"Yüz, ruhun kendini gösterdiği veya başka bir kılıkla ortaya çıktığı vücut parçasıdır."
Alain Finkielkraut, Sevginin Bilgeliği
"Ruhunu gördüğümde gözlerini çizeceğim."
Amadeo Modigliani
Saf bir yüz olarak başlarız hayata. Yüzün neşesi, yüze yayılan sevinç ve gülümseme, yüzün masumiyeti, memnuniyeti ve savunmasızlığı, yüzdeki pembelik ve ılıklık, huzur ve doygunluk ifadesi vardır başlangıçta. Yüzün kasılmaları, acı içinde dağılması, parçalanması ya da. Yüzün kaybı. Tanınmaz hale gelmemiz bir yüzümüz olduğu, ama sonra kaybettiğimiz için değil midir? Yüzümüzden başlayarak inşa ederiz kendimizi. En mahrem hallerimiz, güçsüzlüğümüzden utanma örneğin, yerin dibine geçecek gibi olma yalnızca yüzde tecelli eder. Yüzü olmak çünkü, bir yüze sahip olmak bir kimliği olmakla eşdeğerdir. Bir yüzümüz olduğu içindir ki, tanındığımızdan emin oluruz. Demek onaylandığımızdan ve emniyetimizden. Sakınmadan kendimizi bırakabileceğimizden. İnsan yüzüyle parıldar, yüzünde.. Işık yüzdedir, yüzden yansır, ruhun ışığı. Ruhun ışığı yüzde ete kemiğe bürünür.
Sebepsiz kederin, öksüzlük ve çaresizliğin, yalnızlık ve evsizlik duygusunun mahalli. Yaşama sevincinin, mutluluğun.
***
Sonra bir yüzümüz olur. Bir yüze sahip oluruz, farklılığımızın maddesine, biricik kimliğimize. “Ben” diyeceğim şeye, ruhuma, ruhsal kimliğime Ötekinin yanıtlarıyla, aralıksız aynalamalarıyla kavuşurum. İçimdeki karmaşıklık, saçılmış ve parçalı bütün deneyimlerim Ötekinin mevcudiyeti ve kapsayıcılığı sayesinde bir biçim ve çerçeve edinir. Kimliğim -ve yüzüm- Ötekinden gelir, Ötekinin eşsiz armağanı budur işte. O edimler matrisinin, mütemadiyen tekrarlanan o ilişki ağının bir ürünü olarak zuhur ederim. Edimin içinde, ilişkisel bir varlık olarak. Kendime gömülerek kendinde eriyen/çözülen, kendini fesheden akıbetten böylece korunurum, Narkissos’un kaderinden.
Öteki yanıtsız bıraktığında, varlığım tanınmadığı ve ihmal edildiğinde, önümde birden açılan devasa uçurumda yüzüm dağılır, “ayna-ben”im silinir. Kendime ilişkin temsillerden yoksun kalır, tutamaklarımı kaybederim. Ötekiler arasındaki yerimi. Öyle zamanlarda ruhuma bir bıçak gibi saplanan şeydir utanç. Temelli silinme, yok olma arzusudur. Demek bizi insan olarak tutan, insanlığımızı esirgeyen şeydir utanç. Utanç sayesinde insan kalırız. İnsanın ötekilere bağımlı varoluşunu ve ancak ötekilerle birlikte var olabilmesini hem mümkün kılan hem de dayatan en güçlü imkan utançtır.
Dahası ötekilerin kusur ve başarısızlıkları, yetersizlik ve zaaflarıyla özdeşim kurarak onlar adına utanmayı mümkün kılan yüce gönüllülük de aynı utanç kapasitesi sayesinde değil midir? Utanç kapasitesi aynı zamanda güçlü bir haysiyet talebidir. En zor zamanlarda güçsüz ve zayıfların, zulmedilen ve şiddet görenlerin, sesi kısılan ve görmezden gelinenlerin “Vardık, Varız, Varolacağız” diyerek birbirine karışma, çoğalma ve dayanışmaları bu yüzdendir. Birden, en umulmadık yerde patlayan olağanüstü insan dalgaları, insanın en güzel halleri bu yüzden.. Ruhun en derinindeki utanç kapasitesi ve haysiyet talebi yok edilemez çünkü.