Küresel ölçekte, “pandeminin siyasetteki kabusa ve bu kabusun korkutucu simalarına ne yapacağı” tartışması henüz sonuçlanmadı. Kolay bitmeyecek bu tartışmada cevaplar çok kısa sürede çıkmayacak ve farklı senaryolar bir süre daha açık kalacak. Trump’ın akıbeti netleşince, benzerlerini da savuracak rüzgarların yönü ve şiddeti belki daha iyi anlaşılabilir. Türkiye’de ise peş peşe yayınlanan anketlerin ardından, son yılların popüler sorusu yine gündemde: Bu iktidar –acele koduyla - sahiden gidici mi? Uzunca bir süredir “şartlara” veya doğal hasara bağlanmış “siyasi kader”, ekonomi ve dış politika hezimetlerinde olduğu gibi şimdi de salgın sonrasına göre kestirilmeye çalışılıyor. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği, “dokunulmasa bile yıkılacak” sözü bu yaklaşımı özetliyor. Tartışmanın tam aksi tarafında ise değişik bir koalisyon oluşturan “asla gitmezler, daha fena yerleşirler” değerlendirmesi yer alıyor.
Konjonktürün iktidar aleyhine işleyeceği ve kendiliğinden bir sonuç yaratacağı iddiası, 2008 krizine kadar geri götürülebilir. Yani fazlasıyla sınanmış bir iddia. O tarihten itibaren çok önemli gelişmeler yaşanmasına rağmen, iktidarın değişeceği bir sonuç ortaya çıkmadı. Hatta beklenen “kendiliğinden erime” yerine, iktidar dışındakiler için alan daha da daraldı. Sayısal net yenilgilerin bile (2015) bir önemi olmayacağı uygulamalı biçimde gösterildi. Benzer bir siyasi deneme, yerel seçim sonrası ve şimdi belirginleşen aritmetik baskı karşısında da tekrarlanıyor. Konjonktürel yaklaşım, sadece “kolaycı” siyasetçilerin değil, olandan çok olması gereken tarafına bakan ve sıkça şaşıran uzmanların da düştüğü bir boşluk. “Böyle devam etmesi mümkün değil” sözü kolay ikna ediyor. 12 yıldır “şartlar” iktidar için daha iyi olmadı ama o yerinde kaldı. Bu konjonktürün yanlış yorumlandığını göstermiyor, sadece kendiliğinden sonuç üretmeyeceğini gösteriyor.
Bu sosyal-siyasal deney süreci, “bunlar artık gitmezler”, siyasetin zemini kalmadığı için anlamı da yok” görüşlerini haklı çıkartmak için kullanılıyor. Yaşananlar ve olacağı söylenen ama bir türlü olmayanlar kanıt gösteriliyor. Bu iddiayı destekleyen kanat, çok geniş bir yelpazeye yayılıyor. Bitmeyen taban desteğini ırkçı veya ağır elitist gerekçelere bağlayanlar, radikal muhalefetin yenilmez bir düşman yaratmak olduğunu düşünenler, Fetullahçılar -ve yeni mücavir- çevresi, iktidara yanaşmamış ulusalcılar, mevcut muhalefet aktörlerini pataklamayı terapiye çevirenler. Bu görüş, “gördüğünüz gibi iktidar gitmiyor ve hatta gücünü pekiştiriyor” biçimindeki iki boyutlu kaba tabloyu kullanmaktan ibaret değil elbette. Sadece görebildikleri veya belki de istedikleriyle sınırlı kalmayan, böyle olmasına neden olan ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi gerekçeler üzerine de kafa yoranlar var.
Bir süredir “hiçbir şey olmuyorsa bile, çok önemli şeyler olduğu”, ciddi toplumsal-siyasal değişim dinamiklerinin işlediğini söylediğim için, iyimserler listesine yazıldığım oldu. Ancak neredeyse on yıldır, giderek daha görünür olan değişimin, aynı sonucu tekrar etmeyi başaran iktidarın aleyhine işlediği kanaatim hala sağlam. Hem şartlar açısından hem de derinden sarsılan yapısal değişimler bakımından, AKP çok ciddi ve geri döndürülemez bir zemin kaybı yaşıyor. Bu sürecin niceliksel sonuçlarının gecikiyor olması, çok önemli ve kalıcı niteliksel sonuçlarını yok saymayı haklı hale getirmiyor. Değişen dinamiklerin sonuç resmine yansımamasının pek çok gerekçesi var ama belirleyici olanın siyaset olduğunu düşünüyorum. (Aslında dünyada da, “sonrayı” büyük ölçüde siyasi süreç belirleyecek) Ayrıca, yapısal değişim ve konjonktürel fırsatların siyasi değişime ilerleyememesinin nedeni sorun sadece beceriksizlikle açıklanabilir değil.
Bu biraz uzun girizgah, değişim dinamiklerini sonuca taşımakta zorlanan siyasi problemleri parça parça ele alıp tartışmaya çalışacak devam yazıları için bir giriş. Bu ilk yazıda, iktidarın sonucu sabit tutma çabalarının merkezine koyduğu, muhalefetle baş etme stratejisinin özel bir örneğini tartışmaya çalışacağım. Muhalefete birlikte davranma zorlukları üretme, düşman –ve çatlak- yaratma ve gündemi sıkıştırma hamlelerinde HDP’nin kullanılması konusu çok ele alındı. Bu stratejinin tembelleştirici kolaylığı, verimli sürekliliğine çok değinildi, başta HDP olmak üzere herkese akıllar verildi. Ancak sayısal olarak HDP ile neredeyse denk ağırlık taşıyan İYİ Parti hakkında, bazı sözcülerinin yarattığı polemikler ve hiç bitmeyen dedikodulardan pek ileri gidilmiyor. Bir de tutmayı başardığı milliyetçi oy tabanı nedeniyle, şantaj ve mecburiyet olarak ileri sürdüğü “hassasiyetlerine” çabuk “hak veriliyor”. Diğer taraftan kurulduğu andan itibaren iktidara alternatif ortak olma iddiası sık gündem oluyor.
İyi Parti’nin siyasi söylem ve toplayabildiği kadro açısından kolay tarif edilir olmadığı ortada. MHP içindeki muhalefet döneminden itibaren, iktidarın muhalefeti tanzim ve yönetme operasyonlarında adı sürekli gündemde. İktidar çok erken bir aşamada İyi Parti’yi -kendi tabanına fazla nüfuz edemeden- muhalefet bloğuna doğru itebildi. Bu yüzden iktidar cephesinden beklenen oy kopmasını yaratamadı. Çok hızlı girmek zorunda kaldığı iki seçim dolayısıyla, siyasi rolü -büyük ölçüde ittifakla kodlanan- taktik bir zeminde kaldı. Parti sözcülerinin siyasi hamlelerinin -illa bir oyuna benzetilecekse- satrançtan çok sürekli “fırfır” yapılan langırta benzemesi yüzünden, bu algı pekişti. Ancak, baştan itibaren biraz maksatlı biçimde muğlak bırakılan siyasi çizgi, farklı spekülasyonları inandırıcı hale getiriyor olabilir ama bir taraftan da parti merkezinden bağımsızlaşmış tabanı özgür kılıyor.
Tabanının biçimlendirmesine en açık ama tabanı henüz onu biçimlendirmeyi öncelik olarak görmediği için şekilsiz kalan bir parti İyi Parti. Taban ve tavanın birbirini epey özgür bıraktıkları da söylenebilir. Bir anlamda tavanını takmayan taban, tabanını taşıyamayan tavan durumu. Ancak bu durum, DEVA ve Gelecek Partileri’nin de sahneye çıkmasıyla iktidar blokuyla kıyaslanmayacak bir siyasi kapsayıcılık kazanan muhalefetin, iç çeşitliliğini tamamlıyor. Bu esnekliği coğrafi konumlanış da destekliyor. İyi Parti’nin en çok oy aldığı illerin Türkiye’nin ekonomik-toplumsal-kültürel-siyasal sınır boyunda yer alması önemli bir faktör. Bu sınır coğrafyasına yaslanmak, Musavvat Dervişoğlu, Hasan Subaşı gibi “kıyı sözcülerine” partinin resmi sözcüsünün tam karşısına yerleşebilecek bir alan açıyor. Sonu gelmeyen iktidara yanaşma kulislerine rağmen İyi Parti tabanındaki Erdoğan ve AKP alerjisinin, CHP’yi hayli geçecek yüksek seviyelere varması da dikkate değer. Meclis grubunda kürsüye çıkartılan genç işsizle birlikte açılmak istenen kapının arkasında da fena olmayan bir potansiyel var.
İyi Parti’nin açık bir siyasi fayda sağlayamadığı iddiasına rağmen halen oyunu koruması –hatta bazı araştırmalara göre yükseltmesi- gözettiği hassasiyetlere değil de tavan ve taban arasındaki gevşek ilişkiye bağlı gibi görünüyor. Bu esneklik sayesinde, iktidarın Canan Kaftancıoğlu özelinde muhalefetteki milliyetçi hassasiyetin zayıf karnı olarak gördüğü İstanbul’da bir işbirliği kurulabildi. CHP içinde bile daha etkili olan kışkırtmalar, İYİ Parti tabanını fazla sallayamadı. İyi Parti tabanının çoğu zaman tavanını da aşan esnekliği, CHP milliyetçilerini hareketlendirmek için İyi Parti’yi kullanma hesaplarını bozdu. İyi Parti, iktidarın “yerli-milli muhalefet” imalatına teşne olanlarla dolu olsa da, bu strateji karşısında açabildiği gediklerden nefes alabiliyor. Çok iradi olmadan ortaya çıkan bu hava boşluğu, son yıllarda bütün parti tabanlarında kendini göstermeye başlayan “iç taassubu aşma” eğilimlerine ilham verebilir. Böylece iktidarın muhalefete yönelik strateji veya taktik hamlelerinde olağanüstü başarılı olduğu iddiasının, (iktidardan sonra) muhalefetteki sarsılmaz gücü de kırılabilir.