“vasiyetim olsun diğer kadınlara beyefendi
ölürsem yaksınlar beni en kor ateşte
mümkünse bir yas yemeği hazırlasınlar
son otuz yılda aşık olduğum tüm beyefendileri çağırsınlar bu yemeğe
mutfak tezgâhına otuz kâse çorba dizsinler
pay etsinler küllerimi
her bir kâseyi
adlı adınca
dağıtıp aşklarıma
ve sonra
baksınlar gözlerine
göz göze geleceğiz kız kardeşlerimle
söyleyin beyefendi
sakın korkmasınlar”[1]
Türkiye’de “Sizin feminist olma hikâyeniz nedir?” sorusunu sormak, aynı zamanda bu soruya cevap ararken önyargıları bilmek ve onları değiştirmek için tasarlayıcı bir zihinsel yatırım gerektiriyor. Bir dönem popüler olan internet sitesi ekşi sözlük’te “bir kadının feminist olma nedeni” başlığına verilen cevaplara bakarken şu notu buldum:
“bunlarda genelde baba ya ölmüştür, ya ayrıdır, ya da zayıf karakterdir. üniversitenin ilk yıllarında yaşça kendinden olgun birine aşık olur. kürtaj yaptırınca da en çok feministler destek olduğundan sanırsam kendine feminist demeye başlar.
iyi sevişiyorlar ama tipsizler.”[2]
Uzun uzadıya bu cevabı irdelemeyeceğim. Açık bir aşağılama arzusu, notta açıkça görülüyor. Feminizm hakkında üretilen sayısız hurafenin üreticileri de, genellikle erkek egemen yapının avantajlarını iyi bilen ve tam da o bildikleri yerden konuşan öznelerdir. Toplumun insicamını bozan bu kanserli bakışı ve metastaz yapmaya uygun saldırgan versiyonu unutmadan, bu yazıda daha çok “Nasıl feminist oluyoruz?” üzerine bir denemeye girişiyorum.
Herhangi bir şey olma konusunda karar verdiğimizde, o şey hakkında bazı fikirlere de sahibiz demektir. Bile isteye, mecburiyetten, arzuyla, yarı gönüllü, hiç istemeden olduğumuz şeyler -baba, anne, avukat, fahişe, diktatör, pezevenk, eleştirmen ya da üniversite öğrencisi-, onu olduktan sonra da bize yeni fikirler ve deneyimler katmaya devam ederler. Karar verme anlarımız hafızamızda çakılı kalır. Geriye dönüp bakar, o karar ânını biraz da yücelterek konuşuruz, okuruz, yazarız, tartışırız. Yüceltme eylemi, karar ânındaki edimin olumlu veya olumsuz anımsanmasından bağımsızdır. Bizim için iyi veya kötü olabilecek bir yordama adım atmışızdır. Yıllar sonra oraya dönerek yaptığımız değerlendirmeyle, şimdiyi anlamaya çalışırız. Hemşirelik mesleğini seçtiğimiz için pişmanızdır çünkü gece mesaisiyle çalışmak bize göre değildir. Ya da Prag’da bir üniversitede akademisyen olmak, bize daha çok serbest zaman tanıdığı için tam da kişiliğimize uygun bir seçimi işaret eder.
Kırılma Anları
Feminist kadınların arkalarında bıraktıkları ama yaşam boyu anımsadıkları en az bir hikâyeleri oluyor. Bu hikâyeleri ne kadar uzun anlatsalar da mutlak bir kırılma ânına sarılıp daha çok oradan konuşuyorlar. “Kocam kulak zarımı patlattığında”, “Eve geç geldiğim akşam”, “Sorunlarımızı tartışmaktan vazgeçtiğinde”, “Cinsel isteksizliğimi ve nedenlerini anlamadığında”, “Evin geçimini tek başıma sağlamaktan usandığımda”, “Alkolizmi yüzünden başımıza gelen belalardan yıldığımda” gibi kadınların anlattığı pek çok örnek var.
Kadınların feminist olma hikâyelerinde iki önemli meselenin etkili olduğunu düşünüyorum. Erkeğin uyguladığı baskıya sessiz kalan sevgili, eş, çocuk, kardeş veya arkadaşı uzun süre o erkekle birlikteyken izlemek zorunda bırakılan kadınlar... Onlar, aslında baskıya maruz kalan kadınların isyan etmeyişini içlerinde biriktiriyorlar, içerliyorlar. Yani kadınları izleyen, izlemek zorunda kalan diğer kadınlar bir vadede feminist oluyor. Babanın baskısına isyan etmeyen/edemeyen anneleri izleyen kız çocukları, eniştesinin baskısına yanıt aramayan ablaya uzun yıllar tanık olan kız kardeş gibi… Bu örnekler o kadar çok ki, mücadele eden kadınları izleyerek, tanışarak, ortak iş yaparak feminist olan milyonlarca kadın var.
İkinci temel neden ise, erkeğin dolaysız baskısına maruz kalan kadınlar, artık bir çıkış yolu kalmadığını düşündüklerinde, feminizm onlar için sağaltıcı bir mefhumdan gerçek bir kurtarıcıya dönüşüyor. Düşünmeye, sorgulamaya başlayan kadınlar birbirini daha kolay buluyor, örgütleniyor ve dayanışıyor. Elbette böyle bir sınırlandırma feminist olma nedenlerini tümden açıklayamaz. Örneğin, yukarıda saydığım iki nedeni aynı anda yaşayan kadınlar da feminist oluyorlar. Bazen itiraz edip bazen geri çekilen, tekrar tekrar bunu deneyerek bilinçlenen milyonlarca kadın var. Bir de daha şanslı kadınlara tanık oluyoruz. Hayatlarına eli değen bir feminist kadınla gelişip, mücadele edebilmenin yollarını arıyorlar. Sevna Somuncuoğlu, “Nasıl Feminist Oldum?” başlıklı yazısına şöyle başlıyordu:
“Her feministin bir müsebbibi vardı. Hatta bir ara böyle bir röportaj dizisi yapmayı düşünmüş ve bir iki tane de yapmıştım. Tabii koşturmacadan yarım kaldı. Benim müsebbibim Müzeyyen Aytaç. Lise yıllarımdaki sevgilimin annesi. Yani bundan 35-40 sene önce beni Simone de Beauvoir ile tanış eden ve sonrasında yanına katıp Kuğulu Park’a mor iğne dağıtmaya götüren o oldu. Ardından Perşembe grubu toplantıları, Kadın Çevresi Yayınları. Eh büyüdük.
Üniversitede sinema öğrenimi gördüm. Mezuniyet sonrası Ankara’da yapılacak tek sinema işi film festivali düzenlemekti, uzun bir süre düzenledim. Bu döneme feminizmi evden, işten, aileden başlayarak günlük hayatıma geçirme dönemi diyebiliriz. Sadece okumakla olmuyor, içselleştirdiğimiz önyargılarımızı, öğrenilmişlikleri fark etmeden cinsiyetçi hayat sarmalının dışına çıkamıyorsun. Tabii bu farkındalığı ilişkilerine yansıtmak ve dik durabilmek epey çaba istiyor. Kadın olmak ve bunun farkında olmak toplum içinde kazanımlara neden oldu ama birçok fedakârlık yapmak zorunda da kaldım.”[3]
Banu Paker’se, Sosyalist Feminist Kolektif’teki “Nasıl Feminist Oldum?” başlıklı yazısında, araba kullanmayı yeni öğrendiği günlerde yaşadığı bir deneyimi şöyle aktarıyordu:
“Sağanaktan göz gözü görmeyen bir günde, Stella’dan gelen bir telefonla, kızlarımızı (Zeynep 6, Elif Su da 11 yaşlarında) evde öylesine bırakarak, Selimiye semtinde, ilerde kampanyamızın simgesi olacak Gül’ü, kocasının şiddetinden korumak için yola çıktık. Abartmıyorum ama herhalde on bir kez falan arabayı stop ettirdim. Gerçi daha büyük bir bela bizi bekliyormuş! Sürekli kocasının şiddetine maruz kalan Gül, yine o gün kocasının saldırısına uğramış. Koca evdeydi vardığımızda, iki öfkeli kadını görünce, siniverdi. ‘Yürü karakola!’ dedik. Koca önde, Stella ve Gül arabanın arka koltuğunda, stop ede ede, karakola vardık. Şikâyet, zabıt derken, bütün günümüz karakolda geçti. Sonra, bir polisle birlikte Gül’ün evine döndük. Gül’ü kocasından ‘kurtarmıştık’. Günlerce feminist kadınlar, Gül’ün evinde gece nöbetleri tuttular. Döndüğümüzde, hava kararmıştı. Çocuklarımız bizi nefretle karşıladılar. ‘Siz kötü feministsiniz!’ dediler. Annemse çocukları bir başlarına aç ve yalnız bıraktığım için beni uzun zaman affetmedi.”[4]
Bir şey olmak, bu edim için karar vermek ve sonrasında öğrenmeye devam etmek kadınlar için kolay değil. Kadınların kişisel hikâyeleri, örtük ya da açık, sinik ya da isyanla/bilinçle donatılmış hikâyelerdir. Şirin Tekeli, doçentlik tezini kadınlar üzerine yazma kararı aldığında yakınlarının kendisiyle dalga geçtiğinden söz etmişti. Bugün mücadele eden farklı sınıf ya da kültürlerden gelen kadınlar, Helene Cixoux’un dediği gibi, ancak kendi rüyalarına itaat ediyorlar.
Sahi sizin feminist olma hikâyeniz nedir?