Reform lafları çıkalı aylar oldu. Alıştığımız üzere iktidarın ne yapacağı, ne yapmasının beklenmesi gerektiği üzerine yoğunlaşan siyasi tartışmalar –en azından mevcut haliyle– yola nasıl devam edeceği, edip edemeyeceği hakkındaki münazaralara dönüştü. Bir kısmı saklanamadığı için ortalığa dökülen mini krizler, bir kısmı kulislere üflenen dedikodularla ilerleyen bilgi kırıntıları ve sokaklara dökülen saldırganlık, iktidar içindeki sıkıntı söylentilerini canlı tutmaya yetiyor. Elbette ekonomi ve dış politika alanından gelen/gelecek olan tazyikler hakkındaki iddialar da yedekte beklemekte.
İktidarın parçalı ama daha önemlisi farklı heveslerden kurulu yapısı, başlangıçtan itibaren açık veya potansiyel gerilimleri bünyesinde taşımaktaydı. Somut sorunların abanması, bazı yol ayrımlarının belirmesi/sıkıştırması, bu gerilimleri çok daha görünür hale getirdi, dikkatler bu meseleler üzerine daha kolay toplandı. İktidarın elindeki imkanların, hala mevcut durumdan yana olduğunu düşünüyor ve bu yüzden kısa vadede büyük bir değişiklik beklemiyorum. Fakat ağırlıklı olarak muhalefet cephesinde, “iktidarın bekası” tartışması ve bu öngörüler üzerine kurulan formüller hala revaçta.
Herkesin dikkat kesildiği Erdoğan’ın henüz ses vermemesi ama diğer yandan somut adımların “değişiklik” yönünde bir renge dönmemesi kulislerdeki ivmeyi biraz düşürüyor. Önce “mecburiyetlerin sürüklediği reformlar yolda” havası, sonra da reformlar “bu ittifakla yapılamayacak” iddiası zayıfladı. Kesin olacağı söylenenler, şimdilik kaydıyla ihtimal seviyesine geri çekildi. Ancak bu yılın ilerleyen aylarında yeniden tazelenmesi muhtemel bu tartışmalardaki temel argümanları özetlemek, gidişatı takip için faydalı bir toparlama olur. Çünkü bu argümanlar, formül arayışlarında da sık kullanılıyor.
Reform veya ittifak çatlağı için en çok kullanılan iddia, “böyle gitmesi mümkün değil” diye özetlenebilir. İddianın üç aşaması var: Birincisi, sorunlar çok ağırlaştı ve bir şeyleri değiştirmeden devam edilmesi imkansız. İkincisi, iktidarın kapasitesi ve mevcut araçları, bu sorunların üstesinden gelmeye yetmiyor (yönetemiyorlar). Üçüncüsü, çeşitli kesimlerin, güç merkezlerinin talep ve itirazları, iktidarın artık direnemeyeceği bir baskı oluşturdu, oluşturacak. Özetle, “iktidar çok istekli olmasa da bir şeyler yapmaya mecbur”. Hem ekonomide hem de dış politika başlıklarındaki her analizin içine bu tezden bir tutam katılıyor.
Önce ekonomi meselesine bakalım. Ekonomik krizin piyasa verileri ve göstergelerdeki bozulma yanında, hayatın içine doğru ilerlediği herkesin malumu. Ancak “ekonominin”, reform lafını ilk duyduğumuz zamandaki gibi değişiklik baskısı yarattığını pek görmüyoruz. Teke tek görüşmeye alınan iş çevreleri, meselelerinin önemli bir kısmını halletmiş veya halletme umuduyla ayrılmış ya da idare eder bir söz almış –vermiş- görünüyor. “Kesin gelmez” denen yabancı sermayenin, geçen yıl sonunda başlayan iştahının kesilmediği, hatta artacağı anlaşılıyor. Ajanslar trendin devam edeceğini söylüyor. Vatandaş şikayetlerine verilen cevap da işliyor: “Yok öyle bir şey”.
Gelelim dış politika meselelerine. 2021’in ilk üç ayında iktidarı terletecek çok sıkı bir dış gündem olacağı söyleniyordu. Sahiden ağır diplomatik hasarları olan pek çok dosya masalarda beklemekteydi. Fakat bu atmosferin de gevşeyerek dağıldığı izleniyor. AB yaptırım kozunu Mart’a ertelediğinde, “sopa-havuç” yorumları, “somut adım bekleme” analizleri yapılmıştı. Ancak çok hızlı biçimde “olumlu gelişmeler üzerine” sopayı dolaba kaldırdıkları açıklaması geldi. ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı’nın, “sözde müttefik” lafı bir heyecan yarattı ama hemen ardından “Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmayalım” dediği de ortaya çıktı. Anormalliği kesmenin normalleşme, gürültüyü kesmenin reform sayılması büyük ihtimal.
İktidar, ekonomide olduğu gibi dış politikada da gerçek durum ile kontrol edebildiği durum arasındaki zaman farkını kullanmayı tercih ediyor. Anlaşılan her iki başlıkta da bu süreyi kullanmasına yarayacak uzatmalar alma umudu güçlü. Bir şeyler yapmaya mecburlar iddiasının üç numaralı gerekçesi “baskı”, sanıldığı kadar büyük olmayabilir. Sorunların ciddileşmesi ve onlara cevap üretme kapasitesindeki zayıflama ise hem yeni değil hem de bu sorunları “çözmek yerine yönetmek” hala geçerli bir yöntem olarak görülüyor. Özetle henüz sorunlar iktidarı yönetmiyor ve iktidar, sorunların sonuçlarını yönetebileceği inancını henüz kaybetmiş değil. “Bir şey yapmak zorunda” sözü, şartlardan etkilense bile, hâlâ kendisinin karar vereceği sınırlarda dolaşıyor.
Reform ve onunla bağlantılı “ittifakın geleceği” tartışmalarındaki güçlü tezlerden bir diğeri, mevcut iktidar terkibinin atılması gereken (zorunlu) adımları engellediği. Çok ciddi bir reform yapılmayacak olsa da, sorunları “idare etme” açısından ittifak tablosunun sıkıntı ürettiği/ üretebileceği söyleniyor. Bu tartışmaya, kapsamı ve tarafları değişen “yeni vesayet” meselesi de eşlik ediyor. İktidar içinde varlığını bildiğimiz ve şaşırmamamız gereken gerilimin daha görünür hale geldiği ortada. Ancak hala cevapsız olan soru, bu tansiyon artışının hangi nedene bağlanabileceği: Atılacak adımlara önden sınır çekme ihtiyacı mı? Adımların varacağı yerler konusundaki ileri heveslere had bildirmek mi? Duvarlarını yükseltip, görünmeyen bahçedelerde “gereği kadarını” yapmak mı?
İttifak tartışmaları ağırlıklı olarak Bahçeli’nin çıkışları ve son haftalarda bu çıkışlara eklenen fiili saldırılarla da ilişkilendiriliyor. Bahçeli, Erdoğan’ın ağzından reform lafı çıkar çıkmaz, olası sınırları gayet belirgin biçimde işaret etmişti. Ardından gelen bütün hamleler, bu sınırların ihlali veya sınırları genişletmek için alternatif arayışlara dair endişelere bağlandı. Erdoğan’ın siyasete dönme arzusu veya mecburiyeti ile anti-siyasetin denetmeni Bahçeli arasında bir kaçma kovalama ilişkisi varmış gibi davranıldı. Erdoğan’ın kendisi için risk oluşturan siyasi sürece müdahalesinin, siyasete dönüş sayılıp sayılamayacağı ise hala belirsiz.
Peki iktidar bu ittifakla ihtiyaç duyduğu adımları atabilir mi? Muhalefetin önemli bir kısmı ve hala kimlikleri belirsiz “AKP rahatsızları”ndaki yaygın iddia, “atamaz çünkü Bahçeli izin vermez”. “Zorunlu adımlar” diye yazılan listeler hayli yüksek beklentiler içerdiği için bu yaklaşım makul bulunuyor. Dış finansman için öngürülebilirlik, oy desteğinin artması için demokrasi açılımı, hatta aritmetik baskıdan kurtulmak için başkanlıktan kısmi feragat gibi. Ancak bunların önemli bir kısmı, Bahçeli’nin vereceği izne bağlı olmaksızın Erdoğan’ın da yapmaya gerek görmeyeceği, zararlı çıkacağını iyi bildiği konular. Yukarıda özetlediğimiz uzatmaları almak için yapacağı şeyler ise bu ittifakla çok daha kolay yapılır.
İttifakla ilgili çok gündeme getirilen bir başka tema, siyasi aritmetikten besleniyor: “Cumhur İttifakı yüzde 50+1’i kaybetti”. Ciddiye alınabilir bütün anketler bunu gösteriyor. Buradan yola çıkarak, “Erdoğan kendisini iktidarda tutmaya yetmeyen MHP’nin oy desteğine alternatif arıyor” tespiti yapılıyor. Bu ittifak kurulduğunda MHP’yi koltuk değneği olarak tanımlayan yaklaşımın yeni versiyonu bu. İttifakın resmi ve gayri-resmi hiçbir aşamasında MHP’nin asıl desteği veya katkısı oy getirmek olmadı. Üstlenilen görev; milliyetçiliğin ideolojik kalkanı, açılan “devlet” kapıları ve “beka çıpası”. Oy taşımak gibi asli bir görevi hiç üstlenmediği için yeterli oy getiremedi diye bir fatura çıkartılması da son derece saçma. Bu iktidara meşruiyet sağlayan oy desteğini temin, hep Erdoğan’ın görevi oldu. Daha önceki ittifaklarda da durum aynıydı.
2021’de Türkiye’nin rotası, iktidarın yapabilecekleri, Cumhur İttifakı’nın geleceği gibi başlıklarda çok kullanılan argümanların küçük bir kısmının üzerinden geçmeye çalıştım. Bazıları gerçeklerle pek örtüşmüyor ama daha önemlisi gerçek olanların da kullanılma –ele alınma– biçimi, güçlü olasılıkların daha açık görülebileceği bir yere götürmüyor bizi. Kestirme zannedilen patikalar, kolayca kaybolunacak büyük boşluklara çıkıyor. Bugün rejim değişikliği diye tartışılan, isminde bir mutabakat oluşmasa bile aşırı merkezileşmiş, kişiselleşmiş bir parti devletine dönüştüğü kabul edilen yapının, önemli krizleri olduğu ortada. Ancak buna katılan, katkı veren, destekleyen, izin verenler listesi ile bu koalisyon mensuplarının yeni pozisyonları henüz zorunlu bir değişim yönü göstermiyor. Sonuç olarak, “böyle gidemezler” iddiası, birilerinin bunu güçlü biçimde ortaya koymadığı sürece, kendiliğinden bir güvence yaratmıyor.