Arap Ayaklanmaları: On Yıldan Geriye Kalan Birkaç Ders!
Mete Çubukçu

On yıl önce Ortadoğu’da meydana gelen beklenmedik patlama on yıl sonrasını neredeyse her alanda belirledi. Arap coğrafyasında başlayan ayaklanmalar bölgede yeni bir dönüşümün habercisi gibiydi; heyecanlı, umut verici ve olmaz denilenin olabileceği bir kalkışmaydı. Ayaklanmalara sahne olan ülkelerde en temel talepler ekmek, özgürlük, adalet ve onur şeklindeydi.

On yıl önce olan biteni sürpriz olarak değerlendirilenler; destekleyenler, bu durumu “o an” için devrimci bir durum olarak görenler, önce destekleyip kendilerine yakın grupların şu ya da bu nedenle süreci yürütememesi sonucu hemen karşısına geçenler ve tabii ki ayaklanmaları daha başında “batı ve emperyalizmin oyunu,  BOP vb.” gerekçelerle açıklayanlar vardı. Hâlâ da varlar.

Ayaklanmaların hâlâ anlaşılmaya çalışılması, yaşananların artı ve eksileriyle ne kadar önemli dersler içerdiğini gösteriyor. En başta söylemek gerekiyor ki Arap ayaklanmaları özgün, kendiliğinden, ortak talepleri içeren, her ülkenin iç dinamiğiyle, farklı siyasi görüşlerden ve her yaştan o gün sokaklara kendi inisiyatifleriyle çıkanların başlattığı bir süreçti. 

Sonrasında olanlar yine her ülkenin özgün koşullarına göre şekillendi. Sürecin ilk dönemlerinde ayaklanmaların başarısında ortak paydayı oluşturduğu düşünülen demokratik talepler ve yeni bir düzenin kodlarını birlikte oluşturma çabaları önemliydi. Ancak bu çabalar ilerleyen dönemlerde demokratik, ortak yaşama dayalı bir sisteme, yeni ve uzlaşmaya dayalı bir anayasa faaliyetine taşınamadı. 

Bugünlerde yeni toplumsal hareketlerin temel belirleyicisi olarak ele alınan örgütsüz ve lidersiz olma, farklı taleplerin nasıl bir araya getirileceğinin belirlenememesi, Arap ayaklanmalarının da en önemli tartışmalarından biridir. Arap şehirlerinin “meydan”larındaki siyasi talepler,  yapılan ortak yanlışlar, varolan rejimlerin yerine neyin ve nasıl konulacağına karar verilememesi ve tabii ki acelecilik yüzünden hüsranla sonuçlandı. Tabii ki böylesi bir ortamda iç ve dış müdahalelerin varlığı da ayaklanmaları rotasından çıkaran önemli bir etken oldu. 

Yapılan kamuoyu yoklamaları darbelere, iç savaşlara ve ayaklanmalara konu olan ülkelerdeki siyasi, ekonomik ve toplumsal düzenin on yıl öncesini arattığı gösteriyor. Ancak tüm bunlara rağmen tarihin kısa bir döneminde yaşanan bu “toplumsal” karşı çıkışın katkılarıyla ileriye taşınacak tecrübe, kitlelerin içinde taşıdığı umut ve heyecan kırılmış olsa bile, tarihin önemli ve dönüştürücü bir anı olarak kaydedildi. Çünkü tarihsel süreçte farklı toplumsal ayaklanmaların ortaya çıkış dinamikleriyle, varılan noktaların her zaman arzu edilen şekilde olmadığı biliniyor; yaşanan hayal kırıklıkları sonrasında ileriye yönelik olumlu tecrübeleri de içinde taşıyabiliyor. 

ABD’nin ve neo-liberal düzenin 2000’li yıllarda Ortadoğu’da bir paradigma değişikliğine ihtiyacı olduğu ortadaydı. Soğuk Savaş dengesi yoktu artık; baskıcı yönetimler, diktatörlükler bölgedeki genel gidişat ve dünya sisteminin devamı için riskli görülüyordu. Genç nüfus artıyor, köyden kente göçler sürüyor, ekonomiler giderek kötüleşiyordu. O güne kadar “ekmeğin” demokrasiden öncelikli sayılıp, işlerin kısmi istikrarla yürütüldüğü; istikrar adı altında bölgedeki düzenin devamlılığı için baskıcı yönetimlerin korunduğu bir yapının sonuna gelindiği hissedilmişti. Yani genel anlamda otoriter yönetimler, bölgenin ekonomik ve siyasi sisteminin “istikrarı” açısından zararlı görülmeye başlanmıştı.

Ancak Mısır örneğinde olduğu gibi, ayaklanma bambaşka bir noktaya geldi ve seçimle gelen bir yönetimin bölgenin genel işleyişini riske soktuğu algısının yaygınlaşması darbeye kadar uzandı. Bir süre önce farklı yaşam tarzı, ideolojik köken, din, mezhep ve siyasi görüşten olmakla birlikte beraber yürüyen, yan yana duran grupların bazılarının yollarının ayrılması darbeciler için bir fırsat oldu.

Arap ayaklanmalarının başarısız sonuçlarında dış dinamikler kadar ayaklanmayı başlatanların ortak mutabak yerine sadece yıllardır hayalini kurdukları “kendi” düzenlerini hayata geçirmek istemelerinin de rolü olmuştu. Yani bazılarının yeni demokratik bir düzenin nasıl kurulabileceği mücadelesinden çabuk vazgeçmesi, sandıkta çoğunluğu alıp kendi yoluna gitmesi ve üstelik eski rejimin enstrümanlarını kullanarak yeni bir sistem kurabilecekleri inancı hüsranla sonuçlandı. 

Tunus’ta bugünkü durum siyasal açıdan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında farklı bir örnek olarak karşımızda duruyor. Diğer yandan on yıl önce ayaklanma nedenlerinden biri olan ekonomik durumun iç açıcı olduğunu söylemek güç. Ayaklanma ateşinin fitilinin yakıldığı Tunus’ta, İslâmcısından sosyalistine, milliyetçisinden liberaline ve laiklere kadar farklı kesimlerin ortaklaşa, birlikte oluşturdukları  mutabakat üzerinden yürüyen süreç en azından, darbe, iç savaş, ya da dış müdahale gibi isyanın “kirletildiği” bir durumla karşılaşmadı. 

Gençlerin motor işlevi gördüğü, sosyal medyanın itici güç olduğu Ortadoğu coğrafyasındaki ayaklanmaların Tunus bölümünde, başlangıçtaki toplumsal mutabakat daha sonra devam etmemiş olmasaydı bugün farklı bir Tunus görebilirdik. O günlerde, tüm Arap coğrafyasında beklenen, kendi deyimleriyle “devrim” olarak nitelendirilen durum Tunus’ta da ortaya çıkmadı ama en azından, sandıktan çıkan çoğunluğun bir uzlaşma ve ortak mutabakat çerçevesinde varolabildiğini gösterdi.

On yıl önce Mısır ve Tunus’ta diktatörler devrilirken Suriye, Libya ve Yemen’de sonuç hüsran oldu; bu ülkeler iç savaş batağına saplandı. O dönem bölgede gerek legal gerekse illegal düzeyde en güçlü kesim İslamî hareket yani Müslüman Kardeşler’di. Mısır’da seçimle işbaşına gelen Mursi’nin darbeyle devrilmesi ve Müslüman Kardeşler’in bölgede “düşman ilan edilmesi” ayaklanmaların yönünü değiştirdi. Çünkü Batı önceleri, Müslüman Kardeşleri “ılımlı” kategorisinde, seçimle gelip gidebilecek, ekonomik olarak batı ile uyumlu, yeni kurulacak düzeni “ekmek ve demokrasi” dengesinde yürütebilecek bir partner olarak görmüştü. Ancak, Suudi Arabistan gibi rejimlerin bu durumu bölge ve kendileri için tehdit olarak görmesi, hareketin Batı’nın beklediği uyumu gösterememesi ama en önemlisi içeride birlikte yol aldıkları kesimlerden uzaklaşması, dış dinamikleri harekete geçiren unsurlar oldu. Sonuçta eski paradigmaya daha sert bir biçimde dönüldü. Yani uluslararası sistem ve bölgedeki otokratik yönetimler, istikrar adı altında darbeler yapıp anti-demokratik sistemler kurmayı tercih etti.  

Saydığımız gerekçeler darbeyi tabii ki haklı çıkarmaz. Ancak Müslüman Kardeşler hareketinin tecrübesizliği; ortak mutabakatı çok çabuk terk etmeleri, Mısır’ı ve bölgeyi tanımayan “dostların” yanlış yönlendirmesi, diş dinamiklerin süreci sabote etme kapasitesinin göz önüne alınmaması ve Mısır ordusu ile yola devam edilebileceği yanılgısı on yılın ardından çıkartılacak dersler arasında. Son on yıl bölgede Müslüman Kardeşler nezdinde siyasal İslâm’ın yenilgisini ve uzun bir süre ayağa kalkamayacak olduğunu gösterdi. 

Tunus’ta ise İslâmcılar çoğunluğu kazanmasına rağmen, diğer siyasi güçlerle birlikte, toplumsal uzlaşma, ortak anayasa hazırlama, İslâmcılarla laiklerin asgari müştereklerde birleşmesi, herkes için demokrasi ilkeleri çerçevesinde anlaşarak  ve tabii ki Gannuşi’nin önemli rolüyle süreci farklı atlattı. Bu durum on yılın sonunda somut bir kazanım olarak durmakta.

Bugün Suriye, Libya ve Yemen yıkım içinde. Mısır’da diktatörlük söz konusu, başta ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere haklar askıda, cezaevleri dolu. Ayrıca rakamlara bakılınca başta Mısır olmak üzere diğer ülkelerde ekonomik ve siyasi koşullar neredeyse ayaklanmaların öncesinden daha kötü.

Manzara iç açıcı olmamakla birlikte Ortadoğu’da istikrar adına baskıyı, demokrasiye tercih eden anlayış yıkılmaya mahküm. Çünkü bölgede geçtiğimiz on yılın ilerici dinamikleri ve tecrübeleri de söz konusu. Ancak genel olarak bölgenin nereye evirileceğini tahmin etmenin her geçen gün zorlaştığı da bir gerçek. 

Öte yandan Arap ayaklanmaları sonrasında dünyanın farklı ülkelerinde farklı gerekçelerle insanların sokaklara, meydanlara çıkışındaki ruh halinin Arap sokaklarından yansıdığı da yadsınamaz. Her tecrübenin bir başkasını tetiklediği;  ABD’den, Fransa’ya, İspanya’dan Ukrayna’ya, yakın zamanlarda Lübnan, Sudan, Cezayir’e uzanan örneklerde olduğu gibi.

Belki uzaklarda olduğu ya da fazla önemsemediği için dikkat çekmedi ama Sudan örneği önemliydi. Diktatör El Beşir günlerce süren gösterilerden sonra yönetimden ayrılmak zorunda kaldı. Ayaklanmanın farklı kesimlerden gelen öncüleri bu kez El Beşir yerine geçmek isteyen askerlerin kazanımları “çalmasına” müsade etmediler. Çünkü önlerinde Mısır örneği vardı.

Arap ayaklanmalarının arkasında bir enkaz var. Bu enkaz sadece iç savaşların trajedilerinden oluşmuyor. Maalesef, Ortadoğu’da eski rejimleri yıkmaya çalışırken, yeni rejimleri eski rejimin yöntemleri ile kurmaya çalışanlar da yanıldı. Demokrasi, uzlaşma, ortak yaşam, farklı kimliklere saygı, farklı din, mezhep ve faklı siyasi tabandan gelenlerin yeni bir durumda yararlanacakları ağır ve acı tecrübeleri var artık. 

Bu nedenle on yıl önce sürpriz bir “yeter” sloganı ile sokaklara dökülenlerin, Ortadoğu’daki belirsizlik ve gidişat göz önüne alınırsa, yeniden patlaması sürpriz olmaz. Çünkü, Ortadoğu’daki iç dinamiği küçümsememek, dünyaki ekonomik sistemin sonuçlarının bu ülkeleri etkilediğini görmemek, genç kuşakların dünya ile ilişkisini takip etmemek hata olur. İç savaş tecrübeleri sonrası belki bundan sonra daha dikkatli, temkinli ve sabırlı olunacaktır.  

Her şeye rağmen Arap ayaklanmaları tarihin kısa bir döneminde yaşanmış bir durum olmanın ötesine geçip önemli bir tecrübe, birikim ve bir ruh hali olarak ileriki dönemlere taşınacaktır.