İktisat Biliminin Kadük Yasaları ve Batıl İtikatları (I)
Ahmet İnsel

İktisat ders kitaplarında iktisat yasaları veya en azından piyasa yasaları olarak tanımlanan ilişki modellerinin çoğunun birçok ekonomide somut olarak işlemediği Covid19 salgınının epey öncesinde ortaya çıkmıştı. Salgın, o güne kadar bu türü yaşanmamış ve dolayısıyla beklenmeyen, iktisatçı tabiriyle radikal belirsizlik ürünü bir ekonomik şoku az veya çok bütün ekonomilerde eşzamanlı olarak yaratınca, bu iktisat yasalarının belli başlılarının kadük durumuna düştükleri iyice ortaya çıktı. Bunların bir kısmı için kadük sıfatını kullanmak da doğru değil, çünkü hiçbir zaman gerçeklikleri kanıtlanmamış fiktif yasalardı.

2008 mali krizi sonrası giderek hızlanan biçimde iktisat kuramının yasa olarak tanımladığı, iktisat disiplininin temelleri konumunda oldukları kabul edilen bir dizi varsayımın somut olarak doğrulanmadığı açıkça görülür olmaya başladı. Bazı önde gelen iktisatçılar bunu samimi bir endişe ile kabul edip, kendi ideolojik-siyasal tercihlerinden kaynaklanan sonuçlara varmak istedikleri için, bu tercihlerden türeyen bir akıl yürütme mekanizmasına saplanıp kaldıkları ihtimalini açıkça sorgulamaya başladılar. Paul Krugman bu yıl yayımlanan Arguing with Zombies: Economics, Politics, and the Fight for a Beter Future başlıklı kitabında, kendini de dâhil ederek, bu soruyu soruyor.

İktisat biliminin doğrularını, hurafelerini, ideolojik saplantılarını sorgulayan iktisatçılar da hep var oldu. Geçtiğimiz ay Fransa’da yayınlanan aylık eleştirel popüler iktisat dergisi Alternatives Economiques’de Christian Chavagneux, “Artık işlemeyen on piyasa yasası” başlığı altında, kadük olan bu yasaları ele alıyor. Aşağıda, kendi yorumlarımı da ilave ederek, Chavagneux’nün yazısının bir özetini çıkardım.

İktisadi verilerin hemen hiç doğrulamadığı iktisat “yasası”ndan biri, fazla para basmanın enflasyonu beslediği varsayımıdır. Monetarist iktisat kuramının amentüsü olan, “enflasyon her yerde ve her zaman parasal bir olaydır” inancı, 2008 mali krizi sonrasında iyice batıl itikat konumuna düştü. Daha önce de somut iktisadi veriler ışığında doğrulanmamıştı. 2008 krizi sonrasında merkez bankalarının, esas olarak kamu borçlanması kâğıtlarını satın alarak dünya ekonomisine enjekte ettikleri devasa likidite, enflasyonu tetiklemedi. Dünya para stoku dünya gayri safi yurtiçi hasılasından çok daha hızlı büyüdü ama genel fiyat seviyesi artışı hemen her yerde bunun çok gerisinde kaldı. O kadar ki, gelişmiş ekonomilerde iktisat politikası sorumluları biraz enflasyon olsa da ekonomi kıpırdansa diye her akşam yatarken niyet etmeye başladılar.

Covid19 krizi sırasında ekonomilere haklı olarak enjekte edilen büyük para miktarı da genel olarak enflasyonda bir kıpırdama yaratmıyor. Buna karşılık, 2008’de olduğu gibi, yaratılan likidite mali varlıkların ve gayrimenkul fiyatlarının artmasına yol açıyor. Bu çarpıklık bize enflasyonun başlı başına bütünsel bir toplumsal vaka olduğunu, dolaşımdaki para miktarı ile fiyatların ortalama seviyesi arasında mekanik bir ilişki olmadığını yeniden hatırlatıyor. Enflasyon bir toplumsal güç dengesinin sonucudur. Şirketlerin kendi aralarında, ücretlilerle işverenler arasında, borçlularla alacaklılar arasındaki güç ilişkisi fiyatların ortalama seviyesini belirler.

Faizi enflasyonun nedeni olarak gören bir iktisat “yasası” yok. Genel olarak iktisatta kabul gören görüş, enflasyon beklentisinin piyasada faizleri belirlediğidir. Ne var ki dolaşımdaki paranın artışı otomatik olarak enflasyon yaratmadığı gibi, faizlerin düşmesi de otomatik olarak yatırımın ve talebin artmasına yol açmaz. Japon ekonomisi yirmi yıldır sıfır, hatta negatif faize rağmen, çok uzun bir süre dişe dokunur büyüme elde edemedi. Şimdi ise bazı borçlular, özellikle güçlü bir ekonomiye sahip olan devletler negatif faizle borçlanabiliyor. Borçlananın krediyi kabul etmek için borç verenden ayrıca para talep etmesi iktisat kuramında pek yeri olan bir durum değil. Deflasyon, yani genel fiyat seviyesinin düştüğü ortamda bile, nominal faiz negatif olsa da, reel faiz pozitif olur diye öğretilir.

Negatif faizle borçlanma imkânının, kısa bir an sürecek bir durum olmayıp, yıllarca devam etmesi ihtimali yüksek. Geçmiş birkaç yüzyılda büyük ekonomilerdeki ortalama faiz hadlerinin seyrine bakıldığında, reel faizlerin düşmesi eğiliminin çok uzun bir süredir devam ettiği görülüyor. Daha yakın bir tarih dilimi içinde bakarsak, 2000’lerin başından beri toplam tasarrufun toplam yatırımdan fazla olduğu bir devre devam ediyor. Faizi düşürmek gayrimenkullerin, finansal varlıkların fiyatlarının artmasına ve bir finans ve gayrimenkul balonunun şişmesine, arada biraz sönüp, yeniden şişmeye devam etmesine yol açıyor. Mali kapitalizmin hâkimiyeti de büyük ölçüde bu zaten.

Tasarruf fazlasından söz ettik. Başka bir klasik iktisat yasası hanehalklarının tasarruflarının yatırımcıların finansman ihtiyacını karşıladığı varsayımıdır. Bugün ise dünya ölçeğinde tasarrufun esas kaynağı hanehalkları değil, şirketler. Dünya toplamında şirketlerin toplam tasarruf oranının hanehalklarının toplam tasarruf oranından daha yüksek olması yirmi yıldır devam ediyor. Borsayı besleyen tasarrufun büyük kısmı şirketlerden geliyor! Bunun nedeni elbette şirketlerin elde ettikleri toplam kârın artışına kıyasla ücretlerin çok daha yavaş artması ve genellikle şirketlerin kâr dağıtmak yerine kendi hisselerini, borç senetlerini satın almayı tercih etmeleri. Hanehalkları artmayan, hatta reel olarak düşen ücretler karşısında tasarruflarını azaltırlarken, üzerlerindeki vergi yükü azaltılan şirketlerin finansman kapasitesi artıyor. İnsanın zengin olanını seven neoliberal politikaların yarattığı büyük gelir dağılımı adaletsizliği, sermaye ile emek arasındaki mücadelenin sermayenin ezici tahakkümü yönünde liberal iktisat politikaları aracılığıyla yönlendirilmesinin sonucu gelişmiş ekonomiler şimdi uzun bir iktisadi durgunluk devresine girdi.

Küreselleşen tedarik zinciri içinde yatırım mallarının fiyatının düşmesi de bu gelişmeyi hızlandırıyor. Dolayısıyla borsanın, diğer adıyla mali piyasaların asli işlevinin şirketlerin yatırım ihtiyacını finanse etmek olduğu da artık doğru bir tanım değil. ABD’de yapılan hesaplamalar, borsanın ekonomiye katkı sağladığından daha büyük bir kaynağı emdiğini gösteriyor. Borsada kısa vadeli spekülatif yatırım yapanlar için, şirketlerin kendi hisse senetlerini satın alarak bu kâğıtların değerini yükseltmeleri en önemli kâr kaynağı. Diğer taraftan vadeli hisse senedi alarak ücretlerini katlayarak arttıran şirket yöneticileri için de, ellerine geçen veya geçecek parayı arttırmanın en emin yolu bu. Hemen bütün ekonomiler 2020 ikinci çeyreğinde büyük bir daralma şoku yaşarken, borsaların edepsiz bir yükseliş veya en azından istikrar sergilemeleri de mali kapitalizmin bir yandan reel ekonomiyi hortumlayarak diğer yandan kendi kendini besleyerek var olan bir devinim içinde geliştiğini gösteriyor. Hakkında piyasa ekonomisi tabirinin bile kullanılmasının zorlaştığı, kendisi sanal ama etkileri kanlı canlı olan bir yeni sınıfsal tahakküm düzeni çalışıyor.

Gelecek yazıda kamu borçlanması büyümeye uzun vadede engeldir, asgari ücretin artması işsizliğe sebep olur, dış ticaretin serbestleşmesi herkesin yararınadır gibi kadük olmuş veya başından beri fiktif olan iktisat yasalarını, iktisadiyat ideolojisinin batıl itikatlarını, Christian Chavagneux’nün hazırladığı dosyadan özetleyerek aktaracağız.