Gündelik dilde, halk arasında askerî darbeye “ihtilâl” diyorlar. Hepiniz işitmişsinizdir. 27 Mayıs’a da öyle denmişti, 12 Eylül’e de öyle dendi. 12 Eylül’ü yaşamış olanlar da, hâlâ “ihtilâl,” derler; çok defa “12 Eylül ihtilâli” de değil, sadece “ihtilâl.” Sadece halk dilinde değil, siyasî konuşmalarda, akademik metinlerde bile rastlanabiliyor bu tanımlamaya.
Bizzat Kenan Evren de, darbeyi gerçekleştiren ordunun Genelkurmay Başkanı ve Millî Güvenlik Konseyi’nin başkanı olarak, “ihtilâl” kelimesini kullandı. Ne zaman? Darbe sonrasındaki yıllarda değil – o sıralar o ve diğer komutanlar 12 Eylül’e daha çok “harekât” derlerdi. Harekât, yani sözlük anlamıyla: “Bir askerî birliğe çarpışma, çevirme, kovalama gibi belli bir amaçla yaptırılan eylemler.” Kenan Evren “ihtilâl” terimini, 2012 Kasım’ında, darbe yapma suçlamasıyla yargılanırken kullandı. Yani darbenin “darbe” olarak tanımlanarak gayrı meşru ilan edilmesi üzerine, “harekât”ın aslında bir “ihtilâl” olduğu savına el attı. “Biz ihtilâl yaptık. İhtilâle teşebbüs etmedik. Bu aynı şey değil,” demişti Evren. İhtilâlin başarılı olması demek, Milli Güvenlik Konseyi’nin kurucu iktidar statüsü kazanması demekti, ona göre. Yani “ihtilâl” kendi meşruiyetini yaratmıştı, gayrı meşru değildi. Kenan Evren, 12 Eylül öncesi şartlara dikkat çekerek, “bugün olsa yine aynı şekilde o ihtilâli yapardık,” diyordu.[1]
***
TDK, ihtilâlin anlamlarını şöyle sıralıyor: 1) Bir devletin siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısını kökünden değiştirmek ereğiyle girişilen silâhlı halk hareketi, 2) kökten ve tümden değişim, 3) kargaşa, karışıklık, düzensizlik. Ötüken Osmanlı Türkçesi Sözlüğü’ndeki karşılıklarda, -karşı-devrimci reaksiyon mu diyelim?!- birinci sırayı “bozukluk, bozulma,” ikinci sırayı “karışıklık, düzensizlik, anarşi” tutuyor.. Peşinden, “bir devletin siyasi, toplumsal ve ekonomik değiştirmek amacıyla hukuk kurallarına ve yasalara uymaksızın zor ve güç kullanarak yapılan toplumsal hareket; devrim,” geliyor. Sonra, “herhangi bir alanda meydana getirilen köklü gelişme ve değişiklik,” sonra, “mevcut hükümeti iş başından uzaklaştırmak amacıyla yapılan yasa dışı hareket.”
Kenan Evren’in gözde bağlacıyla “netekim,” diyelim, ihtilâlci, sosyalist-komünist jargonda devrimciliğin bilhassa militan vurgulu eş anlamıdır. İhtilâlci adını kuşanmış iki illegal yapı biliyoruz: 1969-1977 arası Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi ve 1979’da kurulan Türkiye İhtilâlci Komünistler Birliği… Lenin’in Devlet ve Devrim risalesi Türkçeye ilkin Devlet ve İhtilâl adıyla çevrilmişti, hâlâ da bu ad tercih edilerek yapılan basımlar vardır.
***
Anayasa-siyasetbilimi literatüründe ihtilâl, “toplum düzenini değiştirmek için zor kullanılarak yapılan yaygın halk hareketi”[2] diye tanımlanıyor. “Devrim”in belirli bir siyasî-toplumsal biçiminin karşılığı. İhtilâl teriminin anlattığı türden bir “kalkışmayı” içermeyen devrimler de olur, olmuştur. “İhtilâl”e devrim üst başlığı altında özgül bir nitelik kazandıran yan, “zor kullaılarak yapılan yaygın halk hareketi” unsurudur. Bu kavramsal bağlamda aslında belirleyici olan, “yaygın halk hareketi”dir - “zor,” yüksek olasılıklı bir yan tesirdir, tabir caizse.
***
12 Eylül’de “zor” unsurunun varlığına şüphe yok. Zaten halk dilindeki kullanımında da, tam olarak bu “zor” unsurunu, zorla sağlanan, zorun sağladığı olağanüstülük halini tanımlar. 12 Eylül, cisimleşmiş, kurumlaşmış zor gücü idi.
Buna karşılık “yaygın halk hareketi”nin tam zıddıydı 12 Eylül. “Yaygın halk hareketlerine” bırakın yaslanmayı, “yaygın halk hareketlerini” cezalandırmak, önlemek, men etmek, sindirmek, yıldırmak, akıldan bile geçirtmemek maksadıyla yapılmıştı.
12 Eylül’ün “ihtilâl” namıyla anılması, dillere öyle yerleşmesi, irkiltici. Sadece “devrim” kelimesine aşkla bağlananlar ve “ihtilâl”i onunla iltisaklı görenler için değil, kavramlara asgarî hürmeti olanlar, asgarî kelime sevgisi taşıyanlar için de irkiltici.
***
Acaba, “halkımızın,” aslında doğrudan kendi eylemiyle ‘iltisaklı’ olan, ancak doğrudan kendi eylemiyle kemal bulacak bir kavram olan ihtilâli, bundan soyundurup salt “zor”la iltisaklı algıladığını mı çıkartmalı bundan? Devletin gaipten gelen sesinin, “ihtilâl yapılacaksa onu da biz yaparız,” dediğini mi işitiyordur halkımızın iç kulağı?
Yoksa, halkın kurnaz sağduyusunu mu aramalı burada? Tam da “yaygın halk hareketini” cezalandırmak, önlemek, men etmek, sindirmek, yıldırmak, akıldan bile geçirtmemek isteyişiyle “ihtilâl” mefhumunun düşmanı olan bir darbenin, karşı-devrimin, karşı-ihtilâlin, gayrı ihtiyarî “ihtilâl” diye kodlandığını mı düşünmeli?
***
Spekalüsyondan, 12 Eylül’ün “yaygın halk hareketleri” karşısındaki tavrına, halka/topluma yaptıklarına dönelim.
12 Eylül rejiminin istibdadını, zulmünü anlatmaya rakamlar yetmez ama her yerden bulunabilecek rakam dökümleri, -idamlar, öldürülenler, işkenceler, hapsedilenler, ilticalar…-, bir fikir verir yine de. Rıza ve sadakat üretimi için milliyetçi hamasetin ve dinin seferber edilmesi üzerine, çok yazıldı. Neoliberalizmin “önünün açılması,” eşitlik, kamu yararı ve sosyal haklar “fikirlerinin” iktisadiyattan kovalanması hakkında, çok yazıldı.
“Yaygın halk hareketini” cezalandırmak, önlemek, men etmek, sindirmek, yıldırmak, akıldan bile geçirtmemek isteyen bir karşı-“ihtilâl” olarak 12 Eylül, toplumun toplum olma istidadını sakatladı. Bir toplum tasavvuru kurma, o tasavvuru gerçekleştirmek için eylemde bulunma, kendini bir toplumun parçası sayarak bunun sorumluluğunu duyma azmini kırdı, bu fikri, bu ülküyü değersizleştirdi. Topluma haddi bildirildi.
***
Örneğimi yine masumane, kelimelerden vereyim; “eylem” ve “örgüt” kelimeleri korkunçlaştırıldılar, bizzat suç ifadesi kazandılar. Ki “eylem,” yapıp etmeyi, dahası inşa ve imal etmeyi, dahası etimolojik kökeninde “yararlı kılma”yı anlatır; insanın insan oluşunda eylem vardır. Ki “örgüt”ün Arapçası “teşkilât,” gayet açık, teşkil etmeden, oluşturmadan, şekillendirmeden gelir; Batı dillerindeki karşılığı “organizasyon,” organ yani uzuv veya cihaz kökünden gelir, uzuvlaşma, bedenleşme, cihazlanma demek; örgütün sözlük karşılığı, ortak bir amaç etrafında toplanarak oluşturulan kuruluş. Eylemsiz ve örgütsüz, toplum hali olur mu? Hatırlatıyorum, zira günümüzün devlet ve yaygın sadık teba dilinde “eylem,” polisiye çağrışımlı, riskli bir hareketi, kötü ihtimalle silahlı külâhlı bir işi, iyi ihtimalle yine tekinsiz görülen bir protesto gösterisini çağrıştırıyor. “Örgüt,” polisiye çağrışımlı, tehlikeli bir “yapılanmayı” çağrıştırıyor; çok defa isim vermeye, sıfat (“illegal,” “gizli” gibi) yapıştırmaya bile gerek görmeden, sırf “örgüt” veya “örgütler” demek, dehşet salmaya yetiyor, polis diliyle gündelik dil bunda birleşiyorlar.
Achille Mbembe, zamanımızda, vatandaşın “terörist ya da teröre maruz kalan insan”la ikame edilir hale geldiğini yazıyor ya…[3] Türkiye’de bilfiil, 12 Eylül’de başlamıştı bu.
***
12 Eylül darbesinin dillere “ihtilâl” adıyla yerleşmesi, “yaygın halk hareketi”nin bir öcüye dönüşmesini simgeleyen, halkın fiil ehliyetinin hiçe sayılmasını simgeleyen, halkın toplum olma kapasitesinin sakatlanmasını simgeleyen, bütün bunların kabullenilişini simgeleyen kapkara bir sinizm değil mi?
***
Önümüzdeki cumartesi, 12 Eylül darbesinin 40. yıldönümü. Gazeteci Erbil Tuşalp’i, bu uğursuz yıldönümüne bir hafta kala kaybettik. 12 Eylül günlerinden başlayarak yıllarca, 12 Eylül’ün zulmünü belgelemek için tek kişilik kurum gibi uğraşmıştı. Anısına, saygıyla…
[1] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bir-sagdan-bir-soldan-astik-aciklamasi-21978372
[2] Erdoğan Teziç: Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, 2016, s. 188.
[3] Achille Mbembe: Düşmanlık Politikası. Çev. Ayşen Gür. İletişim Yayınları, 2020, s. 16.