Sencer Ayata, orta sınıf ailelerde salon kullanımını anlatan 1988 tarihli makalesinde[1], salonu “iç ev” dışında kalan ve “simgesel tüketimin” yapıldığı bir alan olarak işaretler. Salon için olağan bir yaşam alanı denilemez. Evin neredeyse yarısını işgal etse de, orada pek yaşam sürülmez. En iyi ihtimalle çocukların saklambaç oyunlarında olağandışı saklanma yerlerine hizmet edebilir. Misafirler geldiğinde ev halkı onlar karşısında olağan şekillerde, alıştıkları gibi duramazlar. Rahatça oturamaz, gündelik ev içi hallerini sergileyemezler. Hatta orası, misafir gelmedikçe veya başkaca törenler icra edilmedikçe memnu mıntıka olur. Kokusu, dokusu, ısısı, aydınlatması da farklı bu mutena yaşamama alanında, “gösterişli tüketim” gerçekleşir. Yani orada hayatta kalmak için gerekli temel gereksinimlerden uzak bir tüketim ortaya çıkar. Ev halkı, misafirlerle beraber hiç yemedikleri, içmedikleri şeyleri tüketirler. Bu sırada gündelik konuşmalardan uzak, çoğu zaman yapay sohbetler cereyan eder. Hatta orası açılınca evin diğer taraflarındaki pespayelik ortaya çıkmasın diye, diğer kapılar kapatılır; iç evin muhtemel derbederliği gözlerden uzak tutulur.
Ayata, çok da eski tarihli olmayan bu metinde, böyle bir salon kullanımını, “son birkaç on yılda” ortaya çıkan yeni bir sosyal görüngü gibi işaretler. Ama birkaç on yılda yeni dönemlerin ortaya çıktığı ve kapandığı bir zamanda, görüngüler çok hızlı kaybolurlar. Yaklaşık otuz yıl önce adı konulan “modern-sonrası” adlı dönemin bile eskidiği, “hakikat-sonrası”, “insan-sonrası” gibi adlar alabilen hızlandırılmış bir tarihyazımı içerisinde, artık salonların gösterişli tüketimin mekânı olmaktan çıktığı kolaylıkla söylenebilir. Ağır misafir ağırlamak için, örneğin altın toplama günleri için kadınların dışarıda toplandıkları hızlıca söylenebilir. Sadece misafirler değil, ev halkı da artık her fırsatta soluğu dışarıda almaya başlar. Pazar sabahlarının evde gazete okunan, kahvaltı yapılan zamanları da son bulmaya başlar. Orta sınıf aileler, sadece misafirleri değil, kendilerini de evden dışarı atarlar. Hane sakinleri de birer misafir gibi eve girip çıkmaya başlarlar.
Sadece salonun değil, başka azaların da yersiz olmaya başladığı, giderek daha da büzülen evlerde, hane üyeleri birer pansiyoner gibi var olmaya, kendi başlarına ev içerisinde gezinmeye başlarlar. Artık tüm dairelerde bulunan Hilton banyonun ima ettiği gibi, bir otelde olma duygusu hâkim olur. Beraber yemek yeme töresi kayboldukça, geniş yemek masasının yerini işlevli zigon sehpalar alır. Bu sehpaların dördü beşi üst üste yer işgal etmeden durabilirler. Hane sakininin kendi inisiyatifiyle hazırladığı ve hoşlandığı şeylerle doldurduğu yemek tepsisi kalkınca yerini dizüstü bilgisayar alır. L kanepenin geniş kenarlığına yerleştirilmiş atıştırmalıklarla beraber dijital uzamdaki sonsuz sayıdaki film ve dizilerden birisi açılır. Oysa geleneksel oturma odasında, televizyon izlemek bile bir genişliği ve uygun şekilde konum almayı gerektirirdi. Televizyonun dibine girmemek ve cihazı kenardan görmemek için odanın belli bir düzende ve genişlikte olması gerekirdi. Ancak aynı zamanda iyi birer medya alıcısı olan her pansiyonerin kendi cihazını karşısına aldığı bir ortamda, L kanepenin sığabileceği bir genişlik de yeterli olabilir. Kanepe, izlence son bulduğunda yatağa dönüştüğünden, odanın bu genişlemeye de tahammül göstermesi beklenebilir.
Hasan Ünal Nalbantoğlu, zamanımızın en önemli görüngülerinden birisinin kütüphanelerin kaybolması olduğunu sıkça söylerdi. Kütüphaneler, yine zigon sehpa üzerindeki dizüstü bilgisayarlarda bilkuvve mevcut olduğundan, kitaplara ayrılacak raflara ve dolayısıyla ayrı bir çalışma odasına da gerek kalmaz. Pansiyonerler arasında paylaştırılan zigon sehpalar, orta sınıf kentsoylu ailenin yeme, çalışma, izleme gereksinimleri için uygun bir genişlik yaratır. Yerleşme sorununa sadece hacmi artan giysiler sebep olabilir. Yeterli ve iyi tasarlanmış dolaplar gerekli olabilir. Ama bir zamanlar misafirler için bekletilen yorganlar, yastıklar, çarşaflar, terliklerden boşalan yerlere kolaylıkla sığabilirler.
Artık bir aile bağı içerisinde oldukları şüpheli olmaya başlayan ev sakinleri için dip dibe ilişki kurmalarına mani olacak uygun açı ve mesafe gereksinimi ortadan kalkar. L kanepeyle uygun yerleşime sahip sehpalar bu yan yanalık için yeterli olabilir. Ayrıca yine bir başka orta sınıf aile töresi gereği, yakın saatlerde yatağa giren, ışıkların aynı anda söndüğü evlerden, bir pansiyon özerkliğine geçişle birlikte, evdeki insan sayısı kadar yatak yerleştirme gereksinimi de çok yakında, neyin-sonrası olacağı kestirilemeyen başka zamanlarda ortadan kalkabilir. Öğünler gibi uyku saatleri de şaştığından, bir denizaltında gibi “sıcak yatak” uygulamasıyla, uykusunu alanın kalkıp yerini uykusu gelene teslim ettiği bir vardiya düzeniyle, yatakların evden talep ettiği genişlik de ortadan kalkabilir. Oturduğu yerde içine kapanan, hemen dibine oturduğu ekran yüzeyinde kendi iç odalarında gezinen hane üyeleri için, hem oturulan hem de yatağa dönüşen rahat bir koltuk ve Hilton banyo yeterli olmaya başlar. Yerleşik hayattan “çekyat” hayata tekrar dönüş gerçekleşir.
Böyle bir yeni zaman göçebeliğiyle beraber, kentli orta sınıfların, biraz da modern nitelikte, her şeyi ayırma huyuyla, herkese bir mahremiyet alanı ve dolayısıyla ayrı odalar yaratma gereksinimi de ortadan kalkmaya başlar. Gizlilik saklılık için, özellikle akıllı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar marifetiyle çözümlerin arandığı ve hayatların evin dışına taştığı yaşam biçimleri içerisinde, odasına kapananın tek yapabileceği uyumak olabilir. Böyle bir odada, aralıksız yüzeyine dokunduğu bir ekran yüzeyinde yapamayacağı ne kalmış olabilir. Yaşamların hep başka yerlerde olduğu ev ortamında ebeveynlerin akıllarının da başka yerlerde olma ihtimali artar. Çocukların mahremiyet zemini, aşırı ihtimamla karışık bu kayıtsızlık alanı olabilir. Bu durumda, orta sınıf aile olmanın imkânı, evin azalarını teker teker tasfiye ederek, dar bir yerde toplaşmakta aranabilir. Zaten orada olmayan çocukların kaçabilecekleri fazladan bir yer kalmamış olabilir böylece. En azından, birleştirildiklerinde genişçe bir sehpaya dönüşebilen zigonlar sayesinde bir arada yeme ihtimalleri artabilir.
Bu durumda, Sencer Ayata’nın yakın zamana ait yeni bir görüngü gibi işaret ettiği salon kullanımı bir yana, zorunlu ihtiyaçlar dışında neredeyse tüm evi tasfiye etmeye imkân verecek bir orta sınıf yaşam biçiminin ufku içine girmiş olduğumuzu fark edebiliriz. Ama kapitalizm denilen kendine devrimci bir tertibat, önce yurttaşların yaşam şekillerini değiştirip, sonra bu değişime uygun çözümler üretir. Herkesin birbirine inşaat yapıp sattığı ülkemizde, son dönemlerde 1+1 dairelerin artmasından, müteahhitlerin toplumbilimcilerden çok önce bu değişimi kavradıkları fark edilebilir. Küçük dairelerin, sadece evlilik dışı ilişkilere, kaçamaklara değil, değişen bir yaşam formuna cevap verdiği de gözlenebilir. Ancak 1+1 yaşam formunun görece çevre dostu teklifler taşıdığı da iddia edilebilir. Neredeyse yan yana duran bünyelerin ve cihazların yarattığı ısıyla kendi halinde ısınan bu evlerde, az eşyayla, istiflemeden var olmak zorunludur. Böyle dar mekânlarda, gösterişli tüketimden sıyrılan bir hayatın içindeki fazlalıklar, aşırılıklar da bir ihtimal fark edilebilir.
[1] Sencer Ayata, “Kentsel Orta Sınıf Ailelerde Statü Yarışması ve Salon Kullanımı”, Toplum ve Bilim, sayı. 42, 1988, s. 5-25.