Laik Mahallenin Bir “Öteki”si Olarak Trabzon

Türkiye’de insanların kendilerini aile büyüklerinin, özellikle de babaları ya da baba tarafından dedelerinin memleketleriyle tanımlamaları oldukça yaygın bir gelenektir. Yurtdışında, örneğin Parisien(ne) ya da Londoner olmak için Paris ya da Londra’da bir kuşak yaşamış olmak bile yeterlidir, fakat ülkemizde üç-dört kuşaktır İstanbul’da (ya da diğer büyük şehirlerin birinde) yaşayan insanların, kökenlerinden kopmayarak kendilerini hâlâ Niğdeli, Ordulu, Mardinli vesaire olarak tanımlamalarına sıklıkla tanık olmuşuzdur. Bireylerin doğdukları şehirler temelinde farklı kimlikler kazanmaları modern anlayışta zaten başlı başına sorunlu bir tavır iken, Türkiye’de sadece kişinin değil, onun ailesinin yerel kökeni de kimliğin oluşumunda son derece etkilidir.

Ülkemizde endüstriyel ilerlemenin sınırlı bölgelerde yoğunlaşması kentler arasında devasa nüfus farklılıklarını doğurmuş, uluslaşma sürecinin tabana etkili biçimde yayılamaması ise farklı bölgelerde birbirine benzer yurttaş kimliklerinin oluşturulması amacında başarısızlığa sebep olmuştur. Bu sebeple Türkiye’de farklı bölgelerde yaşayan insanlar yaşam tarzı ya da gelenekler bakımından da belirli derecelerde farklılaşmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de, aile kökeninin dayandığı bölge ve şehirler, esas olarak kişinin kültürel, etnik ve mezhepsel kodlarını açığa vurdukları için önemlidir. Nitekim, bu durum Türkiye’de oy kullanma pratiklerine de yansır. Gerçekten de, hemen her seçimde Kürt yoğun bölgelerde HDP, kıyı Ege ile Trakya’da CHP üstünlüğü oluşurken, seçim haritasındaki diğer iller AKP’nin turuncusuna boyanır. Tabii aynı partinin birinci çıktığı şehirlerin arasında derece farkı da olabilir; örneğin Antalya, Bursa ya da Kocaeli daha “mutedil” AKP’li iken, Konya, Rize, Çankırı gibi şehirler her seçimde âdeta tulum çıkarır ve bu siyasi tercihler söz konusu şehirlerin kimliklerinin de ayırt edici bir niteliği haline gelir.

Trabzon bu noktada akla ilk gelen şehirlerden birisidir. Zira Trabzon’da AKP’nin oy oranının “ülke normallerinin” bile oldukça üzerinde seyretmesine ek olarak, şehrin koyu sağ siyasi yönelimi çoğu zaman ayrıksı olaylarda da kendisini gösterir. Hrant’a kurşun sıkacak kişinin -sanki İstanbul’da adam kalmamış gibi- Trabzon’dan bulunup getirilmesi, sol grupların eylemlerine kitlesel tepkilerin en yoğun olarak Trabzon ve civarında gösterilmesi veya muhalefetin El-Ezher’de eğitim almış cumhurbaşkanı adayına “Seçilirseniz Kuran’ı yasaklayacak mısınız?” gibi bir sorunun ancak Trabzon’da sorulabilmesi bu konuda manidar örneklerdir. Eskiden sahip olduğu kozmopolit kimliğe rağmen zaman içerisinde monolitik bir kültürel yapıya bürünmüş olan şehir, varlığıyla başlı başına bir “sağcılık simgesi” gibi görülüyor, hatta tam da bu yüzden, CHP’nin İstanbul belediye başkanlığı için bulduğu adayın Trabzonlu olması sağ seçmene uzatılan bir zeytin dalı olarak değerlendirilebiliyor. Aynı zamanda Trabzon’un, Erdoğan’ın memleketi Rize ile birlikte ülkedeki siyasi kadrolaşmadan ve ihale dağıtımından en fazla nasiplenen yer olması da Trabzon’un bu yaygın imajına önemli derecede katkıda bulunuyor.

Ülkede sağ siyasi akımların, özellikle de AKP’nin kayıtsız şartsız takipçilerine yönelik olarak sosyal medyada sıkça kullanılan hakaretamiz bir yakıştırma var: Çomar. Bu tabir, anlayışsız, hoşgörüsüz, kaba, bağnaz biçimde dindar, kendisi gibi olmayanı bastırmaya çalışan, her türlü ilericiliğe karşı, sanattan, edebiyattan anlamayan ve menfaatine düşkün insanları tanımlıyor. Takip edebildiğimiz kadarıyla, tabirin aslı “Anadolu Çomarı” idi ve önceleri esas olarak İç Anadolululara söyleniyordu. Fakat tabirin mekânsal karşılığı zamanla genişledi ve sol/seküler siyasetin başarı kaydedemediği her şehir için, dolayısıyla Trabzon için de kullanılmaya başladı.

Bununla birlikte, bu noktada Trabzon’un benzer yakıştırmalara hedef olan şehirlerden ayırıcı bir özelliği söz konusu; o da Rumluk “ithamı”. Yani Trabzon bir taraftan Anadolu’nun “geri” kültürel değerlerine ve sağ siyaset kodlarına aşırı biçimde bağlı bir şehir olarak resmedilirken, paradoksal biçimde aslında Türk ya da Müslüman kökenli olmadığı, bugün savunduklarının kendisine geçmişte dayatıldığı ve böylece zaman içerisinde “kraldan çok kralcı” hale geldiği vurgulanıyor. Laz tabirinin çağrıştırdığı “sevimlilik” ve “uyumluluk”, “geleneksel düşman” olan Rum/Yunan kimliği ile dengeleniyor ve kendilerini milliyetçi de sansalar Trabzonluların (ya da Doğu Karadenizlilerin) siyasi aktiviteleri Türk ulusçuluğunun ve modernleşmesinin antitezi gibi görülebiliyor. Henüz birkaç hafta önce bir CHP milletvekilinin Kadir Mısıroğlu gibi karikatür bir şahsiyeti eleştirmek için onun Trabzonlu olmasından yola çıkması ve onun fikirlerindeki uçukluğu muhtemel Rum kökenine bağlaması bu anlamda dikkat çekicidir. Aynı zamanda, bölgenin en önemli sivil toplum kuruluşu niteliğindeki Trabzonspor’dan özellikle sosyal medyada yoğun biçimde “Pontuslular/Pontusspor” olarak bahsedilmesi de yine bu çerçevede değerlendirilebilir. Bilhassa şike soruşturması sırasında, Fenerbahçe “Cumhuriyet’in son kalesi” gibi bir imaja yerleştirilirken, Trabzonspor’un ülke üzerine oynanan kirli oyunlardan nemalanmaya çalışan işbirlikçi bir unsur olarak tasvir edilmesi kayda değerdir (Örneğin o dönemde, Türkiye’nin en eski ve en fazla satılan mizah dergilerinin birinde yayımlanan bir karikatürde bordo-mavi bereli biri, “dış mihrakı” temsil eden UEFA yetkilisine elinde bazı silahlarla geliyor ve “Fenerbahçelilerin Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya kaçırdıkları silahları da getirdim,” diyordu).

Dolayısıyla, Trabzon laik mahfillerde hem yaşam tarzı hem de köken bağlamında geçerli olan ilginç bir ötekileştirme ile karşı karşıya bulunuyor ve Temel’in sempatikliğinin yerine iktidarın kendisine verdiği payeyle iyice semiren, anlayışsız ve yeri geldiğinde zorba, hatta “Bize her yer Trabzon!” sloganında ifadesini bulan bir şehir şovenizmini takip eden, Anadolu’nun “geri” âdetlerine sıkı sıkıya bağlı iken aslında Türk ya da Müslüman kökenli bile olmayan insanların oluşturduğu bir yer olarak algılanıyor. Bu algıya, gerçek dünyada muhalif damarın güçlü olduğu kıyı Ege ve Trakya’da çeşitli örneklerde rastlayabilmek mümkün iken, daha net örnekler anonim hesaplar ile yorum yapılabilen sosyal medya kanallarında göze çarpıyor. Sözgelimi, yazarlarının bir bölümünü AKP’ye muhalif, Kemalist insanların oluşturduğu Ekşi Sözlük’te “Türkiye’de en itici insanların bulunduğu şehir” diye bir başlık var. Bu başlığa “şukela modunda”, yani en fazla oy alanlar sıralamasında baktığımızda ilk altı entry’nin Trabzon olduğu görülüyor (yedincisi ise Rize). Bu durum belki de Türk modernleşmesinin Batıcı perspektifiyle el ele giden bir dışlayıcılığın tezahürü olarak görülebilir. Yani hem yaşam tarzı olarak Batılı niteliğini taşımadığı hem de esasında Türk de olmadığı düşünülenlerin modernleşmeci zihniyet çerçevesinde daha kolay biçimde ötekileştirilmesi ve bunun toplumun Batılı değerleri en fazla içselleştirmiş olduğuna inanan kesimi tarafından yapılması gibi bir durum.

Sert kimlik ayrımları çağında yaşıyoruz ve bu iklimde karşımızdakileri sürekli etiketliyor, belirli gruplar bağlamında kendimizi ne olduğumuzdan fazla ne olmadığımızla tanımlıyoruz. Buna mukabil farklı etnik, dinsel, kültürel ya da bölgesel kimliklerimiz, çoğu insanın gözünde bize siyasi pozisyonumuzu örtülü de olsa âdeta paketlenmiş olarak veriyor. Tabii ki bu, diyalektik bir süreci de beraberinde getiriyor. Kökeni itibarıyla belirli bir siyasi çizgide bulunması beklenip, diğer herhangi bir siyasi oluşumda yer alması varoluşsal olarak pek mantıklı bulunmayan insanlar etiketlendikleri siyasi kimliklerine daha da bağlanarak bunu kişisel kimliklerinin bir parçası haline getirebiliyor ve karşı tarafta benzer bir tepkiyi tetikleyebiliyorlar. Şüphesiz ki bu durumu Türk siyasi kültürünün bir türlü bireyci bir nitelik kazanamaması ve insanların kendilerini “isim-soyisimlerinden” çok hâlâ yoğun olarak belirli kitlelerin, cemaatlerin mensubu olarak anlamlandırmaları çerçevesinde tartışmak gerekir. Türkiye’de insanların, herhangi bir bütünün parçası oldukları için değil, bireysel kimlik olarak değerli ve önemli olduklarını kavramaları ötekileştirmeden uzak daha ideal bir siyaset anlayışına kapı aralayacaktır.