Her Devrin Adamı
Barış Özkul

Yahya Kemal, öncelikle şiirleriyle tanınsa da düzyazıya çok uzak değildi. Mütareke devrinden, Dergâh yıllarından itibaren şiirlerinin yanısıra makaleler, denemeler, tarih yazıları, edebi ve siyasi portreler de yazmıştı. Düzyazılarında özellikle “tarih duygusu” baskındır. İlk gençliğinde okuduğu Michelet’nin “Fransız toplumu on asırda Fransız milletini yarattı” sözü onu Osmanlı-Türk tarihinde bir devamlılık aramaya yöneltmiştir. Balkan Savaşları devrinin aydınlarından farklı olarak gerek sanat gerekse tarih anlayışında intikam izleğinden ziyade estetik temel arayışı belirleyicidir. Sistematik bir tarih bilincinden ziyade izlenimlere ve çağrışımlara dayalı bir tarih duygusuyla “Eski İstanbul”u arar (“eski İstanbul bir ud sesindedir”), “eski fetihleri” yâd eder; Osmanlı’yı estetize etme çabasıyla Rönesans’ı Osmanlı’ya mal eder. Bu yaklaşımıyla devrin Turancı-Türkçü aydınlarından (Gökalp, Yurdakul vb.) farklı, seçici bir göze sahiptir. Tanpınar’ın deyimiyle “tarihi doğrudan doğruya Malazgirt’ten başlatı[p] dilin ve milletin ondan evvelki macerasını asıl Türk tarihinin bir çeşit mukaddimesi addede[r].”[1]

Osmanlı’ya ilgisi 1950’lerde yazdığı “Siyasî Hikâyeler”inde Yahya Kemal’i bir Osmanlı zihniyet eleştirisine götürür. “Saray çevresiyle”, devlet idaresinin sorunlarıyla sınırlı hikâyelerinde siyasete geniş bir anlam yüklemeden insanlar ve olayları olduğu gibi anlatmayı dener. Meselelerin ve karakterlerin derinine inmemekle birlikte “toplumsal tip” yaratmakta başarılıdır. 1952’de Hayat Mecmuası’nda çıkan “Şem’î Molla” bu açıdan özellikle dikkate değer.

Şem’î Molla

“Siyasî Hikayeler”in dördünün de (“Şem’i Molla”, “Bir Gözdenin Gafleti”, “Raif Efendi’nin Katli”, “Vehbi Efendi”)[2] aynı devirde geçmesi, Yahya Kemal’in II. Mahmut’a özel bir ilgisi olduğunu düşündürtüyor. Tanpınar, Yahya Kemal’in erken dönemi üstündeki Fransız etkisini araştırırken, romantizmden sonra batıda kendine yabancı bulduğu şeylerle alay eden seyyahın yerini yabancı memleketlerde onu heyecanlandıracak iklimler arayan şair ve “muharrir”lerin aldığını belirtip, Yahya Kemal’in etkilendiği yazarlardan Gautier’in Osmanlı’daki ilk kıyafet müzesini gezerken Vaka-i Hayriye’de öldürülen yeniçeriler için gözyaşı döktüğünü anlatır. Tanpınar bunu bu açıklıkla iddia etmese de Yahya Kemal, Gautier kanalıyla, Fransa yıllarında Vaka-i Hayriye’ye özel bir ilgi duymuş olabilir mi?

Buna benzer dolaylı etkilerden bağımsız olarak Yahya Kemal, Mahmut devrini kendi başına anlamlı bulmuş da olabilir. II. Mahmut, Osmanlı’nın son mutlak monarkıydı ve ondan sonra –onun soyundan devam edecek olan– Osmanlı sultanlarının yetkileri Tanzimat ve anayasal monarşiyle birlikte giderek kısıtlanacaktı. Bu tür köprü vazifesi görmüş tarihî devirler Yahya Kemal’in daima ilgisini çekmiş, hayal gücünü kamçılamıştır. Ayrıca Sultan Mahmut devrinin “devir içinde devir” olma özelliği de vardır. III. Selim’in hâl'li ve idamı, Alemdar Paşa’nın Enderun ve Yeniçerileri tedip için İstanbul’a gelişi, Rusçuk Yaranı’nın çabaları, IV. Mustafa’nın kara bahtı, Ocak’ın kanlı sonu gibi birçok sansasyonel olay ve yıkım hikayesi içeren bu çoklu devran ona –özellikle dinamik çatışmalarıyla– her devre ayak uyduran bir toplumsal tip çizmek için elverişli görünmüş olabilir. “Her devrin adamı” Şem’î Molla bu tipin kusursuz örneklerinden biridir.

***

Şem’î Molla’nın hikâyesi Sivas’ta kadılık yapan Keçecizade İzzet Molla’nın ağzından anlatılır. Oturduğu konak Sivas’ın ileri gelenleriyle dolup taşan İzzet Molla, güngörmüş bir İstanbul çelebisidir; vaktiyle sultanın üzerinde büyük nüfuzu olan, halk tarafından “devlet kâhyası” diye anılan Halet Efendi’nin en yakın dostu ve “emin nedimi” olmuştur. Halet Efendi, Sultan Mahmut’un daima fikrine başvurduğu bir müşavir olarak birçok kişiyi azletmiş, sevmediklerini taşraya sürdürüp idam hükmü verdirmiş, kindar ve merhametsiz birisidir. Sultan Mahmut, uzun süre onu Yeniçeri Ocağı’na karşı bir denge unsuru olarak kullandıktan sonra Halet Efendi’yi idam ettirmiştir.

Şem’i Molla’nın hikâyesinin Halet Efendi’nin idamından yedi yıl sonra anlatılması Osmanlı tarihinin tekrarlayan bir örüntüsüne göndermedir: Halet Efendi’ler ölürken Şem’i Mollalar hayatta kalmaktadır. Sivrilen sadrazamlar, efendiler ve paşaların sonu ölümdür; Şem-i Mollalar ise dikkat çekmeden ortalıkta dolanmaya devam eder:

“Bu devlette nice sivrilmiş insanlar, az çok bir belâya uğradığı halde Şem’i Molla, Saraçhanebaşı’ndaki konağında… Paşakapı’sından, Şeyhülislam Kapısı’ndan, daha birçok vüzera, vükela, ulema konaklarından bahisler açarken, bazen dolu ağız tarizler savururken ona hiçbir şey olmamıştı.” (s. 2)

Şem’i Molla her devrin nüfuzlu adamlarına hizmet eder ve devir kapanıp eski efendiler ikbalden düşünce hemen yeni efendilerin hizmetine girer:

“Bu çeşit mahlûklar devrin en pençeli adamlarını, hükümlerini her an ve derhal yürütenlerini sezerler ve yalnız onlara bağlanırlar lakin bağlandıkları kimseler –bu devlette adet olduğu gibi– ikbalden düşer, idam olunur yahut nefyedilirlerse vakit kaybetmeksizin hemen yerine geçen kudret sahiplerine, bazen ilk efendilerini mahvedenlerin hizmetine girerler, aynı sadakati gösterirler ve onların emniyetlerine mazhar olurlar.” (s. 8)

Şem’i Molla’nın her devirde göz doldurabilmek için geliştirdiği karakter özellikleri vardır; ispiyonculuk ve casusluk gibi. Yeni efendilere ilk peyda olan his, “nefsinin ve mevkiinin muhafazası kaygısıdır. Uğramak üzere olduğu yahut uğrayabileceği tehlikeleri hemen öğrenmek isterler.” Bu yüzden Şem’i Molla iktidar açısından bir kullanım değerine sahiptir; geçmişteki hizmetleri, eski efendilerinin kanatları altında ettiği laflar, işlediği kabahatler hemen affolunur, “bütün şenaatlerine sürgün çekilir.”

Rollerin hızla değiştiği ikbal ve idbar döngüsüne ayak uydurabilmek için gerekli kıvraklığı sergileyen Şem’i Molla mertlik ve vefakârlık bilmez; vaktiyle öfkelendirdiği adamlar iktidar olunca hemen saf ve sadakat değiştirir. Mevsimine göre neye inanması ve neye inanmaması gerektiğini iyi bilir. Alemdar Paşa’nın İstanbul’u bastığı devirde onun en başta gelen adamı Ramiz Efendi, “Şem’i Molla melununu Afrika’da yahut Arabistan’da en dönülmez bir yere def edeceğiz” (s. 9) yollu sözler ederken kaptan paşalığa yükselip Ramiz Paşa olunca ona kapılananların başında Şem’i Molla gelir. Ramiz Paşa, Şem’i Molla’nın bir havadis kumkuması olduğunu fark edip ondan yararlanmaya karar verir: “İlahi Halet Efendi! Bu melunlardan kurtulmak kâbil olmuyor!”

Şem’i Molla mevki ve itibar sahipleri kadar cesur değildir ama onların yaşayışını taklit eder. Talihin karşısına çıkarttığı fırsatları zenginleşmek, mümkünse sınıf atlamak için kullanır. Özendiği meclislere kabul edilebilmek için kendini Berrizadeler’in son temsilcisi diye tanıtır. Oysa konağın kâhyasının köyden gelen yeğeni olarak aileye girmiş; fırsatçılığıyla damat mertebesine yükselip emlak, akar, arazi ve tüm servete konmuştur.

Her haliyle bir “küçük şahsiyet”tir Şem’i Molla ama zararı büyüktür, her felakette parmağı vardır. Hannah Arendt, kötülüğün sıradanlığına dair incelemesinde Nazi subayı Adolf Eichmann’ın vasatlığı ile işlediği suçların büyüklüğü arasındaki geniş açıya dikkat çekerken büyük suçların gerisinde küçük şahsiyetlerin olduğunu hatırlatmıştı. Ama unutmayalım ki Eichmann, geç de olsa yargılanmış ve -duruşmalar sırasında çok fazla nedamet getirmeden- idam edilmişti. Bir Doğu-Osmanlı semptomu olan Şem’i Mollalar ise genellikle rahat döşeğinde ölür. Yahya Kemal, bu tarihî hakikati, kendi sonunun geldiğini sezen Halet Efendi’ye söyletir:

“Şem’i Mollalar, onun tıynetinde olanlar, onun hizmetini görenler, devirler geçtikçe, ayakta kalırlar; daima değilse bile ekseriya rahat döşeklerinde ölürler. Ben kaderin sevkiyle devletin büyük işlerine karıştım. Şöyle böyle başta bulundum. Akıbetimin er geç ne olacağından eminim lâkin benim akıbetim günü gelirse ve sen de yakın bir dostum olduğun için, benim yüzünden uzun yahut kısa bir müddette bir tarafa nefyedilirsen emin ol ki felaketimizde Şem’i Molla’nın bir parmağı olur; bu şaşmaz bir kaidedir.”

Halet Efendi’nin Şem’i Molla tasviri kronikleşmiş bir toplumsal sorunu, Osmanlı ulemasının çürümüşlüğünü anlatır. O kadar ki Şem’i Molla ancak bir kısa hikâye sınırları içinde ele alınabilecek ölçüde genel ve yaygın bir tiptir. Şem’i Molla’nın romanı kolay kolay yazılamaz çünkü olay örgüsü saçaklandırıldığında, Osmanlı-Türkiye toplumu Şem’i Mollalarla dolu olduğundan, anlatı ister istemez bir vodvil havasına bürünecektir. Yahya Kemal, kurmacadan siyasi tenkide yönelmek isteyen okur için hikâyede birtakım boşluklar ve soru işaretleri bırakır: “Şem’i Molla’nın ikbalinde asıl dikkat ettiğim nokta, devletin başında nüfuz sahibi olanların, herkese karşı dikkat kesildikleri halde, ona karşı, senelerden beri müsamahalarıydı.”

Müsamahanın sebebi bir başka siyasi hikâyede, “Damat Mehmet Paşa”da açıklanır: “Devlet uysal ve uslu bendeler ister.”

Şem’i Molla iki asır önceye ait bir toplumsal hastalığın hicviyesi olsa da bu hastalık bugünün Türkiyesi’nde bir vebaya dönüşmüş durumda. Şem’i Mollalar hiç olmadıkları kadar kalabalıklar.


[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, s. 41, 14. Basım, Şubat 2020.

[2] Yahya Kemal, Siyâsî Hikayeler, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 1. Baskı, 1968.