Şampiyonlar Ligi: Avrupa’nın Bilinçdışı Kimliği


Uluslararası ilişkilerde Avrupa’nın hâlâ cevabını bulamadığı bir sorunsal vardır: “Bir devlet başkanı Avrupa’yla konuşmak istediğinde, kimi aramalı?”

Avrupa’nın politikasına ve kimliğine dair sorunsallar çoğaltılabilir. “Avrupa” ekonomik, politik ya da askerî anlamda bir süper güç olmasını sağlayacak herhangi bir stratejiye sahip mi? Diğer ülkelerin liderlerinin iletişim kurabilecekleri bir Avrupa lideri olacak mı? Dünya siyasetini meşgul eden kritik konularda ortak bir “Avro-stratejik yaklaşım” geliştirebiliyor mu? En önemlisi, Avrupa’nın bir kimliği var mı?

1981 yılında Büyük Britanya’nın eski Başbakanı James Callaghan, Avrupalılık kimliğini o dönemdeki AET’nin (Avrupa Ekonomik Topluluğu) SSCB’yle olan paradoksal ilişkisinde buldu: “Sovyetler Birliği genişleyici bir rakip ve aynı zamanda kaçınılmaz bir ortak.”[1] Soğuk Savaş sonrasında AET’nin AB’ye dönüşümünde Belçika Dışişleri Bakanı Mark Eyskens AB’yi “Ekonomik bir dev, siyasi bir cüce ve askerî bir solucan” olarak tanımladı. Avrupa’nın hem kurduğu ilişkilerde hem de kendi yapılanmasında belirgin olan bu ikili doğası hâlâ geçerli olabilir. Ancak siyasi ve ekonomik olarak “derinleşen ve yaşlanan” Avrupa Birliği, artık tek ve güçlü bir “kimlik ve aidiyet hissi” arıyor.[2] 2013 yılında Guardian gazetesinde, altı büyük Avrupa ülkesinden altı önde gelen gazete yazarının Avrupa Birliği’nin yeniden tanımlanmasını sağlayacak altı önerisi yayımlandı.[3] Öneriler şunlardı: Bir Avrupa ideası, yeni bir demokrasi, AB’nin halka daha yakın olması, güçlü bir Avrupa ordusu, hantallaşan Strasbourg’un feshedilmesi ve bir Avrupa futbol takımı kurulması (Europe FC United). Aralarında kulağa en tuhaf gelen ve gerçekleşmesi en uzak olan öneri sonuncusu gibi görünse de Avrupa, otuz yıldır futbolun birleştirici özelliğini kullanıyor. Avrupa’nın büyük kulüpleri arasındaki maçların milyonlarca kişi tarafından televizyonda izlenmesi, entegrasyon için önemli bir faktör görüldü. FIFA Başkanı Gianni Infantino’nun sözleri bu politikanın bir ifadesi: “Salı ve Çarşamba akşamları Avrupa'nın her yerinde insanların ne yaptığını biliyor musunuz? Şampiyonlar Ligi'ni izliyorlar.”

Kimliği tanımlayan ideolojik sınırlar ulusal olsa da kolektif kimliğin daha az somut ve daha kolay “çözünebilir” olduğu modern çağda, toplumlar küresel süreçler yoluyla daha fazla (gerçek veya sanal) ekonomik ve kültürel etkileşime giriyor ve ulusal kimliğin “hayal edilen” sınırları genişliyor. AB, son dönemlerde Şampiyonlar Ligi gibi Avrupa halkları arasında kurulacak bağlarla oluşup şekillenecek çok yönlü, kapsayıcı ve akışkan bir kolektif kimlik yaratma arayışı içinde. Bu kimliğin, bir pan-Avrupa miti yaratabileceğini ve bu sayede “canlı ve nefes alan bir bedene”[4] dönüşebileceğini umuyor.

xxx

Moulton, bir politik mitin temel işlevinin “bir eylemin, politikanın veya varlığın meşruiyetini şekillendirmek” olduğunu düşünür. Ona göre anlatılan hikâyenin gerçekliğinden ziyade önemli olan, bu mitin bir sosyal grupta baskın hale gelmesi ve bir inanç yaratmasıdır; bir mitin kabul düzeyini, bir topluluğun inşasının motoru olarak düşünür.[5] Anlatılar bir gerçeklik olarak ele alındıklarında insanların kendi zihinlerinde bir mit inşa etmelerine hizmet edebilirler. Bu anlamda Şampiyonlar Ligi, bir spor organizasyonundan çok politik bir mittir; Avrupa’nın bilinçdışı kimliğidir.

Bu bilinçdışı kimliğin AB’nin davranışlarına etkisi kolayca gözlemlenebilir. Delanty, AB’nin “Avrupalılık kavramını” resmî ve stratejik olarak sınadığı dört girişimde bulunduğunu öne sürer: Euro para birimini tanıtması, bir AB kültür politikası geliştirmesi, “Avrupalılık” sembollerini daha fazla kullanması ve bilim-eğitim politikalarını arttırması.[6] Futbol, son üç kategoride etkin bir araç olarak kullanıldı. Avrupa spor endüstrisinin büyümesiyle birlikte, Avrupa Birliği yasal, ekonomik ve sosyal olarak etki alanına giren futbola daha fazla müdahale etti. Futbolun üretim ve tüketim şekillerinin dönüşüm geçirmesine neden oldu. Roma Antlaşması’yla, “malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin” AET içinde serbest dolaşımını destekleyecek bir “iç pazarın” kurulmasını sağlanmıştı, 1995’te Avrupa Adalet Divanı’nın Bosman kararıyla, serbest dolaşım hakkı futbolculara da tanındı. Karar, Roma Anlaşması’nın ek maddesi gibiydi.

xxx

Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın kuruluş hikâyesi ilginçtir ve “İngiliz kibrinin” sonucudur. 1954 yılında İngilizler futbol tarihlerinde hiç olmadığı (ve olmayacağı) kadar aşağılanmıştı. İngiliz Milli Takımı Macaristan’a önce Wembley’de 3-6, birkaç ay sonra istediği rövanşta Budapeşte’de 7-1 yenildi.  Ancak 13 Aralık 1954'te İngiliz kulübü Wolverhampton Wanderers (“Wolves”) ilk yarıda 2-0 geriye düştüğü maçta, Macar milli takımına altı futbolcu veren Honved’i 3-2 mağlup etti -maçın ikinci yarısı BBC tarafından canlı yayınlandı. Maçtan sonra Wolwes yöneticisi Stan Cullis, Express ve Star muhabirlerine takımının “dünya şampiyonu” olduğunu söyledi. Ertesi gün İngiliz basını şovenist manşetlerle doluydu: “İntikam”, “Selam sana, dünya şampiyonu Wolves”.[7]

L’Équipe yazarı Gabriel Hanot, İngilizlerin “dünya şampiyonluğu” iddiasına köşesinde yanıt verdi. Wolves'un büyük bir zafer kazandığını kabul etmekle birlikte, galibiyete tartışmalı bir penaltıyla ve kendi evinde ulaştığını yazdı.[8] “Hayır, Wolverhampton henüz dünya şampiyonu değil!”[9] diyen Hanot’ya göre bir maç da Budapeşte’de oynanmalıydı. Ayrıca sırada Milan ve Real Madrid vardı. Gabriel Hanot’nun fikrinden etkilenen L'Equipe daha farklı bir proje önerdi: Doğu ve Batı’dan eşit sayıda takımın katıldığı ve yıl boyunca sürecek olan bir Şampiyonlar Kupası. 16 Aralık'ta Jacques de Ryswick, projenin ana hatlarını çizerken çok iddialıydı: “Geliştiricilerine büyük başarılar vaat ediyoruz, futbol için olağanüstü bir gelişim vaat ediyoruz.”[10] Gerçekleşen, bir futbol olayından daha fazlasıydı. Kupa, Soğuk Savaş döneminde Demir Perde’nin her iki tarafının katıldığı çok az sayıda Avrupa organizasyonundan biriydi.[11]

1980'lerden itibaren büyük kulüpler ve yeni özelleştirilen televizyon yayıncıları, kupanın formatını kendi çıkarları için yetersiz ve kısıtlayıcı buldular ve UEFA'ya Avrupa Kupası’nı dönüştürmesi için baskı yaptılar. Bu baskının sonucu UEFA, 1991 yılında bir Şampiyonlar Ligi’ni tanıttı. Sekiz çeyrek finalist, dörder takımlı iki grupta mücadele edecek ve grup liderleri finale kalacaktı. İlerleyen yıllarda UEFA, lige katılacak takım sayısını 32’ye çıkardı. 1997 yılında büyük ulusal liglerin ikincilerinin de katılmasına izin verdi. Maç sayısı ve gelirlerle birlikte, bir kuruluş olarak UEFA’nın Avrupa futbolundaki rolü, prestiji ve ekonomik gücü arttı.[12]

Avrupa Komisyonu’nun 2003 yılında Şampiyonlar Ligi yayın hakları satışı için gerekli bütün düzenlemeleri onaylamasından sonra UEFA, AB’nin stratejik ortağı haline geldi. Önce AB hukuk sisteminin getirdiği yükümlülükleri ve Avrupa Komisyonu gibi kurumların otoritesini kabul etti, sonrasında AB kurumlarına destek vererek ve dahil olarak, AB’den pek çok konuda destek almayı başardı. Örneğin, AB, Lizbon Antlaşması’yla (Madde 165), “uluslararası spor federasyonlarının konumlarını ve güçlerini iyileştirmelerine” izin verdi. AB kurumları ile UEFA’nın örgütsel yapısı arasındaki kurumsal sinerji hızla arttı. Böylece UEFA, Avrupa’nın büyük kulüpleri ve küresel medya devlerine karşı konumunu güçlendirdi. Daha da önemlisi bir pan-Avrupa üst kurumu haline gelerek Avrupa futbolunun tek meşru düzenleyicisi olma rolünü pekiştirdi.

xxx

Şampiyonlar Ligi, prestijli bir marka için yaratılan premium bir ürün gibi tasarlandı.[13] Bu premium ürünün tasarımcısı reklam şirketi TEAM’di (Television Event and Media Marketing). Şirket, Şampiyonlar Ligi için iki görsel ve bir müzikal olmak üzere üç yeni sembol geliştirdi: Marş, starball (yıldızlı top) ve siyah-beyaz-gümüş renkler. TEAM’in istediği şey, izleyici ister Moskova'da ister Milano'da olsun her zaman starball’un merkezde olduğu açılış görmesi ve aynı UEFA Şampiyonlar Ligi marşını duymasıydı. Televizyon yayıncıları farklı olabilirdi ancak skor grafikleri, açılış sekansı ve röportaj platformunun arka planı her zaman aynı olmalıydı. Üzerinde yıldızlar olan bir futbol topu gördüklerinde insanlar “Bu Şampiyonlar Ligi,” demeliydiler. Bu büyük oranda gerçekleşti. 1999'da starball logosu izleyiciler arasında yüzde 94'lük bir tanınma oranına ulaştı.[14]

Spor markalarının logoları, reklam filmleri ve çizgileri gürültülü, genç, trend müzikler çalan, alacalı ve küstahtır. Bu “bağıran” imajlar sürekli insanların yüzüne çarpılır. Şampiyonlar Ligi’nin ise klasik bir stili vardır. Siyah-beyaz-gümüş ve klasik çizgiler, kupanın bir geleneği, bir tarihi olduğunu ve bu özelliğiyle diğerlerinden farklılaştığını gösterir.[15] Gümüş rengi tarihi ve aristokrasiyi hatırlatır. Sadece piyasa değeri yoktur, aristokrat süslemelerin ve sofra takımlarının metalidir. Yeni birikmiş bir zenginliği değil, köklü ve saygıdeğer bir serveti çağrıştırır. Teknolojiyle de ilişkilidir. Şampiyonlar Ligi maçları sahaya ve oyunculara tuhaf bir parlaklık kazandıran belirgin bir gümüş renkli ışık altında oynanır.[16]

1973'te Johan Cruyff’un UEFA Başkanı Artemio Franchi’den Şampiyon Kulüpler kupasını alırken çekilen fotoğrafı Şampiyonlar Ligi açısından ikonik bir önem taşır.[17] Fotoğrafta Cruyff’un ve diğer futbolcuların görüntüleri parlak yıldızların ışığında kupaya yansır. Aslında hepsi bu gümüş kupanın bir parçasıdır. Fotoğraf, Şampiyonlar Ligi’nin ilk yıllarındaki televizyon tanıtım filmlerinde yoğun olarak kullanıldı. Filmlerde, Cruyff’un kupaya yansıyan görüntüsü gibi, önceki sezonun görüntüleri kupa içinde beliriyor, böylece kupanın ortak anıları saklanmış ve izleticiye yansıtılmış oluyordu. Siyah, beyaz ve gümüş renkleri eski Avrupa Kupası'nın anılarına geri dönerler ve geleneği hatırlatırlar. Bu şekilde yeni rekabetin tarihsel bir derinliği olduğunu göstermiş olurlar.[18]       

Şampiyonlar Ligi müziği, aslında büyük ölçüde George Frideric Handel’in İngiltere kralı II. George’un 1727’de Westminster Manastırı’ndaki taç giyme töreni için yazdığı Zadok the Priest adlı marştan esinlenmiştir. O dönemlerden beri İngiliz hükümdarlarının taç giyme töreni sırasında çalınıyordu. 1990’da Şampiyonlar Ligi marşı olarak seçildi ve Tony Britten tarafından aranje edildi. Yeni bir tacı, yeni bir iktidarı haber veren bu görkemli barok müzik, Şampiyonlar Ligi'ni Fransız Devrimi’nden önceki mutlakıyetçi Avrupa monarşileriyle ilişkilendirdi.[19]

xxx

Taraftarların bakış açılarının yerel ve ulusal olanın ötesine geçmesiyle ilgili olarak King, Şampiyonlar Ligi’nin yarattığı Avrupalılık bilincini sistematik olarak araştıran ilk kişiydi.[20] 1990'lı yılların sonlarında Manchester United taraftarları üzerinde etnografik araştırmalar yaptı. Taraftarların eskiye göre kendilerini daha “Avrupalı” görmeye başladığını ve iki ana mekanizmanın bu değişimi tetiklediğini savundu: Birincisi, Şampiyonlar Ligi maçları sayesinde Avrupa şehirlerini daha çok ziyaret etmeleri, taraftarların kendilerini kültürel anlamda Avrupalı ​görmelerini sağlamıştı. İkincisi ve daha önemlisi, taraftarlar diğer Avrupa ligleri, şehirleri ve ülkeleri hakkında daha bilinçli hale gelmişlerdi ve bu aynı zamanda bir Avrupalılık bilinci yaratmıştı.

Habermas’a göre Avrupalılık Avrupalı ulusal kimlikler içinde gizlidir.[21] Dolayısıyla, örneğin Alman olmak aynı zamanda Avrupalı olmaktır. Avrupalılık üst kimliği, yerel kimliklerin ilgi alanlarının uluslar-üstü bir seviyeye çekilmesini gerektirmez; aksine, yerel çıkarları ve bağlılıkları arttırabilir. Bu yerel seviye daha sonra Şampiyonlar Ligi aracılığıyla yeni bir uluslar-ötesi bağlama yeniden bağlanır.[22] ManU taraftarları, örneğin Coventry yerine, Juventus’ta ya da Barcelona’da neler olup bittiğiyle daha fazla ilgilenebilirler. Bu sayede taraftarların -dolayısıyla toplumların- referans çerçeveleri ve rakip algıları yeniden şekillenir. Farkına varmadan, yavaş yavaş kozmopolitlere dönüşürler. Bir Alman hiç Nou Camp’a gitmeden sadece formasını satın alıp, evde maçlarını izleyerek Barcelona’nın taraftarı olabilir.

xxx

Vergilius Atina’nın kuruluş mitini şöyle anlatır: Yunan mitolojisinde bilgeliğin tanrıçası Athena, henüz adı konulmayan bir kent için Denizler tanrısı Poseidon’la bir yarışa girer.  En iyi ve en faydalı armağanı veren kentin koruyucu tanrısı olacaktır. Poseidon’un armağanı siyah ve asil bir attır. Athena ise refahın simgesi olan bir zeytin ağacı sunar ve asil bir atın savaşın ve sefaletin işareti olduğunu söyler. Halk Athena’nın armağanını kabul eder, onu koruyucu tanrı olarak seçer ve kente onun ismini verir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa, tıpkı antik Atina halkı gibi, adını taşıyacağı bir kimlik, yolundan gideceği bir strateji, kendisini koruyacak bir güç arıyor. Bir Avrupa kimliğinin var olduğuna/var edilebileceğine inananlar AB’nin elinde önemli bir politik silah olduğunu düşünüyorlar: İdari bir kurum olmanın ötesinde, Avrupa futbolunun geleneklerinin koruyucusu ve temsilcisi olduğunu öne süren UEFA. Onun eseri olan, tümüyle “Avrupalılaştırılmış” Şampiyonlar Ligi, Avrupa kimliği için giderek genişleyen bir kamusal alan, pan-Avrupa ideası için bir ritüel yaratıyor.

Şampiyonlar Ligi'nin müziği bir sesi güçlendiren ama esas frekanstan çok daha az duyulan seslere benziyor. Bir notaya basıldığında tek frekans güçlü duyulur, ama bir de ondan türeyen, onun üstüne binen armonikler vardır. Futbol bu armonikler gibi duyulma seviyelerine göre Avrupa’nın tınısını etkiliyor. Avrupa, her salı ve çarşamba akşamı aynı notalarda farklı tınlıyor.



[1] Callaghan, J. 1981. “Is there a European identity?”, Australian Outlook, 35:1, s. 11-18.

[2] Shore, C. 2000. Building Europe - The Cultural Politics of European Integration, Londra: Routledge.

[3] The Guardian, “Six ideas to save the EU”, 28 Nisan 2013. https://www.theguardian.com/world/2013/apr/24/europa-six-ideas-save-eu

[4] Economist. “How Football Unites Europe”, 29 Mayıs 2003. http://www.economist.com/node/1812285.

[5] Moulton, J. 2016. “Political Myths and How to Study Them”, UACES Crossroads Europe. https://crossroads.ideasoneurope.eu/2016/05/18/article-6/

[6] Delanty, G. 2004, “Is There a European Identity?”, Global Dialogue, 5:3, s. 76-86. 

[7] Vonnard, P. 2014, “A Competition that Shook European Football: The Origins of the European Champion Clubs' Cup, 1954-1955”, Sport in History, 34:4, s. 595-619.

[8] Penaltı pozisyonu ve maç için https://www.youtube.com/watch?v=HJfC4m_xo8Y&t=1m26s.

[9] Hanot, G. “Non, Wolverhampton n’est pas encore le ‘champion du monde des clubs’!”, L’Équipe, 15 Aralık 1954.

[10] de Ryswick, J., “L’Équipe présente son projet d’un Championnat d’Europe des clubs”, L’Équipe, 16 Aralık 1954.

[11] Mittag, J, Vonnard, P. 2017. “The role of societal actors in shaping a pan-European consciousness. UEFA and the overcoming of Cold War tensions, 1954-1959”, Sport in History, 37:3, s. 332-352.

[12] Geeraert, A. 2016. The EU in International Sports Governance, Londra: Palgrave Macmillan.

[13] Sonntag, A. “8:45 - the European Hour”, 17 Eylül 2013.

[14] TEAM. 1999. UEFA Champions League: Season Review 1998/9. Lucerne: TEAM.

[15] TEAM. UEFA Champions League.

[16] Bu aslında 1956 yılına ait bir metafordur. Guardian gazetesi Manchester United’ın Borussia Dortmund karşısında kazandığı zaferi betimlerken için kullanmıştı. İfade şöyle: “Arıların, sadece karanlıkta çalıştıkları söylenir. Manchester United ise, ılık bir Ekim akşamını ve ışıklandırmalar altında gümüş rengi bir alacakaranlığı tercih etti. İngiliz şampiyonları, Anderlecht’e yaptıkları gibi, Borussia’ya da çocuksu, obur bir zevkle hücum ettiler” (bkz. Meek, D. 1988. Red Devils in Europe, Londra: Cockerel Books, s. 19).

[17] TEAM, UEFA Champions League.

[18] King, A. 2004. “The New Symbols of European Football”, International Review for the Sociology of Sport, 39:3, s. 323-336.

[19] King, “The New Symbols of European Football”.

[20] King, A. 2003. The European Ritual, Aldershot: Ashgate.

[21] Habermas, J. 1992. “Citizenship and National Identity: Some Reflections on the Future of Europe”, Praxis International, 12:1, s. 1-19.

[22] King, A. 2000. ‘Football Fandom and Post-national Identity in the New Europe’. British Journal of Sociology 51:3, 419-442.