır. Emeklilik ödemeleri, sosyal konut harcamaları ve eğitim alanlarındaki yatırımların yetersizliği yaşlıların yoksulluk sınırı altında yaşamalarına, evsizlik sorununun katlanarak çoğalmasına ve eğitimin giderek kalitesizleşmesine yol açmıştır. Ayrıca, krizle birlikte sürdürülemez hale gelen borçlanmaya dayalı tüketim harcamaları da sosyal politikaların eksikliğinin yarattığı sorunları perçinlemiştir. Buna dış sermaye yatırımlarına bağlı büyüme modelinin zorladığı düşük ücret politikaları da eklenince Macaristan’da yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinin neden yıllar içerisinde diğer Visegrad ülkelerine göre daha fazla yükseldiği belki daha iyi anlaşılabilir.
Orta ve Doğu Avrupa’da vatandaşların gözünde siyasi ve ekonomik liberalizmi birbirinden ayırmak bir hayli zordur. Sosyalist rejimin ardından yaşanan demokratik reformlar serbest piyasa ekonomisinden bağımsız olarak düşünülmemiştir. Yine de yukarıda bahsedilen ekonomik etmenlerin yanı sıra Macaristan seçmenlerinin demokrasiye ve kapitalizme geçiş ile ilgili görüşleri de diğer Visegrad ülkelerinden farklıdır. Tablo 2’de bölge vatandaşlarının ne kadarının siyasi geçiş döneminin başı olan 1991 yılında ve finansal krizin ardından demokrasiyi ve piyasa ekonomisini onayladıkları sunulmaktadır. Tablodan da anlaşılacağı üzere Macaristan her iki konuda da çok daha şüpheci bir vatandaş kitlesine sahiptir. Reel sosyalizmin çöküşünün hemen ertesinde ülke nüfusunun %74’ü demokrasiye geçişi onaylarken bu oran 2009 yılına gelindiğinde %56’ya kadar inmiştir. Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya’da ise demokrasiye olan inançta benzer bir değişim gözlenmemiştir. Yine aynı şekilde Macar halkı kapitalizme geçişi 1991 yılında %80 oranında onaylarken 2009 yılında yalnızca %46 piyasa sistemine güvenmeye devam etmiştir. Diğer Visegrad ülkelerinde de ufak da olsa gerileme yaşansa da Macaristan’daki düşüş bölge ortalamasının çok üstündedir. Demokrasiye ve kapitalizme karşı duyulan memnuniyetsizliğin bu denli hızlı artışının sebeplerinden biri küresel krizin olumsuz etkilerinin çok daha derin ve sarsıcı olmasıdır.
Tablo 2. Demokrasi ve Piyasa Ekonomisine Dair Görüşler
Demokrasiye Geçişi Onaylıyor musunuz? |
Piyasa Ekonomisine Geçişi Onaylıyor musunuz? |
|||
1991 |
2009 |
1991 |
2009 |
|
Çek Cumhuriyeti |
80 |
80 |
87 |
79 |
Macaristan |
74 |
56 |
80 |
46 |
Polonya |
66 |
70 |
69 |
66 |
Slovakya |
70 |
71 |
80 |
71 |
Kaynak: PEW Araştırma Merkezi
Macarların çoğunluğu için demokrasi maddi koşulların iyileşmesi ve varoluşsal güvenlik ile özdeştir. Ancak, rejim değişikliğiyle beraber sosyal eşitsizlikler büyümüş ve daha az eğitimli ve daha az kalifiye emekçiler ile sanayisizleşme sonucu geri kalmış bölgelerdeki vatandaşların hayat standartları giderek kötüleşmiştir. Tüm bunların sonucu olarak, Macarların büyük çoğunluğu siyasi dönüşümden yirmi yıl sonra ekonomik durumlarının komünist dönemden daha kötü olduğunu belirtmiştir. 2009’da ülke genelinde toplumun maddi koşullarının daha önceki rejime göre gerilediği görüşünü öne sürenlerin oranı Macaristan’da %72 civarındadır. Aynı oran Slovakya’da %48, Çek Cumhuriyeti’nde %39 ve Polonya’da ise %35 civarında kalmıştır (PEW, 2009). Serbest piyasa ekonomisinin getirdiği tatminsizlik Visegrad bölgesi ve bilhassa Macaristan için siyasal alanda demokrasiye olan güvenin yitirilmesi anlamına gelmektedir. Siyasal rejim sadece liberal demokratik değerleri benimsemek açısından değil, maddi koşulları iyileştirmek ve devletin vatandaşlarına ekonomik ve varoluşsal güvenlik sağlaması bakımından önemlidir. Macar halkı arasında liberal bir sistemin hayatlarına olumlu katkıda bulunacağına dair şüpheler oldukça yüksektir ve bu açıdan demokratik bir lideri daha tercih edilebilir olarak görmemektedirler.
Reel sosyalizmden kapitalizme geçilmesi halkın devletten beklentilerini azaltmamış ve Macarlar ekonomik refah, devletin yeniden bölüşümdeki rolü ve demokrasinin temel değerleri arasında sıkı bağlar olduğuna inanmaya devam etmişlerdir. Diğer Visegrad ülkelerinde de benzer kamu görüşleri olsa da özel sektöre ve serbest piyasa ekonomisinin işleyişine duyulan güven daha yüksektir. Bu yüzden sosyalizmin çöküşünden itibaren Macaristan’da başa gelen hem sol hem de sağ partiler bazı sosyal harcamalarda önemli kısıtlamalara gitmemişlerdir. Fakat giderek artan yoksulluk ve gözle görünür hale gelen gelir dağılımı adaletsizliği seçmenlerin rejim çöküşünün ardından neredeyse aralıksız on iki sene iktidarda kalan sosyal demokrat ve diğer sol partilere karşı duydukları hoşnutsuzlukları hiç şüphesiz artırmıştır. Bu durumu sol muhalafetin hâlâ büyük ölçüde eski elitlerden oluşması ve ülkenin IMF’nin kurtarma programına muhtaç olmasının sorumlusu olarak görülen Gyurcsany gibi daha önceki başbakanların hala sosyal demokrat partinin lideri olması gibi sebepler daha da derinleştirmiştir. Sonuç olarak Macar halkının alternatif arayışları Fidesz gibi sosyal ve kültürel konularda muhafazakâr, ekonomik konularda ise ulusalcı bir çizgi izleyen sağ partilere doğru kaymış ve krizi izleyen ilk seçimlerde Orban başbakan seçilmiştir.
Krizin faturası olarak artan bir bütçe açığı ve 20 milyar avroluk IMF borcunu devralan başbakanın ilk icraatlarından biri vergi sistemini yeniden şekillendirerek gelir vergisini %16’ya sabitlemek, telekomünikasyon, enerji, medya ve finans sektörlerinden ise kriz vergileri almak oldu. Bu tür vergiler daha sonra sistemin bir parçası haline geldi ve düzenli olarak toplanmaya devam etti. Önceki vergi sistemi büyük ölçüde emekçilerin sırtından elde elde etmeye odaklıydı ve çok-uluslu şirketlere birçok vergi imtiyazı tanımaktaydı. Örneğin, 2000 yılındaki vergi indirimlerinin %90’ı yabancı sermayeli firmalara tanınmıştır. Bu şirketler ihracatta ve kârlılıkta büyük pay sahibi olsalar da istihdamdaki payları %20 ile sınırlı kalmıştır (Pitti, 2010). Çok-uluslu şirketlerden alınan vergilerin bir hayli az olması yıllar içerisinde kamu bütçe dengesinin bozulmasına, artan borçlanmaya ve mali yetersizliklere neden oldu. Ayrıca, yerel sermayedarların aleyhine haksız rekabet koşulları yarattı. Macar bankacılık ve finans sistemi de küçük yerel işletmelere kredi vermektense daha kârlı bulduğu çok-uluslu şirketlere ve hanehalklarına kaynak sağlama yolunu seçtiğinden yerel firmalar finansal olarak bir hayli kısıtlandılar. Dolayısıyla, Orban kriz vergileri adı altında yabancı sermayeden ve çok-uluslu şirketlerden ek vergiler almaya başladığında Macar yerel sermayesine rekabet gücü kazandırdı. Bu vergiler her ne kadar birçokları tarafından ayrımcılık olarak görülse de yerli işletme sahiplerine geçmiş hükümetlerin sağlamadığı imkânlar verdi ve Macar burjuvazisinin bu kesimi için Orban’ın popülerliğini artırdı.
Macaristan’daki sol hükümetler daha önce bahsedilen düşük ücret politikalarının yarattığı sorunların üstesinden gelebilmek ve meşruiyetlerini tüketim yoluyla devam ettirebilmek için düşük faizli borçlanmayı teşvik ettiler. Bunun sonucu olarak 1990’ların sonundan itibaren tüketici kredileri ve ipotekler hızla arttı ve hanehalkı borçlanmasının büyük kısmı döviz cinsinden oldu. Fakat 2008 krizi ile beraber patlayan tüketim balonu ve geri ödenemeyen döviz üzerinden alınmış ipotekler birçok Macarın evini kaybetmesine ve iflas etmesine yol açtı. Sadece 2005-2008 yılları arasında 3,8 milyon kişinin yabancı para cinsinden ipoteği olduğu hesaplanmıştır. Forintin krizden sonra değer kaybetmesiyle hanehalkları aniden kendilerini altından kalkılamayacak bir yükün altında buldu ve Orban’ın en önemli ekonomik hamlelerinden biri borçlu hanelere yardım etmek oldu. 2010’daki seçimi izleyen yıllarda elektrik, su, gaz gibi hizmetler sağlayan şirketleri hanehalklarından alacaklarını azaltmaya ve bankaları da döviz cinsiden ipotekleri olan müşterilerinin kayıplarını belli ölçüde karşılamaya zorladı. Orban, ayrıca ek kaynak yaratmak için zorunlu bireysel emeklilik fonlarını kamulaştırdı ve 2013 yılında ucuz kredi imkânlarından faydalanarak IMF’ye olan borcunu kapattı. Muhalefet hükümetin ekonomik politikalarının sürdürülemez olduğunu ve neredeyse tamamının AB fonları ile finanse edildiğini iddia etse de Macar orta sınıfı ve yerel burjuvasi için bu tür adımlar oldukça kazançlıdır ve Orban’ın bu kesimler için vazgeçilmez bir lider olması şaşırtıcı değildir.
Her ne kadar 2010’da seçimle iktidara gelen Orban hükümetinin Macaristan’da uyguladığı demokrasi dışı politikaları birebir küresel krizle açıklamak mümkün olmasa da bölge ülkelerinde tarihsel süreçler nedeniyle zaten halk arasında yaygın olan demokrasiye ve piyasa ekonomisine dair şüpheleri artırdığı aşikârdır. Bir yandan çevre ekonomilerinin kırılganlıklarını su yüzüne çıkarması diğer yandan dış sermaye ve yatırımlara bağlı büyüme modelinin sürdürülemez olduğunu göstermesi açısından 2008 küresel krizi bu ülkelerde demokratik gerilemeyi tetiklemiş ve ekonomik milliyetçiliğin önünü açmıştır. Reel sosyalizmin çöküşünden sonra siyasi elitlerin refah ve yeniden bölüşüm politikalarını ihmal ederek serbestleşmeye yoğunlaşmaları Macaristan halkının özellikle sosyal demokrat muhalefete olan güvenini zedelemiş ve orta sınıfın giderek daha korumacı ve milliyetçi partilere oy vermesine yol açmıştır. Ayrıca ekonomik elit yıllar içerisinde dış ve büyük sermaye ile olan ilişkiler ekseninde kutuplaşmış ve ulusal kapitalist sınıfın hayal kırıklığı büyümüştür. Son olarak Fidesz iktidarı döneminde her ne kadar sağlam temellere dayanmasa da hızlı büyüme, artan istihdam ve reel ücretlerde istikrarlı bir artış yaşanmıştır. Seçmenler için Orban’ın ekonomik performansı temel bir ölçektir ve önceki rakiplerinin başarısızlıkları ile karşılaştırıldığında şüphesiz daha tercih edilebilirdir. Aslında komşu ülkelerdeki anti-demokratik liderlere bakıldığında Orban’ın başarılı ekonomik modelini meşrulaştırma aracı olarak kullandıkları görülebilir.
Kaynaklar
Eurostat (2018). Real GDP Growth Rate. https://ec.europa.eu/eurostat/web/products-datasets/-/tec00115&lang=en
PEW Araştırma Merkezi. (2009). The Pew Global Attitudes Project 2009. Two Decades after the Wall’s Fall: End of Communism Cheered but Now with More Reservations, Washington: Pew Global.
Pitti, Z. (2010). Economic Performance Contra Social Expectations, Budapeşte: Napvilág Kiadó.