Şantiye Yazıları, Derviş Aydın Akkoç’un Everest Yayınları’ndan çıkan ve denemelerinden oluşan kitabı. Akkoç, denemelerinde insana temas ederken arka planda sürekli bir melankoli havası sezdiriyor. Bu melankoli, kentte nefes alıp veren modern insanın yaşamı kavrayış biçiminden kaynaklı acizliklerini, çıkmazlarını, soluk alıp veremeyişlerini ortaya seren bir melankoli.
Kitapta, çoğunlukla kent hayatı ve kent insanının yaşama biçimi, kültürü üzerine şekillenen denemeler var. İnsanın dünya üzerindeki ilk ânından bugüne değin bir “tarihsellik vurgusu” denemelerin her zaman taşıyıcı yüklerinden birini oluşturuyor. Bu vurguyla birlikte sıkıntı, keder, varoluş gibi genel kavramları sorgulamayı seven bir kategori var yazarın evreninde. Hep bir Turgut Uyar dolaşıyor cümle aralarında. Tüm yazıları; sıkıntı, çıkmazlar, çaresizliklerin de getirdiği “her şey işte böyle oldu ve oluyor” cümlesinin parantezinde okuyoruz.
Dikkatimi çeken bir nokta Akkoç’un avuntuyu sürekli şairlerde bulması. Denemelerden bazıları bir şiirin dizesiyle sonlanıyor. Yazarlarda, düşünürlerde, avuntu ve teselli arayışları bazen müzikle bazen sessizliğe övgü ile karşılık bulurken bu denemelerin dünyasında müziğin vurgulanan bir “çıkış noktası” olmaması diğer dikkat çeken noktalardan. Tersi de söylenebilir. Denemelerin başlangıç noktaları da şiirlerden parlamış olabilir. Burada bir karşıtlık tespiti yapabiliriz. Lafı düzyazıyla uzatmak ya da kısaca şiirle ifade etmek. Konuşmak ve sessizlik de olabilir bu karşıtlık. Bütün denemeler bir şairin yaşama tecrübesine karşılık gelse, sanırım bu şair Turgut Uyar’dan ziyade Cahit Sıtkı Tarancı olurdu. Ölümün hep kapıda beklemesi gibi bir sonraki sayfada hep bir “yaşıyor olmayı kabullenememe” söz konusu. “Çölde bir yolcu gibi yalnızlığım içimde / Kavrulup gidiyorum.”
Denemelerinin birinde şu ifadeyi kullanıyor Akkoç, bence önemli bir detay. “Felsefi ıvır zıvır”. Birçok felsefeciyle kitap içerisinde tartışmasına rağmen kullanıyor bu ifadeyi. Birçok denemede felsefi referanslar vermesine rağmen bu ifade; içerisine kapatıldığımız bütün hapishanelere, o hapishanelerin içerisine de defalarca girmiş birisinin söyleyebileceği bir söz. Çıkış yolunun katı felsefi söylemlerle değil de bir tas sıcak çorba, bir avuç tuz, bir ikindi serinliğinde de bulunabileceğine inanan bir yazar.
Akkoç’un denemelerinde “bütün olup bitenlerin dışına çıkma” isteği olan bir ses konuşuyor sürekli. Bir nehirde küçük bir çakıl taşı olmak, esip geçen fırtınalarda bir yaprak olma isteği. Düşünürlere olan referansları neredeyse zorda kaldığı için yapılmış diyesim geliyor. Kaskatı kesilmiş dünyanın beyhudeliği bütün denemelerin görünmeyen bir yüzü. Görünen yüzlerinde bozuk paralar, radyo sesleri, elinde sigarasıyla bekleyen fabrika işçisi Ahmet Abi, “bırak bu ayakları” diye bağıran esnaflar, fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu. Hayati önem taşıyan müthiş detaylar.
Bütün bunların yanında yazarın pek de ıvır zıvır sayılmayacak olabildiğince katı, detaya inen denemeleri de var. Marksist teoriden 12 Eylül’e, Hannah Arendt’ten Freud’a giden bir alan. Ne üzerine yazacağına karar vermemiş ya da verememiş bir yazar diyebilir miyiz Akkoç için? Yazma alanını sınırlamak dolaylı olarak düşünme alanını da sınırlamak anlamına gelir. Yazarların farklı disiplinlerden ilham almaları, yapısal çözümlemeleri yazma eylemine uyarlamaları, yazmaya verdikleri anlama ve yazış tarzlarına göre değişir elbette. Akkoç, hiçbir alanı boş bırakmak istemiyormuş gibi bir üsluba sahip değil. Yazdıklarından yola çıkıp neyi yazmak istemediğine dair birkaç yorum da yapabiliriz. Bu denemeleri yazan kişi futbol hakkında, tasarım hakkında, çağdaş sanat hakkında, rap müzik hakkında yazmayacakmış gibi. Yavaş olan şeylere ilgi duyuyor çünkü. Yazı başlıklarında ve denemelerinde yavaş yavaş yürüyoruz. Sakinlik, huzursuzluk, pazar gecelerinin sessizliği. Bir kaplumbağa üslubuna sahip denilebilir. Yolu yavaş yavaş ve güvenli bir şekilde, kendi kabuğunda gitmeye çalışmak. Kafasını her dışarı çıkarışta tekrar içeri dönme isteği var. O yüzden bir Peter Pan’a gidiyor bir Çorba’ya. Bir teolojiye gidiyor bir Çorap’a.