Faytonlarda sürülen atlar bize ne anlatır? Ağzında gem denilen bir demir parçası ile saatlerce koşan bir at olmak nasıl bir duygudur? Peki, bir at ne hisseder? Ne düşünür bir at? Tüm bunlar bizi bir şeye götürür; at olmak nedir? Evet, bir at olmak nedir? Bu sorular önemli çünkü çoğu insan bu soruları hiç düşünmediğinden, bunlara hiç kafa yormadığından faytonlara koşulan atların çektiği çileyi de anlamıyoruz. Empati duygumuz daha çok türümüze dönük.
Geçimini sağlamak zorunda olan faytoncuyu bundan yoksun bırakmak, hele de bunu atlar adına yapmak bir grup insan hariç insanların büyük bölümünde kızgınlığa neden oluyor. Onların fayton olmaması halinde nasıl sefalete sürüklenirler, bakmakla yükümlü olduğu ailesinin yaşayacağı zorluklar, tüm bunlar ziyadesi ile düşünülüyor. Bu nedenle de faytonculuk faaliyeti yasaklansın diye kampanya yürüten hayvan hakları savunucuları tüm bunları düşünmeyen, üstelik daha insanların haklarının bile doğru düzgün oluşmadığı bir ülkede atların haklarını insanların önüne koyan bir tür sapkınlar güruhu gibi görünüyor.
Sahi nedir at olmak? Koşmak, yelelerini özgürce rüzgâra savurup bozkırlarda alabildiğine açık düzlüklerde koşmak mıdır? Yoksa bir arabanın önünde koşturup durmasını sağlamak için ona dizgin ve üzengi takarak bizim kontrolümüze almak mıdır? Peki, biz kimiz, neyiz, neye dayanarak çayırlarda hiçbir üzengi, eyer ya da başka bir şey olmadan koşan bir ata gem vurup, eğer takıp onu koşturma hakkını nereden aldık?
Tüm bunlar aklın empatik, sempatik mi yoksa nesne odaklı mı çalıştığına yöneltiyor bizi? Bir atla duygudaşlık kurmak çoğu zaman ya saçma gelecektir ya da fazla naif bir bakış açısı geliştirmiş, aşırı hassas bir insan damgası yemenize neden olur. Bu kadar naif olmak da gereksizdir, öyle ya, eninde sonunda atlar insan içindir.
İşte tam da bu bizi türsel bencillik dediğimiz şeye götürüyor. Türsel bencillik ve buna bağlı kayıtsızlık duygumuz olmasa faytonlara koşulan atların yaşadığı eziyeti önemserdik. İnsanlık bir atın bir caddeye yığılıp kalmasına seyirci kalmak mıdır?
Evet, atlar eziyet çekiyorlar, nedeni ise onların sahip olduğu fiziksel avantajları bizim kendi çıkarlarımız için kullanmamız. Atlar güçlü hayvanlardır, her şey den önce insanlardan çok daha süratlidirler. Bunun nedeni ise doğal düşmanları olan etoburlardan kaçabilmesidir. Gövdesinin güçlü kaslara sahip olması da bununla ilişkilidir. Doğadaki her hayvan gibi atlar da kendilerini savunabilecek bir güce sahiptirler. Arka ayakları ile attığı çifte bir kurdun çenesini dağıtabilir, önüne çıkan bir kurdun kafasını ön ayakları ile ezebilir. Tonlarca bir basınçla yapar bunu. Yani bir at koşum takımları ile bir arabanın önüne koşulup o arabayı çeksin diye var olmadı doğada, tıpkı bir öküzün tarla sürmek için sabanı peşi sıra sürükleyebilmesi için yaratılmaması gibi.
Kılsız Maymunun İşleri
Doğa her türe belirli avantajlar sağladı. Ama kılsız maymunlar olan bizler, yani homo türü belki de doğadaki en zayıf canlılardan birisi olduğu için doğadaki diğer canlılardan çok daha fazla geliştirilmiş zekâsını aslanın pençelerine, öküzün güçlü bedenine ve boynuzlarına, maymunun çevikliğine, antiloplar, zebralar ve diğer canlılar gibi hızlı koşabilme yeteneği olmadığı için geliştirdi. Böylece aslanın pençeleri olmasa da onun gördüğü işlevi görecek aletler icat edebilirdi, bir at gibi koşamasa da bir atı evcilleştirip onun hızlı koşabilme yetisinden faydalanabilirdi.
Yapılan araştırmalar köpeğin insanın yanında onunla birlikte gezerek bir karşılıklı fayda ilişkisi içinde evcil davranışlar geliştirdiğini ortaya koyuyor. Köpeklerin sürü davranışından geliştirdiği uysallık, atlar için geçerli gözükmüyor. Atlar insanlar ile dostane ilişkiler kurup duygusal bir bağ oluştursa da, atların binek hayvanı olmaya direndiği açıktır. Muhtemelen atların evcilleştirilmesi onların önce kapatılıp, sonra da binişe alıştırılması ile olmuş olmalı. Ama kesin olan şey atın buna her fırsatta direndiğidir.
Atın Kontrolünü Sağlayan Acı
Atı bir binek hayvanı yapmak, onun gem ve dizgin denen mekanizmanın verdiği acı ile onun kontrol edilebilmesi sayesinde olur. Her biri bir ata belirli bir şekilde baskı uygulamak için yapılan oldukça fazla sayıda gem tipi ve çeşidi var. Ama sonuç değişmiyor, gem atın ağzında acıya neden oluyor. Kendinizi bir atın yerine koyun, ağzınızda dişlerinizle diliniz arasındaki boşluğa yerleştirilmiş bir demir parçasını sürekli ağzınızda tutuyorsunuz. Birileri bu demiri çektiğinde damağınızda baskı ve bir miktar acı hissediyorsunuz ve bu halde sert bir asfalta yolda üstelik dolambaçlı yokuş yukarı da olabilecek biçimde, üstelik kışın soğuk havada, yazın sıcak havada gün boyu koşuyorsunuz. Eminim birçoğunuz isyan bayrağını çekerdi.
Gem öyle lanet bir şeydir ki, en maharetli ellerde en özenli şekilde kullanılsa bile, bir santimetrekarelik ağız yüzeyinde bir atın ağzına ve sinirlerine yaklaşık 50 ila 100 kilogram basınca denk gelecek aşırı bir baskı uygular. Atların kafatasında yer alan karmaşık bir sinir sistemi vardır, bir gem kullanımı bu sinir sistemini etkiler. Trigeminal sinir denilen yüz, ağız ve burun boşluğunu kaplayan salgı bezlerini kaplayan zar dokusunun duyusal ve çiğneme kaslarının hareketini sağlayan sinir örgüsünü sağlayan karmaşık bir sinir ağıdır. Bu sinir ağları atın alt çene kemiğindeki sinir dalları olarak uzanır. Gemin uyguladığı bu baskı söz konusu sinir ağlarına acı mesajı iletir. Atın hareket etmesini, istediğimiz şeyi yapmasını sağlayan şey de bu acıdır. Yani ata acı vermesek o at o arabayı sürmeyecek. Bu hareketi sağlayan şey gemden başkası değil. Gem yulara bağlı olduğundan yuları çektiğimiz anda gem sinirlere ağızda acıya yol açan bu baskıyı iletiyor. Bu acıya yol açan hareket ise gemin damağa ve dile baskı uygulayan sıkıştırma hareketidir. Ve hayvan bu acı ile başını hareket ettirerek arabacının hareketlerine cevap veriyor. Bu gemler zaman içinde damağa, dişlere hasar verir, aşınmaya yol açar.
Gemle verilen acı ile atın arabayı çekmesi, bir kölenin bir yükü çekmesini sağlayan kırbaçlama eylemi ile aynıdır. Nasıl kırbaç sırttaki sinirlere acı vererek insanın da tüm canlılar gibi bu acıyı yaşamamak için bize baskı uygulayanın isteklerini yapmamızı sağlıyorsa, at da arabacının isteklerini hem gem ve yular, hem de sırta vurulan kırbaç, bazen sert bir cisimle atın kalçalarına uygulanan dürtme eyleminden kaynaklanan acı ile arabacının isteklerini yapıyor. Olağan koşullarda bir ata istediğimiz şeyi yaptırtmamız bunlar olmaksızın mümkün değil.
Bugün sokak ortasında birisinin bir insanın ağzına bir demirle baskı uygulayarak, sırtına kırbaç vurarak, kalçalarını sert bir cisimle dürterek Çin’deki çekçekçiler gibi arabayı çektiğini görsek bunu yapana müdahale ederiz. Ama bir arabacı aynı şeyleri bir ata uyguladığında kılımız bile kımıldamıyorsa nedeni ya atların canının acımadığını düşünmemiz ya da o acıya karşı artık kayıtsız kalmış olmamızdandır.
Türcülüğe Karşı Merhamet ve Adalet
Tam da duygudaşlık yeteneğimizi hayvanlara karşı kapatan, türcü diye adlandırılan, yani insanın herhangi bir hayvandan daha üstün bir varlık olduğunu savunan bir kültür nedeni ile fayton sahiplerinin faytonculuk yapamadığında içine düşecekleri ekonomik sıkıntıyı düşünürken, atın çektiği acıyı ve yaşadığı birçok sıkıntıyı göz ardı edebiliyoruz. Sırf o faytoncular geçim kaynaklarından yoksun kalmasın diye çok zeki, çok duygusal bir canlıya eziyeti en azından katlanılması gereken bir acı olarak düşünüyoruz.
Öyle uzun uzadıya felsefi açıklamalara ya da sosyoloji bilgisini devreye sokmaya gerek yok. İnsanlar kadar hayvanların da refaha, yani iyi bir yaşama ihtiyacı ve hakkı var. İyi ve yeterli beslenebilmek, kendi varoluşsal özelliklerini kısıtlamaya uğramaksızın kullanabilmek onların da hakkı.
Şüphe yok ki konuya dair birçok şey söylenebilir ama duygudaşlık duygusunu bir at için de kullanabilirsek onların çektiği acıya son verebiliriz. Elbette iş atların yaşadıkları bu eziyetin son bulması ile bitmiyor. Evcilleşmiş atlar oldukları için doğada kendi başlarına hayatlarını devam ettirmek o kadar kolay olmayacak. Yani bu hayvanların bakıma da ihtiyacı var. Bu sorumluluğu da üstlenebilmemiz gerekiyor.
Bence burada vurucu cümle merhamet. Nasıl fayton sahiplerinin karşı karşıya kalacağı zorluklara karşı bizi duyarlı kılan merhamet duygusu ise, atlara karşı da aynı merhamet söz konusudur. Eğer insanlara atların yaşadığı eziyetin nasıl bir şey olduğunu hissettirebilirsek işin ilk adımını atmış, yolun önemli bir kısmını giderilebilmiş oluruz. İnsanların bu konuya dair geliştirdiği direnci göz önüne alarak atların yerine ikame edilecek elektrikli faytonların da çok düşük bir kira bedeli mukabili faytonculara verilebileceğini söyleyebilir ve kampanyamıza bu boyutu da eklersek, öyle sanıyorum ki direnişi kırabiliriz. Bu da oy kaygısı güden politikacıları ikna edebilmemizi sağlar.
Ama iş bunlarla bitmeyecek, o atlar için barınaklar inşa edilip burada yaşamaları sağlanmalı ama bu da bence sürecin sonu demek değil. Bu barınaklardan yavaş yavaş doğaya geçebilmelerinin, bir çayırda koşabilmelerinin imkânı sağlanmalı, böylece atlar at olarak yaşamlarını sonlandırmış olurlar.
Yani ölürlerse de özgür ve mutlu ölürler.